6/23/2010

Hamidullahın hezeyanları

[Dün, Üstâd, Necip Fazıl'ın yazısı ile Sadreddin Hoca'nın yazısından dört madde bildirmiştik. Bugün Sadrettin Hoca'nın yazısına devam ediyoruz.]

5- Hamîdullah, (Bütün bu seyâhatler, Hz. Muhammedin gezdiği yerlerin ticârî, idârî gelenek ve kanûnlarını öğrenmesine yol açtı. Olgunluk yaşında, kırkında bu tercübeli adam, kavmini ıslâha teşebbüs etti.) [S.34]


Hamîdullah, tam bir misyoner edâsıyla, Hz. Muhammedin, seyahatler neticesinde bilgi edinmesinden sonra ıslahata kalkıştığını yazıyor. Bu, bir peygamberin vasfı değil, olsa olsa bir ıslahatçının vasfı olabilir. [Halbuki, Peygamber efendimiz, vahy ile öğreniyordu. Ankebût sûresinin 48. âyetinde meâlen (Sen bu Kur'ân gelmeden önce, bir kitap okumadın, başkalarından öğrendin diyebilirlerdi.) buyuruldu.]

6- (Tarihçilere göre, Hz. Muhammed, bir seyahatinde Mi'râc şehri Kudüsü gördü.) diyor. (s. 53)

Halbuki Mi'râc bahsinde, Kudüs'ün Mi'râc şehri olmadığını, Peygamberin Kudüs'e gitmediğini yazıyor. Böylece tenakuza düşüyor ve (Şayet Hz. Muhammed, sorulduğu zaman, Mescid-i aksâ hakkında bir şey söyleyebilmişse 25 yaşındakayken oraları gördüğü için) demek istiyor. (s.92)

7- (Hz. Muhammed, Eliyâdi'nin tek ilâh hakkındaki nutkunu aslâ unutmaz, ba'zân da Lebid ve Ümeyye'nin aynı konudaki mısralarına müracaat ederdi.) diyor. (s.64)

Sanki Hz. Peygamber,. tevhid akidesine âit bütün ilhamını Eliyâdi, Lebid ve Ümeyye'den almış ve sanki tevhid inancı Peygamberimizde bunlar sayesinde uyanmış.

Mescid-i Aksâ Yok mu?

8- Hamîdullah Mi'râcın bedenle olduğunu inkâr etmek için, Mescid-i aksâyı inkâr edip (Kur'ânın inzal edildiği devirde Kudüs'te mescid yoktu.) diyor. (s.94)

Halbuki Buhârî'deki hadîs-i şerîfte, yeryüzünde ilk kurulan mâbedin Mescid-i harâm, ikincisinin ise Mescid-i aksâ olduğu bildiriliyor. Yine Buhârî'deki hadîs-i şerîfte, üç mescid için uzaktan ziyârete gelinebileceğini bunlardan birinin de Mescid-i aksâ olduğu bildiriliyor. Mescid-i aksâ, gökteki Beytül Ma'mur değildir. Çünkü ziyâret için deveye binip de göklere çıkılmaz.

9- Hz. Musâ ile ilgili Kehf sûresindeki hâdise için, (Din kitapları temsiller getirir. Bunların tarihî hâdiseler olması zarûrî değildir.) diyor (s.377)

Kâfirler, (Bu Kur'ân, eskilerin masallarından ibâret) demişlerdi. Eğer Kur'ân-ı kerîmdeki kıssalar, gerçek tarihî hâdiseler olmazsa, masal ve asılsız hikâyelerden ibâret kalır. Muarızların iddiaları doğruluk kazanır. Bu ise, Kur'ân-ı kerîm için -hâşâ-büyük bir hezimettir. O halde, Kur'ânda anlatılan hâdiselerin tarihî hâdiseler olması zarurîdir.

10- Hz. Peygamber ile yahudiler arasında çıkan anlaşmazlıkta hangi tarafın zâlim olduğunu anlamak zor diyor. (s.389)

Müşteşrik gibi konuşuyor, Peygamber tarafı da zâlim olabilir demek istiyor. Böyle ifâdeler tüyler ürperticidir. Zulüm büyük günâhtır. Peygamberler mâsumdur, ismet sıfatları vardır. Peygamber hâşâ zâlim olur, âdil olmazsa, başka kim âdil olur ki?

Mu'cizeyi İnkâr Ediyor

Sadreddin Hoca, Hamîdullahın, Resûlullah Muhammed adlı kitâbı için diyor ki:

1- Hamîdullah, bu kitâbında Peygamber efendimizin nübüvvetten önceki, irhasat denilen, bin senedir yanan mecusilerin ateşlerinin sönmesi, Kisrâ'nın sarayının yıkılması gibi hârikaların Peygamberimizin doğumu ile ilgisini kesmeye çalışıyor. (Müstakbel kahramanın dünyaya gelmesi ile bir alâkası olup olmadığı bir tarafa.) diyor. (s.24)

2- Peygamber efendimizin, ilk vahyini anlatırken, yine samimiyetsizliğinin bâriz örneğini veriyor. Vahyi rü'yâ olarak gösteriyor. (s.49)

Cebrâil aleyhisselâmın ilk gelişi, uykuda, sonrakiler uyanıkken oldu. Vahy hep uyanıkken oldu.

3- (Allah ses ve lisândan ötedir. Kur'ânın Arapça lafızları, Allahın sözünün yerine geçer.) diyor. Halbuki Kur'ânın lafzıda, nazmı da Allahındır. İşte âyet-i kerîmeler: (Ta ki Allahın kelâmını, dinlesin, işitsin.) [Tevbe 6], (Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik.) [Yusüf2]

Allahü teâlâ, ben Kur'ânı Arapça olarak indirdim buyuruyor. Hamîdullah ise, ma'nâ Allahtan, lafızlar ise Peygambere âit diyor. Onun tarif ettiği kudsî hadîstir. O zaman kudsî hadîs ile Kur'ânın bir farkı kalmaz.

4- Mu'cizelerin, tabiat kanûnlarına göre vuku bulduğunu söylüyor. Meselâ Peygamberlerden ayın ikiye ayrılması istendiği sırada, ayın iç yapısında bir patlama meydana geliyor, sonra kendisindeki mevcût çekim kuvvetiyle tekrar birleşiyor diyor. Böylece mu'cizeyi mu'cize olmaktan çıkartıyor. (s.228)

Hamîdullah, İsmâ'îlî mezhebinde, koyu Ehl-i sünnet düşmanı olarak yetişti. İslâmiyyeti sinsice bozmaya, Ehl-i sünnet âlimlerini lekelemeye çalışmaktadır. Sebe' sûresinin 28. âyetinde meâlen (Seni bütün insanlara Peygamber gönderdim) buyurulurken, yalnız müslümanların Peygamberi olduğunu anlatan İslâm Peygamberi isimli kitâbında, (Hz. Muhammed, çocuk iken, süt kardeşinin omuzunu hayat boyu iz kalacak şekilde ısırdı.) diyerek O'nu diğer çocuklar gibi zannediyor. (s.40)

Halbuki, O, süt kardeşini hiç incitmediği gibi, onun haklarına hattâ, sütüne bile saygı gösterir, onun emdiği memeden hiç emmezdi. Halîme Hâtun diyor ki, (O emerken kendi oğlum emmez, O'na saygı gösterirdi. Bu da süt kardeşlerinin O'ndan hiç incinmediklerini, O'nu hep sevip saydıklarını bildirmektedir. O emerken, güzel yüzüne bakmaya dayanamazdım. Konuşmaya başlayınca, ilk olarak Kelime-i tevhîd söyledi. Herşeyi tutarken Bismillah derdi. Çocukların oyunlarına karışmazdı. (Biz oyun oynamak için yaratılmadık.) derdi. Hiç ağlamaz, kimseyi incitmezdi.)

Allahtan Başka Dayanak

Hamîdullah (Öğlenin yakıcı sıcağından korunmak için Abdullah bin Cud'anın duvarının gölgesine sığınırdı.) diyor.(s.48)

Resûlullahın mübârek başı üstünde bulut bulunduğu, O'nunla birlikte gittiği, O'na gölge yaptığı, nübüvvete kadar böylece güneşten muhâfaza olunduğu mu'teber eserlerde yazılıdır. Gölgeye sığınırdı demek, bu mu'cizeye inanmamak olur. Resûlullah, burada gölgelenmek için değil, gölgelenenleri irşâd etmek için oturmuş olabilir.

Ayın ikiye ayrılmasını [yâni Şakk-ul kamer mu'cizesini] âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile bildirildiğini yazmıyor, târihçilerin haber verdiğini yazıyor. Böylece bir mu'cizeyi daha hafife alıyor. (s.82)

Bütün ümitlerini kaybedip ölümle pençeleşen hasta için, artık bunun işi, Allaha kaldı veya Allahtan başka dayanağı kalmadı denir. Hamîdullah da (Önce zevcesi, sonra amcası vefât etti. Mü'minlerin büyük kısmı Habeşistan'da idi. Artık Allahtan başka dayanağı kalmamıştı.) diyor. Resûlullah efendimiz, her zaman ve her işlerinde, yalnız Allahü teâlâya güvenir. Ancak, O emrettiği için sebeplere yapışır. Sebeplere dayanmaz. Sebeplerin yapıcı değil, yardımcı olduklarına inanırlar. Dinimizde, kitap ehli hariç, bütün kâfirlerin, putperestlerin, dinsizlerin kestiği hayvan yenmez. Sebebi de, dinsiz oldukları için. Fakat Hamîdullah, (Müslüman, mecusilerin kestiği hayvanı yemez. Sebebi de mecusiler, hayvanı keserken sağlık kâidelerine çok az yer veriyordu.) diyor. (s.277)

Sağlığa riâyet etseler, kestikleri yenir mi? Hamîdullah'a göre yenir. Dinsiz ile evlenilmez. Fakat Hamîdullah, bunda da sebep olarak dinsizliği değil, hayvan kesmedeki gibi başka sebepleri bildiriyor. (s.277)

Paslı Silsileden Biri

Hamîdullah, A. Ü. İslâmî İlimler Fakültesinde Mi'râc ile ilgili seminer verir. Seminerde Prof Dr. Zeki Çıkman da bulunur. Hamîdullah'la 50 dakika konuşur. Zeki Çıkman'ın aklî ve naklî delilleri karşısında şahitlerin huzûrunda, Hamîdullah "Bu benim şahsı düşüncem" demek mecbûriyetinde kalır. Zeki Beyin, Mi'râc ve Hamîdullah isimli kitâbında yapılan konuşmalar ve cevaplar vardır.

Ahmed Davudoğlu Hoca'da, bu kitâba yazdığı takrizde Hamîdullah'ın paslı silsilenin [din taripçilerinin] son halkalarından biri olduğu, onun Peygamberimiz hakkında yazdığı kitaplarında Kur'ân-ı kerîmin Hz. Cebrâil vasıtasıyle indirildiğine yâni vahy mahsûlü olduğuna dâir bir işâret bulunmadığını kaydettikten sonra Mısır'da çok reformcu gördüğünü, bu bakımdan Hamîdullah'a şaşmadığını, fakat onu bir din yetkilisi gibi kabûl ederek fesat tohumu ekmesine müsâade edenlere çok şaştığını bildirmektedir.

Emânete Hıyânet

Suâl: Bir arkadaş, başka yerdeki arkadaşına vermem için bir kutu çikolata verdi. Yolda çikolataların yarısını yedim. Varınca, çikolataların yarısını yediğimi söyleyip helâllaştım. Habersiz yediğim için günâh oldu mu?

Cevap: Emânete hıyânet etmişsiniz. Helâllaşmadan ölebilirdiniz de. Fakat helâllaştığınıza göre, sadece mekrûh olur. (Hindiyye)

Secdeye Mâni Olmaz

Suâl: Erkeklerin saçları veya takkeleri alnın üstüne gelirse secdeye mâni midir?

Cevap: Saçların veya takkenin alna gelmesi secdeye mâni değilse de tenzîhen mekrûh olur.

La'netlikler

Suâl: Peygamberimizin hiç la'net etmediği söyleniyor. La'nete müstehak olana da mı la'net etmemiştir?

Cevap: Diğer peygamberler, kavimlerine la'net ettikleri hâlde, Peygamber efendimiz la'net etmemiştir. Bir savaşta, kâfirlerin yok olması için duâ etmesini istediklerinde (Ben la'net etmek için, insanların azap çekmesi için gönderilmedim. Ben, herkese iyilik etmek için, insanların huzûra kavuşması için gönderildim.) buyurdu. Nitekim, Kur'ân-ı kerîmde meâlen, (Seni âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik.) buyuruluyor. (Enbiyâ 107) La'nete müstehak olanlara ise la'net etmiştir. Hadîs-i şerîflerde (Allah la'net etsin!) denilen zümrelerden ba'zıları şunlardır:

(Rüşvet alıp verenlere...) [İ. Mâce]

(Eshâbıma söğenlere...) [Hâkim]

(Zekât vermiyenlere...) [Nesâî]

(Ana-babasına la'net edene...) [Müslim]

(Lûtilik yapanlara...) [Beyhekî]

(Erkek kılığına giren kadınlara, kadın kılığına giren erkeklere...) [Buhârî]

(Zâlim âmirlere, açıktan günâh işliyenlere, sünnetimi yıkan bid'atçılara.) [Deylemî]

Daha bunun gibilere la'net edildiğini bildiren hadîs-i şerîfler çoktur. Kur'ân-ı kerîmde de Allahü teâlâ, la'net ettiğini bildiren çok âyet-i kerîme vardır. Meselâ:

(Allahın la'neti kâfirlerin üzerine olsun!) [Bekara 89]

(Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, işte Allahın, meleklerin, insanların hepsinin laneti onlaradır.) [Bekara 161]

Yahudiler la'netleniyor. [Mâide 64]

Üç İhlâs Okumak

Suâl: Sünnet ile farz veya farz ile sünnet arasında konuşmak veya duâ etmek, Kur'ân okumak bid'at mi?

Cevap: (Merâkıl-felâh)ın Tahtâvî hâşiyesinin tercümesi olan Ni'met-i İslâm kitâbının (Nâfile Namazlar) kısmında deniyor ki:

(Farzla sünnet veya sünnetle farz arasında konuşmak sünneti iskât etmez. Lâkin sünnetin sevâbını azaltır. Alâ kavlin sünnet sakıt olmakla iâde olunur. Tahrimeye münâfi olan her amel dahî böyledir, yâni konuşmak gibidir.)

Aynı ifâde (Dürr-ül-muhtâr)da da vardır. Esah olan kavil, sünnet kabûl olmaz, evvelki sünneti tekrar kılmak lâzımdır. Bu ifâde (Dürr-ül-muhtâr)ın arabî aslının 457. ba'zı baskılarında 711. sayfasındadır. Türkçe tercümesinin de 3. cild 40 ve 41. sayfasındadır. İbni Âbidîn hazretleri, (Dürr-ül-muhtâr)ın ifâdesini açıklarken her türlü okumaların da bu hükme girdiğini bildirmektedir. Şu hâlde, sünnet ile farz arasında duâ, sûre veya üç ihlâs okumamalıdır. Hele bunu âdet hâline getirmek bid'atdır. İbâdetlere ilâve yapmak dini değiştirmek olur. Hadîs-i şerîfte, (İbâdetleri bizim gibi yapmıyanlar bizden değildir.) ve (Bizim yaptığımıza benzemiyen her amel, her ibâdet merduddur.) buyuruluyor. Peygamber efendimiz nasıl ibâdet etmişse, mezhebimiz bunu nasıl bildirmişse, o şekilde ibâdet edilir. (Şunu da yapalım, ötekini de ilâve edelim) demek, dinde reform olur. Aslâ câiz olmaz. Sünnet ile farz arasında bir şey okumanın sünneti iskât (iptal) edeceği (Bahr-ür-râık) da da yazılıdır.

İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elfi sânî hazretleri buyuruyor ki:

(Âhir zamanda Hz. Mehdî gelip, dini yayarken ve sünneti diriltirken, bid'at işlemeye alışmış olan Medîne'deki âlim, bid'ati güzel sandığı ve ibâdet olarak yaptığı için, Hz. Mehdî için, "Bu adam bizim dinimizi yok edecektir." diyecektir.) [Müjdeci Mektûblar 255]b

Zeytinden Misvâk

Suâl: Misvâğın erak ağacından yapıldığını yazdınız. Bu ağaç da Türkiye'de yoktur. Başka ağaçtan misvâk yapılamaz mı?

Cevap: Erak ağacından yapılan misvâk diğerlerine tercih edilir. Erak ağacı bulunmadığı zaman zeytinden de yapılır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Mübârek bir ağaç olan zeytinden yapılan misvâk ne güzeldir. O benim ve benden önceki peygamberlerin misvâkıdır.) [Taberânî]

Zeytinden de olsa, misvâk kullanmayı ihmâl etmemelidir. Çünkü misvâk, yaşlanmayı yavaşlatır, gözün görmesini kuvvetlendirir, ağız kokusunu giderir. Daha bir çok faydası vardır. (R. Muhtâr)

Secde-i Tilâvet

Suâl: TGRT'de mukabele okunuyor. Secde âyetlerini dinleyince, secde-i tilâvet gerekir mi?

Cevap: Gerekmez. Fakat Kur'ân-ı kerîmi takip ederken veya dinlerken, siz de sesli olarak okursanız, secde-i tilâvet gerekir. TV'den, radyodan ve teypten duyulan secde âyeti için secde-i tilâvet gerekmez. (M.Erbea)

Namaz ve Sütre

Suâl: Evde namaz kılarken, hanım, dalgınlıkla önümden geçti. Namazım mekrûh oldu mu? Küçük mescidlerde ba'zân namaz kılarken önümden geçiliyor. Bana da günâh oluyor mu?

Cevap: Hanım sizin önünüzden geçmekle namazınıza zarar gelmez. Mescidlerde de direk arkasında veya önde namaz kılarken önünüzden geçen olursa yine size günâh olmaz. Geçenler günâh işlemiş olur. Fakat yol üzerine durmuşsanız size de günâh olur. Onun için namaz kılarken tedbir almak, sütre olacak birşey koymak lâzımdır.

Câmi Resimli Seccâde

Suâl: Üzerinde câmi veya Kâ'be resmi bulunan seccâdede namaz kılmak câiz mi?

Cevap: Üzerinde İslâm yazısı veya bir harfi bulunan seccâdeyi yere sermek tahrîmen mekrûhtur. Böyle seccâdeyi ne maksatla olursa olsun yere sermek mübârek yazı veya harfe hakaret olur. (Hadîka c.2, s.633)

Kâ'be, câmi veya İslâm yazısı bulunan seccâdeyi yere sermek [ona hakaret olacağı için] câiz değildir. Fakat resim bulunan battaniye böyle değildir. İbni Hacer-i Mekkî hazretleri, fetvâsında, (Canlı resmini, hürmet edilen yerlerde kullanmak câiz değildir, hürmet edilmiyen şeyler üzerinde câizdir.) buyuruyor. Battaniye yere serilince onun üzerinde bulunan resme hürmet edilmemiş, hakaret edilmiş olur. Resim secde edilen yerde değilse, böyle resimli battaniye üzerinde namaz kılmakta mahzûr olmaz. Canlı resimleri göbekten yukarıda bulunursa, orada namaz kılmak mekrûh olur. Canlı resmi, basılan, oturulan yerde ise mekrûh olmaz. Namaz kılanın arkasında göbekten yukarıda olursa tenzihen mekrûh olur. (R.Muhtâr)

Şu hâlde canlı resmi bulunan şeyleri yere serince ona hakaret olduğu için namaz mekrûh olmuyor. Kâ'be, câmi resmi bulunan şeyleri yere sermek de ona hakaret olduğu için câiz olmuyor. (S.Ebediyye)

Saç Jölesi

Suâl: Saçımıza sürdüğümüz jöle ve sprey abdesti bozar mı, namaza mâni midir?

Cevap: Jöle ve sprey abdesti bozmaz. İçinde alkol olduğu bilinmiyorsa namaza da mâni olmaz. Üzerinde yazmıyorsa, onun bunun; içinde alkol varmış demesiyle birşey necis olmaz (Hadîka)

Dinsiz Sünnetçi

Suâl: Müslüman sünnetçi bulamazsam, çocuğu kâfir doktora sünnet ettirmem günâh mıdır?

Cevap: Günâh değildir. İhtiyâç hâlinde kâfir doktora muâyene ve tedâvî olmak câizdir. (Hadîka)

Kadın ve İlim

Suâl: Beyimden habersiz, mevlit için, va'z dinlemek için, namaz kılmak için câmiye, komşuların evlerine gitmem doğru mudur?

Cevap: Zarûrî lâzım olan din ilimlerini beyi öğretmiyen kadın, münâsip bir kadın hocadan bunları öğrenebilmek için izinsiz gidebilir. Beyiniz izin verse bile, komşularda yapılan uygunsuz şeyler konuşulan toplantılara gitmenizi tavsiye etmeyiz. Kadınların câmilere de gitmeleri uygun değildir. Birkaç kadının, toplanıp uygun bir ilmihâl kitâbı okumaları çok iyi olur.

Teyp ve Kur'ân-ı Kerîm

Suâl: Kur'ân okumasını bilmiyorum. Bir hocaya Yâsin okutup teybe aldım. Bu teybi babamın kabrine götürüp açıyorum. Teypten okunan Yâsini babama dinletmekle, kendim okumam arasında fark var mıdır?

Cevap: Çok fark vardır. Teypten okunan Kur'ân-ı kerîmin, Yâsin-i şerîfin ölüye faydası olmaz. (M.Erbea)

Kabre Benziyen Ev

Suâl: Namaz kılınan bir evde hiç Kur'ân okunmasa, yâni Kur'ân okumayı bilen hiç kimse olmasa günâh olur mu?

Cevap: Bir evde namaz kılan varsa, o evde Kur'ân-ı kerîm okunuyor demektir. Ezbere okununca da Kur'ân-ı kerîm okunmuş olur. Bir evde ezbere de Kur'ân-ı kerîm okunmuyorsa, o ev kabir gibidir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Evlerinizde Kur'ân-ı kerîm okumayı artırın! Kur'ân okunmıyan evin hayrı azalır, şerri çoğalır, o ev halkına darlık gelir.) [Dâre kutnî]

Evde Mukabele

Suâl: Muayyen özrü zuhur eden kadın, evde kocasının, oğlunun veya kızının okuduğu Kur'ân-ı kerîmi, mukabeleyi dinliyebilir mi?

Cevap: Kur'ân-ı kerîme dokunmamak şartı ile mukabele dinlemekte mahzûr yoktur. Ancak özürlü kadın, mukabele dinlemek için câmiye gidemez. Câmiye girmesi harâm olur. Hattâ câmiye abdestsiz de girilmez. (Mevkûfât)

Da'vete İcâbet

Suâl: Ziyâfetlere, da'vetlere, meselâ düğün yemeğine gitmek vâcib mi, sünnet mi?

Cevap: (Buhârî)deki hadîs-i şerîfte, (Da'vete icâbet etmiyen, Allah ve Resûlüne isyân etmiştir.) buyuruluyor. Âlimler bu hadîs-i şerîfi açıklamış, her çeşit da'vete icâbet etmenin vâcib değil, sünnet olduğunu bildirmişlerdir. (Menâhic-ül-ibâd)

Düğün yemeğine çağırılınca gitmek de sünnettir. Ba'zı âlimler vâcib demişlerdir.


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...