5/02/2010

avrupa medeniyeti risale

AVRUPA BİRLİĞİ VE MEDENİYETİ YERİNE


İSLAM BİRLİĞİ


TAKDİM
Avrupa Birliğine girmek hususunda, müslümanlar tarafından muhtelif fikirler ileri sürülmektedir. Bizler şahsi kanatımızı beyan etmek yerine Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin telif etmiş olduğu Risale-i Nur Külliyatından tesbit edebildiğimiz yerleri nazara vereceğiz. Herkes is­tediği gibi şahsi görüş, kanaat beyan edebilir. Fakat Risale-i Nur adına, Bediüzzaman Hazretleri namına konuşurken dikkat etmek mecburiyeti vardır. Evvelâ samimi olarak inandıktan sonra, bütün Külliyatın nazara alınması gerekmektedir. Bir tek bahsi ele alıp da hüküm çıkarmaya gidenler hem aldanır hem aldatır­lar.


Bu çalışmamızda biz meselenin bütün yönlerini ortaya koymaya çalışacağız. Konumuz olan Avrupa Birliği’ne dahil olmanın mahiyeti nedir? Zararı nedir? Kârı nedir? Bütün bu hususlar, müsbet ve menfî yönleriyle ele alınacaktır.


İkinci kısımda ele alınacak konu ise Müslümanın gönlünde, fik­rinde devamlı olması gereken İslâm Birliği düşüncesidir. Maalesef bu düşünce ve büyük hedef, gerek müslümanların yazdığı kitaplarda, gerekse basın yayın kuruluşlarında, radyo ve tv lerde hiç bahsedilmemekte veya nadiren ele alınmaktadır. Bu mesele yani İslâm dünyası­nın istiklâliyet sebebi olan İslâm Birliği mevzuu adeta unutturulmak isteniyor gibi bir manzara görünüyor. Halbuki Risale-i Nur Külliyatında, memleketimizin haricî meselesi olarak İslâm Birliği, çokça nazara verilmiş ve "farz-ı ayn" diye hüküm­lendirilmiştir.


BİR TAVZİH
Eğer denilse ki, Avrupa ve Avrupa Birliği gibi mese
leler, siyasî, içtimaî ve dünyevî meselelerdir. Risale-i Nur’un vazifesi ise uhrevî, imanî ve manevîdir. Avrupa Birliği gibi dünyevî meselelerle meşgul olmak, Nurculuk mesleğine aykırıdır. İlh...


Her meselede olduğu gibi, bu sualin cevabını da yine Risale-i Nur’dan bulmalıyız. Evet, Avrupa’dan gelen ve getirilen bid’alardan, dalâletlerden, dünyaperestlik ve sefahetlerden insanları ikaz ve irşad etmek ve def-i mefasid kaidesiyle medeniyet-i sefihenin çirkinliğini ve sefih medeniyet taraftarı olan cereyanların İslâm dünyasına karşı düşmanlıklarını gösterip o câzibedar sefahetlerden nefret verdirip insanları kurtarmak, Risale-i Nur’un ehmmiyetli bir vazifesidir. Çünkü ahirzaman fitnesinin tahribatını tamir etmek asrın müceddidine aittir. Evet, Risale-i Nur külliyatının muhtelif yerlerinde Risale-i Nur’un vazifelerini beyan eden çok ifadeler vardır.


Ezcümle Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:


«Bugünlerde, manevî bir muhaverede[1] bir sual ve cevabı dinledim. Size, bir hülâsasını beyan edeyim:


Biri dedi: Risale-i Nur'un iman ve tevhid için büyük tahşidatları ve küllî teçhizatları[2] gittikçe çoğalıyor. Ve en muannid bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken, neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?


Ona cevaben dediler: "Risale-i Nur, yalnız bir cüz'î tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kal'ayı[3] tamir ediyor. Ve yalnız hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen[4] müfsid âletler ile dehşetli rahnelenen[5] kalb-i umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun ve bahusus avam-ı mü'minînin istinadgâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılması ile bozulmağa yüz tutan vicdan-ı umumîyi,[6] Kur'an'ın i'cazıyla ve geniş yaralarını Kur'anın ve imanın ilâçları ile tedavi etmeğe çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakîn derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hâsiyetinde mücerreb[7] ilâçlar ve hadsiz edviyeler[8] bulunmak gerektir ki; bu zamanda Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın i'caz-ı manevîsinden çıkan Risale-i Nur o vazifeyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişafata medardır." diye uzun bir mükâleme[9] cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim. Kısa kesiyorum.» (Kastamonu Lâhikası sh: 30)


Yine bu geniş dairede bid’atların tamiri hakkında bir beyanda şöyledir:


Evet, «Hazret-i Mehdi'nin cem'iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin[10] tahribatçı rejim-i bid'akâranesini[11] tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek; yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (A.S.M.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cem'iyetinin mu'cizekâr manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak.» (Mektubat sh: 441)


Keza meşhur Beşinci Şua ve Onikinci Söz’ün 1, 2, 3, esasları ve ve Otuzuncu Söz’ün Birinci Maksadı olan Ene bahsinde Felsefenin mahiyeti, Yirmidokuzuncu Mektub’un Es’ile-i Sitte Risalesi ve İşarat-ı Seb’a, Onyedici Lem’a’nın 5. ve 7. Notaları, Yirmiikinci Lem’a ve Ondördüncü Şua’daki mahkeme müdafaaları gibi daha pek çok bahis ve kısımlar, âhirzaman fitnesi ve ehl-i dünya ve menfî Avrupaya karşı ümmeti ikaz ve irşad eden bahisler büyük bir yekün teşkil eder.


Risale-i Nur’un haslar dairesi bu geniş dairelerle bilfiil meşgul olmaz, fakat ihtiyaca göre bu ders ve ikazları ehline bildirir ve dersler yaparlar ve tebliğde bulunurlar.


Evet Bediüzzaman Hazretleri bu vazifeye haslar dairesini tevkil etmiştir. Bir mektubunda diyor ki:


«Şiddetli hastalık ve sair sebeblerin tesiriyle ben Nurcu kardeşlerimle konuşamadığımdan ve o musahabeden[12] mahrum kaldığımdan benim bedelime sizler ve Risale-i Nur'un Kur'an medresesinde Yeni Said'e verdiği ders ve Eski Said'in de Hutbe-i Şamiye ve zeyilleri gibi hayat-ı içtimaiye medresesinde aldığı dersleri ve konuşmaları bu bîçare kardeşiniz bedeline, müştak olduğum kardeşlerimle benim yerimde konuşmalarını tevkil ediyorum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 109)


Mezkür Hutbe-i Şamiye eseri hakkında da şöyle diyor:


«Demek bu pek ehemmiyetli ders, zamanı geçmiş eski bir hutbe değil, belki doğrudan doğruya 1327'ye[13] bedel, 1371'de[14] ve Câmi-i Emevî yerine âlem-i İslâm câmiinde üçyüz yetmiş milyon bir cemaate hakikatlı ve taze bir ders-i içtimaî ve İslâmîdir, diye tercümesini neşretmek zamanıdır tahmin ederim.» (Hutbe-i Şamiye sh: 6)


İşte mezkûr tavsiye mektubu ve Hutbe-i Şamiye. İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi ve Münazarat gibi eserleri ihtiyaca göre nazarlara arz etmek vazifesi ve Nur’un hizmet hayatında devam etmiş olan bu mânâdaki tatbikat, geniş daireye bakan tebliğ vazifesinin meşruiyetini gösteriyor.


Keza Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur’un, nâşir, hâmi, sahib, vâris, muhafız, bekçi, nöbetçi, Genç Said gibi tavsifatla nazara verdiği has dairesindeki hizmet heyetinin muarızlara karşı Nur’u koruyacakları gibi, ikaz, irşad ve tebliğ hizmetleri de vazifeleridir.


Mezkûr vasıflarla yapılan tavsifler, yayınlarımız arasında bulunan «İman-Hayat-Şeri’at» broşürün 126. Parağrafından 138. Parağrafına kadar kısmen ve «Risale-i Nur’dan Derlemeler Neşriyatı» kitabında ise tafsilatlı şekilde tesbitlidir.


AVRUPA’NIN FİKİR DÜNYASI VE YAŞAYIŞINDAN YAYILAN TESİRLER
Bediüzzaman Hazretleri, bugünkü medeniyetin menşei Avrupa felsefe­si olduğunu ve Kur’anla çatıştığını anlatırken diyor ki:


«Medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hik­met-i beşeriyeyi,[15] hikmet-i Kur’anla[16] yirmibeş aded Sözlerde mizan­larla iki hikmetin müvazenesinde, hikmet-i felsefiye âcize[17] ve hikmet-i Kur’aniyenin[18] mu’cize olduğu kat’iyetle isbat edil­miştir.» (Sözler sh: 411)


1919 yılında Osmanlı’nın mağlubiyeti, dolayisiyle İslâm’ın en güçlü koruyucusunun mağ­lup edilmesi üzerine çok çeşitli ızdıraplar yaşanmıştır. Bir manevî mecliste olan konuşmaları ve sorulan sualleri Bediüzzaman Hazretleri nakletmiş ve “Sünuhat” isimli risalede kaleme almıştır. Bu vesile ile Avrupa medeniyeti üzerine görüşlerini beyan etmiş bulunmaktadır.


İslâm Dünyasının batı me­deniyetini kendi isteği ile kabul edemeyişinin sebeplerini anlatan Said Nursi Hazretleri der ki:


Evet, «Şu medeniyet-i habise ki,[19] biz ondan yal­nız zarar gördük. Ve nazar-ı şeriatta merdud[20] ve seyyiatı hasenatına galebe[21] ettiğinden; maslahat-ı beşer fetvasıyla men­suh[22] ve intibah-ı beşerle mahkûm-u inkıraz,[23] sefih, mütemerrid, gaddar,[24] manen vahşi[25] bir medeniyetin himayesini Asya'da de­ruhde edecek idik.[26]


Meclisten biri dedi:


–Neden Şeriat şu medeniyeti* reddeder?


Dedim:


–Çünki beş menfî esas üzerine teessüs[27] etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir.[28] O ise şe'ni, tecavüzdür.[29] Hedef-i kasdı, menfaattır.[30] O ise şe'ni, tezahümdür.[31] Hayatta düsturu ci­daldir.[32] O ise şe'ni, tenazu'dur.[33] Kitleler mabeynindeki rabı­tası,[34] âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyet­tir.[35] O ise şe'ni, böyle müdhiş tesadümdür.[36] Cazibedar hiz­meti,[37] heva ve hevesi teşci'[38] ve arzularını tatmin ve meta­libini teshildir.[39]


O heva ise şe'ni,[40] insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir,[41] insanın mesh-i manevîsine[42] sebeb olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir.


İşte onun için bu medeniyet-i hazıra,[43] beşerin yüzde seksenini meşakkate şekavete[44] atmış; onunu mümevveh saadete[45] çıkarmış, diğer onu da beyne-beyne[46] bırakmış. Saadet odur ki, külle ya eksere saadet ola.[47] Bu ise ekall-i kalilindir.[48]» (Sunühat İşarat Tuluat sh: 39)


«Evet, Avrupa’nın medeniyeti fazilet ve hüda[49] üs­tüne tesis edilmediğinden, belki heves ve hevâ,[50] rekabet ve tahakküm[51] üzerine bina edildiğinden, şim­diye kadar medeniyetin seyyiatı hasenatına galebe[52] edip ihtilâlci komitelerle kurtlaşmış bir a­ğaç hükmüne girdiği cihetle, Asya medeniyetinin galebesine[53] kuvvetli bir medar, bir delil[54] hük­mün­dedir. Ve az vakitte galebe edecektir.» (Hutbe-i Şamiye sh: 36)


YENİ ALDATMALARA DİKKAT!
Daha asrın başlarında Avrupa’nın mahiyetini açıklayan Bediüzzaman Hazretlerini, Avrupa’nın sebep olduğu iki dünya harbi ve her tarafta mazlum milletlere yapılan zulümler tasdik etmiştir. şimdi yine insan-sever (hümanist) gibi görünüp yeni bir asırda bir daha oyalamak iste­mektedir.


Bugün hayatın bütün sahalarında yaşanan Batı Medeniyetinin kurallarıdır.(!) Bu cemi­yette kim ne kadar mutlu ki, daha da bu Batı hayatına gi­receğiz? Onların kendi dünyevî ra­hatları ise ken­dilerinedir. Bediüzzaman Hazretleri Avrupa medeniyetinin menfî tesirlerini şöyle ifade eder:


«Amma şu zamanda, medeniyet-i Avrupa’nın ta­hak­kümüyle, felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla,[55] şerait-i ha­yat-ı dünyeviyenin[56] ağırlaşmasıyla, efkâr[57] ve kulûb[58] dağıl­mış, himmet ve inayet inkısam etmiştir." (Sözler sh: 481)


Avrupa kendi topluluğundaki küçük bir azınlığa dahi dünyevî bir mutluluk getirirken bü­tün insanlığa çeşitli zararlar vermiştir. Asrımızın başla­rında Bediüzzaman Hazretleri Avrupaya şöyle hitab eder:


«Ey beşeri ifsad eden müfsid Avrupa! Beşerin ba­şına getirdiğin binler belâlardan birtekini söylüyo­rum, dinle!» (Nur’un İlk Kapısı sh: 85) diyerek insanlığa verdiği za­rarları etraflıca anlatır.


Evet, Avrupalı filozoflar müslümanların inancını hedef almış ve hücum etmişlerdir. İman hakikat­ları nok­tasında Avrupa filozoflarının verdikleri zararlardan ikaz eden bahsin bir kısmında deniliyor ki:


«İmana karşı gelen kâfirlerin ve münkirlerin kesretinin ve zâ­hiren çokluğunun kıymeti yoktur. Ve mü’minin yakî­nine[59] ve imanına hiç tereddüd vermemek lâzım iken; bu asırda Avrupa feylesoflarının nefy[60] ve inkârları, bir kısım bedbaht meftunlarına[61] tereddüd verip yakîn­lerini izale[62] ve saadet-i ebediyelerini[63] mahvetmiş.» (Şualar sh: 101) herkes birfleyler söylemektedir.


Nakledilen açıklamalarda görüldüğü üzere Avrupa’dan uzak durmayı telkin eden ikazlara rağmen onlarla hayat birliğine ve onların sosyal ve hukuki prensip ve kanunlarını taklid etmeye cevaz göstermek, Risale-i Nur Külliyatındaki anlatılanlara ters düşmek demektir.


Avrupalılar sadece bu asırda değil, bilhassa İslâmiyetle ve Kur’an hakikatlarıyla asırlardır uğ­raşmış­lardır. 5-6 Asır süresince devam eden Birleşik Haçlı Seferleri, Avrupa’nın İslâma ve müslümanlara düşmanlığı neticesiydi. Fakat geçmiş asırlarda dini itirazları fazla revaç bulmamıştı. Asrımızda ise Kur’anı ko­ruyan kalelerin yı­kılmasıyla Avrupa bütün kinini kusarak İslâm dünyasına materyalist felsefe ile hücum ediyor. Fakat Cenab-ı Hak dinini korumak için Risale-i Nur Hizmetini ihsan ederek milletin imdadına göndermiştir.


Bu hakikata Üstad Hazretleri şöyle işarat eder:


«Risale-i Nur’un gayet hârika bir cüz’ü olan “Âyet-ül Kübra” risalesinin beyanı vechiyle: Madem bin seneden beri iman ve Kur’an aleyhinde teraküm eden[64] Avrupa feylesoflarının itirazları ve şübheleri yol bulup ehl-i imana hücum ediyor.» (Nur Çeşmesi sh: 176)


İşte Risale-i Nur’da, Avrupa’nın gaddarcasına olan İslâm düşmanlığı bu tarzda nazara verilip, İslâm Dün­yasının Avrupa’ya karşı uyanık olması isteniyor.


Kur’andan aldığı dersle müslümanlara istika­meti gösteren Bediüzzaman Hazretleri, Avrupa’nın müsbet ve menfi olarak iki sınıf olduğunu nazara vererek müslü­mana hissilikten uzak kalması dersini vermiştir. Şimdi bakalım şu anda Avrupada ha­kim olan zihniyet hangisi­dir? İsevîliğin hakiki dini mi, hükmediyor? Bunun cevabı aşağıda açık şekilde veriliyor. Şöyle ki:


«Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir. Birisi, İsevîlik din-i hakikîsinden aldığı feyizle hayat-ı içtimaiye-i beşe­riyeye nâfi[65] san’atları ve adalet ve hakkani­yete hizmet eden fünunları takip eden bu birinci Av­rupa’ya hitap etmiyorum. Belki, felsefe-i tabi­iye­nin zulmetiyle,[66] medeniyetin seyyiâtını me­hâsin zannederek[67] beşeri sefâhete ve dalâlete[68] sevk eden bozulmuş ikinci Avrupa’ya hitap ediyorum. Şöyle ki:


O zaman, o seyahat-i ruhiyede, mehâsin-i me­deniyet[69] ve fünun-u nâfiadan[70] başka olan mâlâyâni ve muzır felsefeyi ve muzır ve sefih medeniyeti elinde tutan Avrupa’nın şahs-ı mânev­îsine karşı demiştim:


Bil, ey ikinci Avrupa! Sen sağ elinle sakîm ve dalâletli bir felsefeyi[71] ve sol elinle sefih ve muzır bir medeni­yeti[72] tutup dâvâ edersin ki, “Beşerin saadeti bu ikisiyledir.” Senin bu iki elin kırılsın ve şu iki pis hediyen senin başını yesin ve yi­yecek!..


...Ey sefahet ve dalâletle bozulmuş ve İsevî dinin­den uzaklaşmış Avrupa! Deccal[73] gibi birtek gözü taşıyan kör dehân[74] ile ruh-u beşere bu cehennemî hâleti hediye ettin. Sonra anladın ki, bu öyle ilâç­sız bir illettir ki, insanı âlâ-yı illiyyînden[75] esfel-i sâfilîne[76] atar, hayvânâtın en bedbaht dere­cesine indirir. Bu illete karşı bulduğun ilâç, muvakkaten iptal-i his[77] hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyu­tucu hevesat ve fantaziyele­rindir. Senin bu ilâcın, senin başını yesin ve yiyecek!»(L.sh: 115)


Böyle dehşetli ifsat hayatına karışmak için kapı açmak, İslâm milletini nereye doğru iter?


Bediüzzaman Hazretleri iman ve küfür mukayese­sini yaptığı eserinin son kısmında Avrupa hakkında şöyle der:


«İşte, binden bir nümune olarak, dehâ-yı felsefî­nin[78] ve hüdâ-yı Kur’ânînin[79] verdikleri derslerin de­recelerine bak. Evet, iki tarafın hakikat-i hali, sa­bıkan beyan edilen tarzla gidiyor. Fakat hidayet ve dalâlette insanların dereceleri müte­favittir,[80] gafletin mertebeleri de muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikati tamamıyla hissedemez. Çünkü gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elîm ele­min acı­sını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdüyle[81] ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla[82] o gaflet perdesi parçalanıyor. Ecnebîlerin tâğutla­rıyla[83] ve fünun-u tabiiyeleriyle[84] dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere[85] bin­ler nef­rin ve teessüfler!






Ey bu vatan gençleri! Frenkleri[86] taklide çalışma­yınız. Âyâ,[87] Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâ­vetten[88] sonra, hangi akılla onların sefahet ve bâtıl efkâr­larına ittibâ edip[89] emniyet ediyorsunuz?


Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların sa­fına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz.


Âgâh olunuz ki,[90] siz ahlâksızcasına ittibâ et­tikçe, hamiyet[91] dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu surette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaf­tır[92] ve millete bir istihzâdır.[93]» (Lem’alar sh: 120)






AVRUPA’NIN ZENGİNLİĞİ NEYE DAYANIYOR?
Avrupa’nın dünyanın diğer bütün kıt’alarında, esaret altına aldığı o milletlerin mallarını ve servetlerini çalarak ve gasp ederek servet sahibi olduğunu beyan eden Bediüzzaman Hazretleri der ki:


«Âyâ,[94] zanneder misin, bu milletin fakr-ı hali din­den gelen bir zühd[95] ve terk-i dünyadan gelen bir tembellikten neş’et edi­yor? Bu zanda hata ediyor­sun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hintteki Mecusî ve Berâhime ve Afrika’daki zenciler gibi, Avrupa’nın tasallutu[96] altına giren milletler bizden daha fakirdirler? Hem görmü­yor musun ki, zarurî kuttan[97] ziyade Müslümanların elinde bırakılmıyor? Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları,[98] desiseleriyle[99] ya çalar veya gasp ediyor.» (Lem’alar sh: 122)


Bediüzzaman Hazretleri, Avrupa’nın bizim toplumumuzda aşıladığı bazı fikirler sebebiyle bir kısım kimselerin İslâmiyetten soğumasına sebeb ol­duklarını beyan eder. Hatta kendilerinin ilerle­melerini ve müslümanların geri kalmalarını, kendi üstünlüklerini baskı olarak kullanmak istediğini açıklar.


Said Nursi Hazretleri ise bu telkinlere karşı müs­lümanları ikaz eder ve der ki:


«Ey Müslüman! Biri maddî, biri mânevî, Avrupa rüçhanı­nın iki sebebinin şu netice-i müthişiyle, o neticenin tesir-i muhar­ribanesine[100] karşı, mevcudi­yetimizin hâmisi[101] olan İslâmiyetten elini gevşetme, dört elle sarıl. Yoksa mahvolur­sun!» (Sünuhat Tuluat İşarat sh: 60)


Avrupanın maddî açıdan ilerlemesinin iki sebebi olduğunu beyan eden Bediüzzaman Hazretleri, bunun biri, Avrupa'nın maddi yani coğrafî vaziyeti, diğeri ve en mühimi ise yardımlaşma sırrına dayanan istinad noktasıdır der:


«İşte o nokta-i istinad her taraftan ellerini uzatan dindaş­larının uruk-u hayatına[102] kuvvet vermeye ve İslâmların en can alacak damarlarını kesmeye her vakit amade ve dessas, medenî engizis­yon taassubu[103] ile, maddiyyunun dinsizliği ile yoğrulmuş ve medeniyetlerinin galebesi ile mest-i gurur ol­muş[104] bir müsel­lah[105] kitlenin kışlası veya büyük bir kilisesi olan Avrupa’nın medeniyetidir.


Görülmüyor mu ki, en hürriyetperver maskesini takan,[106] (İ.G.) elini uzatıp arıyor. Nerede Hıristiyan bulsa hayat veri­yor. İşte Habeş, Sudan. İşte Tayyar, Artuşi. İşte Lübnan, Huran. İşte Mal Sur ve Arnavut. İşte Kürd ve Ermeni, Türk ve Rum ilâ âhir.» (Sünuhat Tul. İşarat sh: 60)


AVRUPA EDEBİYATININ TAHLİLİ
Edebiyat sahasında Avrupanın durumu ve yayın sahasında, romancılığın, tiyatronun ve si­nemanın, Avrupanın tesiriyle cemiyet hayatını nasıl bozduğunu Risale-i Nur Külliyatında açık şekilde anlatılır.


Avrupa’nın manevî tahribatının vesilelerinden biri de “güzellik ve aşk, kahramanlık, hakikatı tasvir edip canlandırmak” olarak ifade edilen ve bu üç sahada işleyen edebiyatı, menfi cihette ve neşir organlariyle yaptığı ve yaptırdığı ifsadattan insanları ikaz eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:


«Avrupa’dan tereşşuh etmiş[107] şu hazır edebiyat ro­man­vâri nazarla, Kur’ân’da olan letâif-i ulviyet,[108] mezâyâ-yı haş­meti[109] göremez, hem tadamaz.


Kendindeki mihengi[110] ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelân;[111] onlar içinde gezer, haricine çıkamaz.


Ya aşkla hüsündür,[112] ya hamâset ve şehâmet,[113] ya tasvir‑i hakikat.[114] İşte yabanî edepse,[115] hamâset[116] noktasında hakperest­liği etmez.


Belki zalim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışla­makla kuvvet­perestlik hissini[117] telkin eder. Hüsün ve aşk nokta­sında, aşk-ı ha­kikî bilmez.


Şehvet-engiz[118] bir zevki nefislere de zerk eder.[119] Tas­vir‑i hakikat maddesinde, kâinata san’at-ı İlâhî suretinde bakmaz,


Bir sıbga-i Rahmânî[120] suretinde göremez. Belki ta­biat nok­tasında tutar, tasvir ediyor; hem ondan da çıkamaz.


Onun için telkini aşk-ı tabiat olur.[121] Maddeperestlik hissi, kalbe de yerleştirir; ondan ucuzca kendini kurtaramaz.


Yine ondan gelen, dalâletten neş’et eden ruhun ıztırâbâ­tına, o edepsizlenmiş edeb müsekkin,[122] hem münevvim,[123] ha­kikî fayda vermez.


Tek bir ilâcı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayy-ı meyyit,[124] sinema gibi bir mütehar­rik emvat.[125] Meyyit hayat veremez.


Hem tiyatro gibi tenasuhvâri,[126] mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.


Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insa­nın yü­züne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlüfte fistanını[127] giy­dirmiş, hüsn-ü mücerred[128] ta­nımaz.


Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktrisi kàrie ihtar eder.[129] Zahiren der: “Sefahet fenadır, insan­lara yakışmaz.”


Netice-i muzırrayı[130] gösterir. Halbuki sefahete öyle mü­şevvikane bir tasviri[131] yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.


İştihayı kabartır, hevesi tehyiç eder,[132] his daha söz dinle­mez.


.........


Avrupazâde edepse,[133] fakdü’l-ahbaptan,[134] sahipsizlik­ten ne­ş’et eden gamlı bir hüznü veriyor; ulvî hüznü veremez.


Zira sağır tabiat, hem de bir kör kuvvetten mül­hemâne[135] aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdar. Âlemi bir vahşetzar[136] tanır; başka çeşit göstermez.» (Sözler sh: 737)


İşte böyle nefsinin isteklerinin taparcasına esiri olmuş Avrupa’nın -şimdiye kadar ki taklidinden doğan münasebetlerden- böyle zararları gözler önünde iken, resmî beraberlik halinde olunca neticenin ne olacağı aşikâr değil mi? Yüz yıldır, milyonlar müslüman evladının imansız ve şüpheler içinde ölmesine sebeb olan Avrupa Felsefesi ve Medeniyeti, 1000 yıllık İslâm Ordusu olan Türk Milletine nasıl önder ve ışık olabilir?




AVRUPA ASLINDA IRKÇIDIR
a) Avrupanın ırkçılık anlayışı ve bunu İslâm dün­yasına aşılamaya çalışması hakkında Bediüzzaman Hazretleri şöyle der:


«Ben[137]«^Å[¬V¬;@«D²7!ö«^Å[¬A«M«Q²7!ö¬aÅA«%ö­^Å[¬8«Ÿ²,¬ž²!«öferman-ı kat’îsiyle, eski zamandan beri menfi milliyet[138] ve unsuriyetperver­liğe,[139] Avrupa’nın bir nevi firenk illeti[140] olduğun­dan, bir zehr-i katil[141] nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o fi­renk il­letini İslâm içine atmış, tâ tefrika[142] versin, parça­lasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştı­ğımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyor­lar.» (Mek. sh: 64)


«Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp onları yutsunlar.» (Mektubat sh: 322)


b) Birinci Cihan Harbinin sebebi Avrupa’nın ırk­çı­lık anlayışıdır:


«Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini[143] çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden[144] başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müt­hişe dahi, menfi milli­yetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gös­terdi.» (Mektubat sh: 323)


c) Irkçılık fikriyle bu millete ve vatana hizmet edeceğine inananlara Risale-i Nur der ki:


«Bü­yük ejderhalar hükmünde olan Avrupa’nın doy­mak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir za­manda onlara ehemmiyet vermeyip, belki mânen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle şark vilâyet­lerindeki vatandaş­lara[145] veya ce­nup tarafın­daki din­daşlara[146] adâvet besleyip onlara karşı cep­he almak, çok zararları ve mehâli­kiyle[147] beraber, o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur’­ân nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur.


İşte o dindaşlara adâvet[148] ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ân’a doku­nur. İslâmiyet ve Kur’ân’a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve ha­yat-ı uh­reviyesine bir nevi adâvettir. Hamiyet namına[149] ha­yat-ı içti­maiyeye hizmet edeyim diye iki hayatın temel taşlarını harap et­mek, hamiyet değil, ha­mâkattir![150]» (Mektubat sh: 323)


Evet, ırkçılık anlayışı, İslâm dünyasının selamet ve istiklâliyetinin dayanak noktası olan İslâm Birliğinin teşekkülüne mani olur, Müslümanları biribirine düşman eder ve çoğu kere de etmiştir.


d) Kur’an’ın İslâm bayraktarlığını yapan Türk Milletine işareti ve mesajı:


«İşte, ey ehl-i Kur’ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri, bin senedir Kur’ân-ı Hakîmin bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyup Kur’ân’ı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’ân’a ve İslâmiyete kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş te­hâcümâtı def ettiniz.[151]





ö«w[¬X¬8ÌY­W²7!ö]«V«2ö¯^Å7¬)«!ö­y«9xÇA¬E­<«:ö²v­ZÇA¬E­<ö¯•²x«T¬"ö­yÁV7!ö]¬#²@«<


[152] ¬yÁV7!ö¬u[¬A«,ö]¬4ö«–:­G¬;@«D­<ö«w<¬h¬4@«U²7!ö]«V«2ö¯?Åi¬2«!


âyetine güzel bir mâsadak[153] oldunuz. Şimdi Avru­pa’nın ve frenk-meşrep[154] münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba mâsadak[155] ol­maktan çe­kinmelisiniz ve korkmalısınız.» (Mektubat sh: 323)


Burada bahsolunan ayetin evveli, irtidadı ifade eder. Yani İslâmiyete girdikten sonra dinden ayrılıp başka bir anlayış ve yaşayış tarzına dönüş yapmaktır ki, en dehşetli bir felâket ve helâkettir.


Evet, «Mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyetten elini gevşetme, dört elle sarıl; yoksa mahvolursun.» (Mektubat sh: 471)


KADERİN HÜKMÜ VE TAKLİTÇİLİK
Batılılaşmanın en rahat tatbikata konulduğu devre olan 1930’lu yıllarda, Bediüzzaman Hazretleri, gerekli ikaz ve tesbitleri yapmıştır. Bu tesbitlerini nazara al­mayanlar sonunda maskara olmayı göze almalılar. O yıllarda yazmış olduğu bir risalesinde şöyle der:


«Avrupa’yı her cihetle taklit ederek, hattâ çok mu­kaddesatları o yolda feda ederek hareket ediyorlar. Halbuki her milletin kamet-i kıymeti[156] başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı ayrı olmak lâzım gelir. Bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar ho­caya tango bir kadın libası giydirilmediği gibi, körü kö­rüne taklit dahi çok defa maskaralık olur. Çünkü,


Evvelâ: Avrupa bir dükkân, bir kışla ise, Asya bir mez­raa,[157] bir cami hükmündedir. Bir dükkâncı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti bir ol­maz.


Hem ekser enbiyanın Asya’da zuhuru,[158] ağleb-i huke­manın[159] Avrupa’da gelmesi, kader-i ezelînin[160] bir remzi,[161] bir işaretidir ki, Asya akvâmını intibâha[162] getirecek, terakki ettirecek, idare ettirecek, din ve kalbdir. Felsefe ve hikmet ise din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.» (Mektubat sh: 324)


Bu kısımda da Avrupa ile İslâm dünyası, aynı anlayış ve yaşayışta olmadıkları ve olmayacaklarına dikkat çekiliyor.


MASKELİ AVRUPA’NIN GERÇEK YÜZÜ
Avrupa’nın gerçek yüzü ve bizdeki taraftarlarının mahiyeti:


«İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden[163] sakınmak için, şu mahrem zeyil yazılmıştır. Yani, “Tuh o asrın gayretsiz adamla­rına!” denildiği zaman yüzümüze tükürükleri gelme­mek için ve­yahut silmek için yazıl­mıştır. Avrupa’nın in­saniyetperver maskesi[164] altında vahşî reislerinin[165] sa­ğır kulakları çınlasın! Ve bu vic­dansız gaddarları bize musallat eden o insafsız za­limlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüz bin cihette “Yaşasın Cehennem” dedirten mim’siz me­deniyetperestlerin[166] başlarına vurulmak için yazıl­mış bir arzuhaldir.» (Mektubat sh: 429)






HAKİKİ MÜRTECİ KİMDİR?
Bu memleketin gerçek sahiplerini devre dışı bı­ra­karak âdetâ “el çabukluğu marifet” iyle birde suçlu du­ruma düşürmeye çalışan zındık dinsizleri tesbit eden ve Müslümanları ikaz eden Said Nursi Hazretleri şöyle der:


«Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat’iyen gördüm ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviliğin bir kanun-u esasîsine irticaa[167] çalışan ve hamiyet maskesini[168] başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile;[169] ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle[170] değil dini siya­sete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi’ yap­makla;[171] tâ İslâmiyet’in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz mil­yon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım, zalim Avrupa’nın dilenciliğinden kur­tulmak için çalışanlara, pek haksız olarak irtica[172] damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri,[173] yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlık­tır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 81)


AVRUPA KANUNLARINDAN MEDET UMMAK YANLIŞTIR !
Evrensel hukuk adı altında! Avrupa ve Dünya ile beraber olacağız diye sahte tuzaklara düşen Müslüman­ları, Bediüzzaman Hazretleri şiddetle ikaz eder ve kendi şeriat kanunlarımıza dikkati çekip der ki:


«Onüç asır evvel Şeriat-ı Garra teessüs ettiğinden,[174] ah­kâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinayettir ve şimale müteveccihen[175] namaz kılmak gi­bidir.» (Hutbe-i Şamiye sh: 89)


«Kâfirler, hususan Avrupalılar ve bilhassa İngiltere şeytanları ve Firenk iblisleri, müslümanlara ve ehl-i Kur’ana ebedî can düşmanı ve daimî muannid hasım­lardır.»[176] (B. Mesnevi-i Nuriye: 179)


«Bil ey müslüman! Kâfirlerin medeniyetiyle mü'minlerin medeniyeti arasında fark budur ki:


Kâfirlerin medeniyeti; dış içe, iç dışa çevrilmiş bir vahşet-i mahzadır.[177] Zâhirîsi süslü püslü, bâtınîsi çirkin ve pistir. Sureti me'nus, sîreti muvahhiştir.[178]


Amma mü'minlerin medeniyeti ise bâtını zâhirinden[179] daha a'lâ ve ahsendir.[180] Manası, suretinden daha tam ve kâmildir. İçinde bir ünsiyet, bir sevgi, bir muavenet saklıdır.


Bunun sırrı budur ki: Mü'min, sırr-ı iman ve tevhid ile bütün kâinatın mevcudatı arasında bir uhuvvet[181] ve eczaları mabeyninde -hususan Benî-Âdem arasında ve bilhassa müslümanlar ortasında- bir ünsiyet ve mütekabil bir sevgi görüyor. Hem asıl mebde' ve mazi itibariyle yine her şeyde bir uhuvvet ve sonunda bir mülâkat ve kavuşmak ve müstakbelde neticenin varlığını biliyor ve görüyor.


Fakat kâfir ise, küfrün hükmüyle her şeye karşı bir yabanilik ve ayrılık, belki bir nevi düşmanlık görür ki, âdeta hiç bir şeyde hattâ kardeşinde de kendisi için herhangi bir menfaati yok görür. Çünki kâfir; uzanıp giden ezelî bir ayrılış ve sonsuz ebedî bir ayrılık ortasında yalnız nokta kadar bir buluşma anındaki bir uhuvvetten başka bir uhuvveti görmüyor. Yalnız bir nevi hamiyet-i milliye yahut gayret-i cinsiye cihetiyle o az zamandaki kardeşliği şiddet peyda eder. Halbuki o kâfir, zâhiren sevdiği kimseyi de samimî ve kardeşane bir muhabbet ile değil; belki ancak nefsinin ondaki menfaatini sever. Amma kâfirlerin medeniyeti içinde görülen bazı insanî güzellikler ve ruhî yücelikler ise, yine İslâm medeniyetinin sızıntılarındandır. Ve Kur'anın sayha ve irşadatının in'ikaslarındandır.[182] Veya semavî dinlerin bâkiye kalan parıltılarındandır.


Eğer bu mezkûr hakikata müşahhas bir misal istersen, hayalin ile "Nurşin" karyesindeki "Seyda" (K.S.) Hazretlerinin meclisine git! Ve o zâtın sohbet-i kudsiyesi ile orada izhar edilen İslâm medeniyetine bir bak! O Zât-ı Kerim'in irşadiyle fukara elbisesine bürünmüş sultanları veya insan libasını giymiş melaikeleri gör.


Sonra bu hakikatı müvazene etmek üzere Paris'e de git. Ve onların büyüklerinin localarına gir, bak! Göreceksin ki, on­lar insan elbisesine bürünmüş birer akrep veya benî-Âdem[183] suretine girmiş birer ifrittirler.[184]» (B. Mesnevi-i Nuriye sh: 195)


İleri devletler seviyesine gelmek hatta onlara yol göstermek için müslümanlığı ve kaidelerini tam yaşama­lıyız.


1934 yılında meydana gelen Akdeniz Meselesi münasebetiyle, Avrupa devletlerinin buradaki hükümeti sıkıştırmasına ve dolayısiyle dindarlara şiddetli baskı uygulayan bura hükümetinin, bu baskısını hafifleteceğine dair sorulan suale Bediüzzaman Hazretlerinin cevabı şöyledir:


«Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebîlerin bu hükûmete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin hakikî nokta-i istinadı[185] ve kuvve-i mâ­neviyesinin menbaı[186] olan hamiyet-i İslâmiyeyi teh­yiç etmekle[187] şeâir-i İslâmiyenin bir derece ihyâsına[188] ve bid’aların[189] bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin âsâyişle halledilmesini dua ettin ve şiddetli bir surette mübtedi’lerin[190] hükûmetleri le­hinde taraftar çıktın? Bu ise, dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir.


Elcevap: Biz ferec ve ferah[191] ve sürur ve fütuhat[192] isteriz—fakat kâfirlerin kılıcıyla değil! Kâfirlerin kılıçları başlarını yesin; kılıçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebîlerdir ki,[193] münafıkları ehl-i imana musallat[194] ettiler ve zın­dıkları[195] yetiştirdiler.


Her neyse... Kadîr-i Külli Şey, bir dakikada, bu­lutlarla dolmuş cevv-i havayı[196] süpürüp temizleye­rek semânın berrak yüzünde ziyadar güneşi gös­terdiği gibi, bu zulümatlı ve rahmetsiz[197] bulutları da izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gösterir ve ucuz ve dağdağasız[198] verebilir. Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.» (Lem’alar sh: 104)










--------------------------------------------------------------------------------


[1] konuşma, görüşerek konuşmada


[2] büyük yığınak ve çok cihazları


[3] etrafını kuşatan kaleyi


[4] hazırlanan ve biriken


[5] yaralanan


[6] insanların içindeki iyiyi kötüden ayırabilen, ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan mânevî hissin


[7] hastalıklardan hemen şifâ bulmağa vesîle olan ve tecrübe edilmiş ilâç özelliğinde


[8] devalar


[9] karşılıklı konuşma


[10] İslâm Deccalinin sisteminin


[11] toplumda yaşanan İslâmı kaldıran sistemini


[12] sohbetten


[13] miladi 1911’e


[14] miladi 1955’de


[15] Avrupa ve etkilediği bütün toplumlarda geçerli olan, dine dayanmayan filozofların düşünceleri ve içtimaî ve idarî sistemleri


[16] Allah’dan gelen Kur’anda bulunan şahsî, içtimaî ve idarî düsturlarla


[17] beşer düşüncesi güçsüz ve zayıf


[18] Kur’an’ın meseleleri insanların düşüncesiyle ulaşılamıyacak yükseklikte


[19] dünya görüşü, insan anlayışı, siyaseti ve ahlakî yaşayış şekliyle kendini göstermiş olan olan pis Batı Medeniyeti


[20] şeriatça reddedilmiştir


[21] zararları iyiliklerinden fazla


[22] insanlığa faydalılık yönünden geçersiz


[23] insanların uyanmasıyla yıkılıp gidecek


[24] ahlâksız, inatçı ve acımasız


[25] iç dünyaları korkunç, bir canavardan farksız


[26] batı medeniyetinin İslâm ülkelerinde yayılmasını üzerimize alacaktık


* Bizim muradımız, medeniyetin mehasini ve beşere menfaati bulunan iyiliklerdir. Yoksa, medeniyetin gü­nahları, seyyiatları değil ki, ahmaklar o seyyiatları, o sefahetleri mehasin zannedip taklit edip, malımızı harap ettiler. Medeniyetin günahları, iyiliklerine ga­lebe edip, seyyiatı hasena­tına racih gelmekle, beşer iki Harb-i Umumi ile iki dehşetli tokat yeyip, o günahkâr medeniyeti zîr ü zeber edip öyle bir kustu ki, yeryüzünü kanla bulaştırdı. İnşaallah, istikbaldeki İslâmiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umumîyi de temin edecek. (Hz. Bedüzzaman r.a.)


[27] olumsuz esaslar üzerine bina edilmiştir


[28] dayanak noktası güç ve kuvvettir


[29] kuvveti esas almanın gereği haddi aşma, zayıfların hakkını çiğnemektir


[30] ulaşmak istediği hedef manfaatidir


[31] menfaatini esas almanın gereği başkalarına zahmet vermek ve engeller çıkarmaktır


[32] yaşamak için çatışma ve savaş esastır. Hayat anlayışının temeli Darwin’ciliktir


[33] çatışmanın, çarpışmanın gereği ise devamlı kavgalı yaşantıdır, çekişmedir


[34] insan gurupları arasındaki bağları


[35] başkasının varlığını kabul edemeyen ırkçılıktır


[36] ırkçılığın esas alınması ise çarpışmaktır


[37] insanların ilgisini çeken hizmeti


[38] bedenî, geçici şehevî ve istekleri elde etmek için cesaretlendirmek


[39] gayr-ı meşru arzuları tatmin ve kolayca elde etmesini sağlamaktır


[40] gayr-ı meşru isteklerin elde edilmesinin gereği


[41] insanı melek gibi üstün dereceden bir hayvan olan köpek derecesine düşürmektir


[42] insanın manevî yapısının bozulması ve alçalmasına


[43] şimdi yaygın olan medeniyet


[44] zorlu ve meşakkatli ve ızdıraplı hayata


[45] sahte ve görünüşte bir mutluluğa


[46] ne iyi ne kötü, ikisi arasında


[47] mutluluk odur ki insanların bütününe veya çoğunluğuna mutluluk versin


[48] bu medeniyetten ise insanların azının azı istifade etmektedir


[49] üstün manevî değerler ilim, hidayet ve doğruluk


[50] gelip geçici istek ve nefsin zararlı arzuları


[51] ne pahasına olursa olsun maddî kazanç için yarışmak ve rakibini zorbalıkla engellemek


[52] kötülükleri iyiliklerine üstün


[53] İslâm medeniyetinin üstün geleceğine


[54] sebep ve kılavuz


[55] tabiat kanunlarına yaratma etkisini veren inkârcı felsefenin içimize girip musallat olmasıyla


[56] dünya hayatının şartları ve ihtiyaçları


[57] düşünceler


[58] kalblerdeki müsbet duygular


[59] imanın kesinliğine


[60] dinin esaslarını kabul etmeyiş


[61] kötü talihli, kısmetsiz hayranlarına


[62] kuvvetli inançlarını ortadan kaldırmış


[63] mü’minin gerçek mutluluk yeri olan ahiret hayatlarını


[64] biriken


[65] insanların toplum hayatına faydalı


[66] dinden kopuk ve Allah (cc) inancını bir tarafa bırakan tabiatçı felsefenin karanlıklı düşünceleriyle


[67] medeniyetin kötülüklerini iyilik sanarak


[68] ahlâksızlığa ve sapık düşüncelere


[69] medeniyetin iyilikleri


[70] faydalı fen ve ilimlerden


[71] hastalıklı ve insanları hak dinden saptıran düşünce ve görüşleri


[72] nefsin günah isteklerine düşkün ve zararlı medeniyet


[73] peygamberimizin (asm) haber verdiği, dinleri kaldırmayı ve yeryüzünde bozguncuk yapmayı hedef alan şahıs ve sistemi


[74] din gerçeklerini ve ahiret hayatını görmeyen aşırı derecedeki zekan


[75] en yüksek dereceden


[76] aşağıların en aşağısına


[77] manevî ve vicdanî duyguları köreltmek ve uyuşturmak


[78] dinden kopuk ileri derecede bilgiçliğin


[79] Kur’anın gösterdiği doğru yolun


[80] birbirinden farklıdır


[81] doğruya ulaşma istek ve düşüncesindeki duyarlılığın artışıyla


[82] ölümün ikazlarıyla


[83] yabancıların, din düşmanı olan azgın liderleriyle


[84] Allah’ı (cc) unutturan ve tabiatçılığa dayanan bilgi ve fenleriyle


[85] uyan ve bağlanan ülkemizdeki hayranlarına


[86] Avrupalıları


[87] acaba


[88] düşmanlıklardan


[89] ahlaksız yaşayışları ve hakka zıt düşüncelerine tabi olup


[90] haberiniz olsun ki


[91] dînî, milleti, koruma gayreti


[92] hafife alıp aşağılamaktır


[93] alay etmektir


[94] acaba


[95] dünyanın menfaat ve lezzetlerini terketmek


[96] hükmü ve baskısı


[97] ölmeyecek kadar gıda


[98] zahiren müslüman gibi görünen, hakikatte İslâm düşmanı olanlar


[99] gizli hile ve oyunlarıyla


[100] bozucu etkisi


[101] koruyucusu


[102] yaşamak için gerekli damarlarına, can damarına


[103] Avrupa‘da hrıstiyan papazların baskısına benzer bir yobazlıkla


[104] kendine aşırı güven duygusundan dolayı kendinden geçmiş


[105] silahlanmış


[106] hürriyeti sever görünen


[107] sızıp yayılmış


[108] manevi yüceliğe sahip olan hoşlanılır güzellik


[109] yüce ve üstün meziyetler (vasıflar, özellikler)


[110] değer ölçüsünü


[111] dolaşıp etkilediği saha, ele alınan konular


[112] sevmekle güzelliktir


[113] kahramanlık ve cesaret


[114] gerçekleri canlandırma ve anlatma


[115] yabancılara ait olan edebiyat, İslâmî olmayan edebiyat


[116] yaratılıştan gelen kahramanlık


[117] güçlüyü sevme ve güçlüye hayranlık duygusunu


[118] nefsin kötü hislerini ve cinsî duygularını uyandırıcı


[119] aşılar


[120] Allahın güzelleştirici boyası yani güzel sanat eseri


[121] tabiatçılık sevgisin aşılar


[122] uyuşturucu, yani manevî acıları geçici olarak unutturucu olur


[123] uyutucu, yani gaflet verici olur


[124] ölü olan canlı, geçici hayal zevkiyle oyalayıcı


[125] hareketli ölüler, cansız resimler


[126] ruhların başka bir cesede girip tekrar dünyaya geleceğine ina­nanların batıl inançlarına benzer şekilde


[127] utanmak duygusu bulunmayan kadın kılığını


[128] varlığı asliyetiyle olup bozulup değişmeyen gerçek güzellik


[129] kadın oyuncuyu ,okuyucuya hatırlatır


[130] ahlâksızlığın zararlı neticelerini


[131] teşvik edici şekilde canlandırma


[132] heyecanlandırır ve harekete geçirir


[133] Avrupa’dan doğan edebiyat ise


[134] dostların yokluğundan, gerçek dostlardan yoksun kalmaktan


[135] duygusal etkilenmekle


[136] korkunç yalnızlık ve sahipsizlik yeri


[137] Bu ibare, İslâmiyet öncesi câhiliye âdetlerine dön­mekten men eden hadislerden iktibas edilmiştir. Bu mevzuda bir çok hadis-i şerif ri­vayet edilmiştir. Bunlar­dan birisi şöyledir: “İslâm dini kendinden önceki bâtıl olan fiil, hareket, âdet ve inanışları ke­ser, kaldırır.” Buharî, Ahkâm: 4, İmâra: 36, 37; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Tirmizî, Cihâd: 28, İlim: 16, Nesâî, Bey’a: 26; İbni Mâce, Cihad: 39; Müsned, 4: 69, 70, 199, 204, 205, 5:381, 6:402, 403.


[138] milliyetçiliği ırkçılık olarak anlama ve davranma


[139] ırkçılıkla hareket etme ve kendi ırkını herşeyiyle taparcasına sevmeyi


[140] Avrupa hastalığı


[141] öldürücü zehir


[142] ayrılık fikriyatı


[143] ırkçılık düşüncesi


[144] bitmeyen uğursuz düşmanlıklarından


[145] doğu illerinde yaşayanlara


[146] güney tarafımızdaki İslâm ülkelerinde yaşayan müslümanlara


[147] tehlikeleriyle


[148] İslâm ülkelerindeki mü’minlere düşmanlık


[149] dini ve milleti koruyacağım diyerek


[150] ahmaklıktır


[151] dehşetli hücumları püskürttünüz


[152] Mâide Sûresi, 5:54.


[153] ayetteki mânâya uygun, âyeti doğrulayıcı örnek


[154] Avrupalıların anlayışını ve yaşayışını benimseyen


[155] Allah’ın dininden ve Kur’an’ın hükümlerinden dönenler ile ilgili hükme uygun ve doğrular şekilde


[156] boy-bos durumu (başka bir deyimle inanç ve yaşayış şekli ve manevi değer derecesi. Yani sahip olduğu özellikleri)


[157] tarla, çiftlik, köy


[158] ortaya çıkması


[159] filozofların çoğunluğunun


[160] Allah’ın ezelden verdiği hükmün


[161] gizli ve kapalı ifade şekli


[162] milletlerini uyanıklığa


[163] hakarat etmekten


[164] insanları sever gibi görünen halleri


[165] azgın idarecilerin


[166] ahlâksız ve günahkâr Avrupa medeniyeti hayranlarının


[167] İslâmiyetten evvelki ilkel insanların bozuk hayatında geçerli olan kanunlarına geri döndürmeye


[168] sahte vatanperver


[169] acımasız bir suçlamayla


[170] müslümanların dini koruma gayretleri ve iman kuvvetiyle


[171] siyaseti dinin hizmetine vermekle


[172] gericilik, geri kafalılık


[173] sanıp kuruntulara düşmeleri


[174] parlak İslâm şeriatı meydana geldiğinden


[175] kuzeye yönelerek


[176] bu cümle, İslâm’a, Kur’an’a düşman olan kafir Avrupalılara bakar, İslâm’a dost ve hatta hidayete gelen Avrupalılara değil


[177] korkunçluğun ta kendisidir


[178] içyüzü korkunçtur


[179] içyüzü, görünüşünden


[180] yüksek ve güzel


[181] kardeşlik


[182] aksetmesindendir


[183] insanoğlu


[184] cin taifesinden çok korkunç ve zaralı bir mahluk


[185] gerçek dayanak noktası


[186] manevî olarak güç kaynağı


[187] din için gayretlilik göstermeyi heyecanlandırmakla


[188] toplumda yaşanan İslâm âdetlerinin canlanmasına


[189] dine aykırı düşen yeni adet ve yaşayış tarzlarının


[190] bid’at sahibleri, dinde yeni şeyler çıkaranların


[191] sıkıntıdan kurtuluş ve rahatlık


[192] sevinç ve galibiyetler


[193] İslâma kinleri hiç bitmeyen, din düşmanı yabancılar


[194] inanaların başına münafıkları görevlendirdiler


[195] İslâm ülkelerindeki din düşmanlarını


[196] hava boşluğunu


[197] manevî havayı karartan yağmursuz bulutlar (mecaz)


[198] gürültüsüz

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...