5/02/2010

avrupa medeniyeti risale 2

AVRUPA İSLÂM’A KATILMAYA MUHTAÇTIR
Risale-i Nur eserlerinde, İslâm dünyasının her ci­hetle ilerlemesi, Avrupa’ya değil dine bağlılıkları dere­cesinde olduğu ifade edilir. Mektubat adlı eserde şu ifade var:


«Hem ne vakit ehl-i İslâm dine ciddî sahip ol­muş­larsa, o zamana nisbeten yüksek terakki et­mişler. Buna şahit, Avrupa’nın en büyük üstadı Endülüs devlet-i İslâmiyesidir.[1]


Hem ne vakit ce­maat-i İs­lâmiye dine karşı lâkayt vazi­yeti almışlar; perişan vaziyete düşerek tedennî etmişler.» (Mektubat sh: 324)


Halbuki biz Müslümanların, dinimize bağlılık neticesi olarak Avrupa milletlerinin bizlere katılacakları ifade edilir.


Evet, «Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imani­yenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek,[2] sair din­lerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete gire­cekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.[3]» (Hutbe-i Şamiye sh: 24)


Başka din mensuplarının İslâmiyete çoklukla k
atı­lacaklarını bildiren Bediüzzaman Hazretleri, bunun da şartları olduğunu bildirir.


«Hem zaman-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize bildirmiyor ki, bir Müslüman muha­keme-i akliyesiyle başka bir dini, İslâmiyete tercih etmiş olsun ve delil ile başka bir dine dahil olmuş olsun. Dinden çıkanlar var, o başka mesele… Taklit ise, ehemmiyetsizdir. Halbuki edyân-ı saire müntesipleri[4] mutlaka fevc fevc,[5] muhakeme-i ak­liye ile ve burhan-ı kat’î ile daire-i İslâmiyete dahil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz doğru İslâmi­yeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil ola­caklardır.» (Münazarat sh: 45)


Felsefeye bağlı olan Avrupa’nın İslâmiyete katıl­ması gereğini açıklayan çok önemli bir ifede de şöyle­dir:


«Âlem-i insaniyette,[6] zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr,[7] her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış iki şecere-i azîme hükmünde; biri silsile-i nübüvvet ve diyanet,[8] diğeri silsile-i felsefe ve hik­met,[9] gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve itti­had etmişse, [10] yani silsile-i felsefe sil­sile-i diyanete dehalet edip[11] itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir surette bir sa­adet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişlerse, bütün hayır ve nur silsile-i nü­büvvet ve diyanet[12] etrafında toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin[13] etrafına cem olmuş­tur.[14]» (Sözler sh: 538)


“MİM”SİZ AVRUPA MEDENİYETİNİN BUGÜNÜ !
ll. Meşrutiyet devrinde Osmanlı’daki hürriyet ha­vasından çok ümitlenen ve bu şer’î hürriyetten İslâm âleminin müsbet yönde etkileneceğine inanan ve bütün müslümanlara bu hususlarda dersler veren Bediüzzaman Hazretleri, 1950 den sonra sorulan soruya verdiği cevap şöyledir:


«İkinci sual: Sen eskiden şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit,[15] onları medeniyet ve terakki­yata çok teşvik edi­yordun. Neden kırk seneye ya­kındır medeniyet-i hâzıradan “mim’siz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokul­dun?


Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i garbiye,[16] semavî ka­nun-u esasîlere muhalif[17] olarak hareket ettiği için seyyiatı ha­senatına, hatâları, zararları, fayda­larına râcih[18] geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî[19] olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dün­yeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve se­fahet; ve sa’y[20] ve hizmet yerine tembellik ve istira­hat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tem­bel eyledi...


......


Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştir­meye, zulüm ve harama yol açmış.


Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muh­taç beşeri tam tembelliğe atmış, sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor.


Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i is­timal ve israfatla[21] yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına[22] vesile olmuş.


Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her va­kit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit be­şeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor.


İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’­ân-ı Hakîmin dört yüz milyon talebesinin intiba­hıyla[23] ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene evvel göster­diği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunla­rıyla[24] be­şerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem sa­adet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıraca­ğını;[25] ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan çıkan medeniyetin meha­sini, seyyiatına tam galebe edeceğini;[26] ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüş­vet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini, Kur’ân-ı Mu’­cizi’l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 100)


Demek İslâm milleti, Kur’an (3:110) âyetinde be­lirtildiği üzere, bütün milletlere kemalat dersinde örnek­tir. Böyle şerefli bir milletin İslâm haricindeki milletlere dahil olmaya çalışması ve bizi içlerine alacaklar diye sevinmesi düşünülemez.


Bu kahraman milletin yapısına uygun bir yol takip edilmezse neticesinin ne olacağı vecizevî bir şekilde şöyle ifade edilir:


«Tarîk-ı gayr-ı meşru[27] ile bir maksadı takib eden, gali­ben maksudunun[28] zıddıyla ceza görür, Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru[29] muhabbetin akibetinin mükâ­fatı,[30] mahbubun gaddarane adavetidir.[31]» (Mektubat sh: 472)


AVRUPA MEFTUNLUĞU
Kulağını Avrupa’ya dayamış ve her hususta ora­dan geleceklerle hayatını şekillendirenlere Bedüzzaman Hazretleri şöyle der:


«Biri çıksa dese, “Koca Avru­pa’nın bu kadar hüke­ması[32] şu hakikat-i imaniyeyi inkâr ediyorlar. Bizim iki ho­camızın sözü nasıl ter­cih ediliyor?”


Ey biçare nâdân![33] Mesele hiç öyle değil. Bu söze hiç hakkın yok. Belki bu mesele, hiç ehil olmadık­ları mesele­lerde nâ-ehil birkaç fuzulînin[34] hadsiz ehl-i ihtisasa[35] karşı söz söy­lemesidir.


Bir iki hoca dediğin, milyarlar beşerin güneşleri hük­münde olan Şeyh Geylânî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, Şâh-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî gibi ehl-i ihtisasın icmâla­rıdır ki,[36] o haki­kati gör­müşler, gösteriyorlar. Koca Avrupa hüke­ması dedi­ğin, maddeperest, akılları gözlerine su­kut etmiş, mâneviyat­tan uzaklaşmış şems-i haki­katten[37] ve hilâl-i haktan âmileşmiş,[38] hakkı görme­dikleri için hakkı nefyeden, haddin­den tecavüz etmiş[39] san’atkârlardır.


Yani, bazı gözü hasta olan kimse, güneşin ziya­sını; ve vü­cudu hasta olan kimse de, suyun tadını inkâr ediyorlar.[40]» (Nur’un İlk Kapısı sh: 100)


Bediüzzaman Hazretleri gerek verildiği mahke­me­lerde gerekse bulunduğu yerlerde İslâm sembolü olan kıyafetini değiştirmemiştir, başını açmamıştır. Bu me­seleyle alâkalı bir soruya ver­diği bir cevapta der ki:


«Ben de dedim: Onyedi milyon değil, belki yedi mil­yon da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupaperest[41] sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer­’iye[42] ve cebr-i kanunî cihetiyle[43] girmektense; azimet-i şer­’iye ve takva cihetiyle,[44] yedi milyar zâtların kıyafetlerine gir­meyi tercih ederim.» (Şualar sh: 290)


«Ehl-i medeniyetin terakki diye zu'mettikleri[45] şey, an­cak bir sukuttur.[46] Ve iktidar diye zannettikleri iş, ancak bir ibtizaldir, bayağılıktır[47] ve intibah[48] diye dem vurdukları emir, ancak nevm-i gaflette bir batmaktır. Ve nezaket dedik­leri mes'ele, nifakî bir riyadır.[49] Ve zekâvet[50] diye gururlan­dıkları keyfiyet, ancak şeytanî desiselerdir.[51] Ve insaniyet[52] diye tahmin ettikleri şey, ancak insaniyetin hayvaniyete bir inkı­labıdır.[53]» (B. Mesnevi Nuriye sh: 210)


Risale-i Nur Külliyatında dikkati çeken bir husus da şudur ki, Bediüzzaman Hazretleri “Medeniyet-i hazıra..., mede­niyet-i meş'ume..., medeniyet-i habise..., medeniyet-i sefi­ha­ne..., mimsiz me­deniyet...” gibi tabirler kullanarak Avrupa medeniyetini, insanlığa hakiki saadet getiren gerçek medeniyet olan İslâm medeniyetinden ayırır ve der ki:


«Medeniyet-i hazıra[54] itibariyle görüyoruz ki; şu mede­niyet-i meş'ume[55] öyle gaddar bir düstur-u zulüm beşerin eline vermiş ki, bütün mehasin-i medeniyeti sıfıra indiriyor.


Melaike-ikiramın [56]ö«š@«8±¬G7!ö­t¬S²,«<ö«:ö@«Z[¬4ö­G¬,²S­<ö²w«8ö@«Z[¬4ö­u«Q²D«#«!ö deki endi­şelerinin sırrını gösteriyor.» (Sünuhat Tuluat İşarat:24)


Avrupa meftunlarının aldatıcı bir kıyas ile müslümanlığı ve müslümanları tezyif etmelerine karşı mü’minleri uyaran Bediüzzaman Hazretleri bu aldatılıcı­lığı şöyle açıklar:


«Yoksa, biri Avrupa’nın mehasinini mesâvimizle[57] ve telâhuk-u efkârın semeratını[58] bizim bir şahsın semere-i sa’yi ile,[59] insafsızca, aldatıcı cerbezeyle[60] muvazene etmekle, Hıristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal et­mek, İslâmiyetin düşmanı olan tedennîyi[61] ona dost gös­ter­mek, feleğin ters dönmesine delildir.


Avrupa’ya şedit bir meftuniyet[62] ve milletine karşı amik bir nefret[63] hissiyle, kendini Avrupa’nın ve­led‑i nâ­meşruu gösterdiği gibi, fikr-i ihtilâl ve meyl-i tah­rip[64] ve alda­tıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfte­riyane,[65] na­mus-şikenane[66] ile, kendi firavniyetini ve zımnen medih ve gururiye­tini ve bilmediği halde İslâma düşmanlı­ğını gös­termekle beraber, fir’avniyet, enaniyet, gurur hük­müyle, milletine karşı şer­’an, aklen, hikmeten mükellef ol­duğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir,[67] meyl-i incizab yerine meyl-i nefret,[68] meyelân-ı muhabbet yerine irade-i istihfaf,[69] te­mayül-ü ihti­ram yerine meyelân-ı teçhil,[70] arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taaz­zum,[71] seciye-i fedakâri yerine temayül-ü infiradı ikame[72] edip, hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdi­ğinden, nazar-ı haki­katte öyle bir câni ve menfur olur ki, meselâ, birisi Paris’te, sefa­het âleminde bir âlüfte madamın kametinde istihsan ettiği[73] bir libası, camide muhterem bir ho­caya giydirmeye çalışmak gibi bir hareket-i ah­makane ve câniyanede bulunur. Zira hamiyet ise,[74] muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruri­yesidir. Onsuz ol­maz ve illâ ya­landır, sahtekârlık­tır. Nefret, hamiyetin zıddıdır.


Mutaassıplara hücum eden Avrupa’nın kâselis­leri,[75] herbiri yüz mutaassıp kadar meslek-i sakî­minde[76] müta­assıptır. Bunlardan birisi Shakes­peare medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh Geylânî medhinde etseydi, tekfir olunacaktı.[77]


Heyhat! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?


Esefâ![78] Heyet-i içtimaiyeyi faaliyet ve harekete götüren çok ukde-i hayatiyelerden,[79] bizde inkişafa başlayan yalnız fikr-i edebiyat,[80] bahusus şâirâne, müfritâne, edepşikenâne, hodpesendâne[81] olan fikr-i hiciv ve arzu-yu tahkirdir.[82]


[83]@®N²Q«"ö²v­U­N²Q«"ö²`«B²R«<ö«ž«: Tedib-i hakikîye karşı e­dep­sizliktir ki, birbirine saldırıyor. Fakat millete ve İslâmiyete karşı olan târi­zat-ı zımniyelerini[84] o kâse­lislerin[85] yüzlerine çarpmakla be­raber, onlar birbi­rine karşı dinsizcesine hiciv ve terzilleri[86] ise, kimbi­lir belki müstehaktırlar düşünüp, deyip geçmekle iktifa ede­riz.


Ben zannederim ki, bu milletin perişaniyetine, fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık[87] olma­yan fazla zekâvet-i betrâ[88] tesir etmiştir. Bence en müthiş maraz asabîliktir. Zira herşeyi haddin­den geçir­mekle aksü­lâmel yaptırır.» (Sünuhat Tuluat İşarat: 61)


Avrupa hayranları Avrupaya laf söyletmezler:


«Bence taassubun[89] en dehşetlisi, bazı Avrupa mu­kallidlerinde[90] ve dinsizlerinde bulunur ki; sathî[91] şübhe­le­rinde muannidane ısrar gösteriyorlar.» (Münazarat sh: 89)


AVRUPA ÜFLÜYOR BİZ OYNUYORUZ
Bilhassa son asırda memleketimizde meydana ge­len hareketlerin çoğu Avrupa’dan idare edildiğini beyan eden Said Nursi Hazretleri, bu durumu şöyle tesbit eder:


«Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder,[92] biz kendimizden hayal edip, asammâne[93] tah­ribimizde eser-i telkini icra ederiz.[94]


“Madem ki menba Avrupa’dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müspettir.


Menfîye kapılan harf gi­bi: ¬˜¬h²[«3ö¬j²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÅÄ«( yahut ¬y¬,²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÇÄ­G«<ö«žö tarif edilir. Demek bütün ha­rekâtı, bizzat hariç hesabına geçer. Çünkü iradesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti fayda vermez. Ba­husus, menfî iki cihet-i zaafla hariç cereyanın kuv­ve­tine bir âlet-i laya’kıl[95] olur.» (Sünuhat Tuluat İşarat: 46)


Demek Avrupa bize iyi niyetle bakmıyor, istismar ediyor. O halde onların hükmü altına girmek zarardır.


AVRUPA MEDENİYETİ BURADA TUTUNAMAZ
Birinci Dünya Savaşı sonrası ülkemizde mey­dana gelen siyasî ve idarî değişikliklerle getirilmek istenen yeni rejim hakkında tavsiyelerde bulunan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri der ki:


«...Ve dâhilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye[96], birer kem­miye-i kalile-i muzırra[97] suretinde mahkûm kaldığı ve İslâmiyet metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muha­faza ey­lediği bir zamanda, lâübaliyane,[98] Avrupa medeniyet-i habi­sesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akârane[99] sinesinde[100] yer tutamaz...


...Za’f-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefiha­nesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’an’ın za­man-ı zuhuru geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez...


...Yoksa İslâmiyet’ten tecerrüd eden bedbaht, milli­yetsiz, Avrupa meftunu, firenk mukallidlerini avam-ı müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslâm’a münafî olduğun­dan; âlem-i İslâm naza­rını başka tarafa çevirecek ve başka­sından istimdad edecektir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 141)


Bediüzzaman Hazretlerinin üstün tarihî değer ta­şıyan bu tavsiyesi açıkça gösteriyor ki, Avrupa’nın pis medeniyetinden uzak durup İslâm medeniyetinin ortaya çıkmasına çalışmak gerekli ve zaruridir.


«Hakikatlı bir latife: Sultan Süleyman-ı Kanunî, kes­retli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilaf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki; o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse, yüz senede temizleyemez”.» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 161)


Bu hadise, medenî cesaret örneği olduğu gibi İs­lâm cemiyetinde yaşanan fikir hürriyetinin de parlak bir tablosudur.


AVRUPA’NIN YEDİĞİ SEMAVÎ TOKATLAR
Avrupa’nın, İslâma ettiği zulümler ve başına gelen belâların bir kaçını Risale-i Nur şöyle beyan eder:


«Sizin hatırınız ve askerliğiniz endişesi için hâdisat-ı za­mana baktım; kalbime böyle geldi: Menfî esasata bina edilen ve Karun gibi [101]¯v²V¬2ö]«V«2ö­y­B[¬#:­!ö@«WÅ9¬! deyip, ihsan-ı Rabbanî olduğunu bilmeyip şükretmeyen ve maddiyyun fikriyle şirke düşen ve sey­yiatı hasenatına galib gelen şu medeniyet-i Avrupaiye[102] öyle bir semavî tokat yedi ki; yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrib edip yangına verdi.


Avrupa zâlim hükûmetleri zulümleriyle, Sevr Muahedesiyle[103] âlem-i İslâma ve merkez-i Hilâfete ettikleri ihanete[104] mukabil öyle bir mağlûbiyet to­kadını yediler ki; dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamıyorlar, azapta çır­pınıyorlar.[105]


Evet, bu mağlûbiyet, aynen zelzele gibi, ihanetin ceza­sıdır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 16)


«Adalet-i İlâhiye, İslâmiyete ihanet eden mimsiz me­deni­yete öyle bir azâb-ı mânevî vermiş ki, be­devîliğin ve vahşîliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa’nın ve İngilizin yüz sene ez­vâk-ı medeniyesini[106] ve terakkî ve tasal­lut[107] ve hâki­miyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadî[108] korku ve dehşet ve telâş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 22)


«Şimdi ise dünya servetine ve malına ve o servetle fi­lolar teşkil edip, hattâ kırk milyon bir millet, o fil gibi filo­larla nev-i be­şeri esaret altına almış ve Avrupa medeni­yetçileri medeni­yetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefahetiyle ve dinsiz­liğiyle üçyüzelli milyon müs­lümanların her tarafta hâkimiyetle­rini imha edip istibdadına serfüru’ etmiş[109] ve bu musibet-i se­maviyeye sebebiyet ver­miş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 226)


«Harb‑i Umumî neticelerinden hem âlem-i insaniyet, hem âlem‑i İslâmiyet çok zarar gördüler.


Nev’-i insanın, hususan Avrupa’nın mağrur ve ceb­barları, bilhassa birisi, kuvvet ve gınaya[110] ve paraya istinad ederek firavunane bir tuğyana gir­diklerinden, o hususî insanlar nev-i beşeri mes’ul ediyor diye insan ism-i umum­îsiyle tabir edilmiş.» (Şualar sh: 693)


İşte mezkür beyanların nazara verdiği Avrupadaki za­lim devletlerin İslâm düşmanlığını gözardı edip onlara dostça yanaşmaya cevaz göstermek Risale-i Nur'un açık beyanlarına muhaliftir ve muhalefettir.


RİSALE-İ NUR’UN AVRUPA DİNSİZLERİ İLE MÜCADELESİ
Bütün Avrupa kafirleri İslâma, müslüman­lara böyle saldırmalarına mukabil adeta tek ba­şıyla mücadele eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle diyor:


«Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa top­lansa, Allah’ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir mes’e­lesinden geri çeviremezler; inşâallah mağlub edemezler!..» (Mektubat sh: 72)


«Ve madem bu asırda Avrupa dinsizleri ve ehl-i dalalet münafıkları, dehşetli bir surette Kur’ana hücumu hengâ­mında[111] Risale-i Nur o seyl-i dalalete[112] karşı mu­kavemet edip, Kur’anın tılsımlarını keşfederek hakikatını mu­hafaza ediyor.» (Şualar sh: 742)


«Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın feyziyle Yeni Said ha­kaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatça bür­hanlar zikredi­yor ki değil müslüman üleması, belki en mu­annid Avrupa fey­lesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 159)


Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, 1935 yılında Eskişehir Mahkemesinde yapmış olduğu müda­faanamesinde Avrupa hakkındaki beyanatla­rında der ki:


«Elinize geçen ve nazar-ı teftişinizde bulunan "Fihriste Risalesi" gösteriyor ki; Risale-i Nur’un her bir cüz’ü, bir âyet-i Kur’aniyenin hakikatını tefsir eder ve husu­san er­kân-ı imaniyeye dair âyetleri öyle vuzuhla tefsir eder ki, Avrupa feylesoflarının bin seneden beri Kur’an aleyhinde ha­zırladıkları hücum plânlarını ve esaslarını bo­zuyor...


...Hem bunu biliniz ki, yirmi-otuz sene evvel bir ga­zete gördüm ki, İngilizlerin bir Müstemlekât Nâzırı[113] demiş: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülme­sine çalışmalıyız.” İşte, bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir na­zarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş ol­duğundan, nefsimden sonra onlarla uğraşıyorum. Dahile ba­kamıyorum ve dahildeki ku­suru,[114] Avrupa’nın ha­tâsı, fe­sadıdır derim. Avrupa fey­lesoflarına hiddet ediyorum, on­ları vuruyorum. Felillâhilhamd, Ri­sale-i Nur o muannid[115] kâfirlerin de hülyasını kır­dığı gibi, maddiyun, tabiyun feylesoflarını tam sus­turur bir vaziyete girmiştir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 223)mfç…©®


Said Nursi Hazretleri Eskişehir Mahkemesinde, başta mahkemeye ve arkasında zamanın reislerine “dâhilde ecnebî dolabları hesabına çalışan mülhidlere” diyerek din esas­larına yapılan hücumların ve dindarlara yapılan baskıla­rın Avrupa hesabına yapıldığını beyan eder ve hakikat­taki hükümet ile müfsidleri birbirinden ayırır ve der ki:


«Avrupa medeniyet ve felsefesi namına ve belki İngilizlerin ifsad-ı siyaseti hesabına "Tesettür Âyeti"ne et­tikleri itiraza karşı, gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmîdir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 249)


«Ben, son müdafaatımda beyan etmişim ki; otuz se­nedir, Avrupa feylesoflarına ve Avrupa feylesofları he­sabına dâ­hilde ecnebî dolabları hesabına çalışan mülhidlere karşı muaraza ederek cevab vermişim ve veri­yorum.» (Tarihçe-i Hayat sh: 249)


«Acaba bu Hükûmet-i Cumhuriye, Avrupa mede­niyeti­nin kusurlu kısmının dava vekilliğine tenezzül eder mi?» (Tarihçe-i Hayat sh: 250)


Kur’anın örtünme, miras ve taaddüd-ü zevcat gibi kat’i ve kesin hükümlerinin hikmetlerini tefsir eden ve bu gibi hükümlere itirazın Avrupanın eski hastalığı ol­duğunu beyan eden Bediüzzaman Hazretleri dahildeki itirazların da gerçekte Avrupa hesabına olduğunu beyan eder.


«Kur’an-ı Hakîm’in âyât-ı kat’iyesiyle, binüçyüz se­neden beri, milyonlar tefsirlerinde ve halen kütübhanelerde dolu tefsir­lerde


[116]­‰­GÇ,7!ö¬y¬±8­Ÿ¬«4öÐ[117]¬w²[«[«C²9­ž²!ö±¬o«&ö­u²C¬8ö¬h«6ÅHV¬7


[118]²v­U«7ö«Æ@«0ö@«8ö!x­E¬U²9@«4öÐ «t¬%!«:²+«ž¬ö²u­5öÇ|¬AÅX7!ö@«ZÇ<«!ö@«<ö


ilââhir gibi âyetlerin hakaik-i kudsiyelerini Avrupa feyle­soflarının itiraz ve tecavüzatına karşı otuz se­neden beri yazdığım müdafaat-ı ilmiyemi "Hükûmetin inkı­labına, prensibine ve rejimine muhalif kasdı var" diye beni itham etmek, öyle bir zâhir garaz ve öyle bir esassız vehim­dir ki; buradaki mahkeme-i âdileye taalluk etmeseydi, müda­faa ve cevab vermeyi lâyık gör­mezdim.


Hem acaba, eskiden beri bu vatan ve millete za­rar ni­yetiyle, Avrupa’nın dinsiz komiteleri hesa­bına ve Rum, Ermeniler cemiyeti vasıtasıyla din­sizlik ve ihtilâl ve fesat to­humlarını saçan mülhid­lere karşı müdafaat-ı ilmi­yem, hangi suretle hü­kûmet aleyhine alınıyor?» (Tarihçe-i Hayat sh: 251)


«Evet Bediüzzaman, devletlere milletlere mukabil, değil yalnız bir yerdeki Firavunlara, bütün Avrupa din­sizliğine karşı tek başıyla meydan okumuş ve okuyor.» (Tarihçe-i Hayat sh: 693)


«Dalalet-âlûd Avrupa feylesoflarının ve sapkın ta­lebelerinin bazı müteşabih âyât-ı kerime ve ehadîs-i şeri­fenin zâhirî manalarını anlamayarak yaptıkları kasıdlı itiraz­lara, Risale-i Nur’da aklen, mantıkan cevablar verilerek, o âyetlerin ve o hadîs­lerin birer mu’cize oldukları isbat edil­miştir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 696)


«İşte bu zamanda tahribatın manevî olduğuna ve ona karşı mukabelenin de ancak tamirci manevî atom bombasıyla mümkün olabileceğine kat’î bir delil olarak üniversitenin mebde’ ve çekir­deği olan Risale-i Nur’un bu otuz sene içe­risinde Avrupa’dan gelen dehşetli dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumla­rına bir sed teşkil etmesidir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 186)


«Bunun içindir ki, Avrupa’nın felsefî dalaletlerine galebe ediyor ve cerhedilmez aklî, mantıkî, ilmî hüccetlerle, dünyayı sa­ran Komünizmi ve Masonluğu kökünden yıkı­yor.» (Nur Çeşmesi sh: 169)


«Şimdi ben sizlerden soruyorum: Böyle Avrupa feyle­soflarının başına ve ecnebî entrikaları hesabına çalı­şan dinsiz her bir mülhidin yüzüne indirdiğim kuvvetli ilmî bir tokat, hangi suretle hükûmet hesabına geçiyor?" (Tarihçe-i Hayat sh: 249)


AVRUPA’NIN YAYDIĞI ŞÜPHELERİ RİSALE-İ NUR DEF’EDİYOR
Avrupa dinsizleri, 1950 yılından sonraları mem­le­ketimizde resmen din dersleri okullarda oku­tulmasıyla buraları bozmak fikriyle hareket et­mişlerdir.


«Bundan bir müddet evvel Avrupalı bir feylesof, İstanbul’a gelerek imam-hatib ve hâfız mektebinde okuyan talebe­lerde, Kur’an aleyhinde bir şübhe husule getirmek için bir konfe­rans vermiş. Kur'an aleyhtarı o feylesof, mezkûr konferansında ‘seb’a semavat’ âyet-i kerimesine ilişerek inkâr etmek istemiş. "Sema birdir, başka sema yok, fen bunu kabul etmiyor." demiş. Fakat ertesi gün, Risale-i Nur'un "İşarat-ül İ'caz" arabî tefsirinde kırk sene evvel ona dair verilen cevabı görünce, devam ettireceği o konferansları terkederek İstanbul'dan ayrılmaya mecbur kalmış.» (Konferans sh: 61)


Hatta Risale-i Nurun mücadele ettiği birinci mu­ha­tap, Avrupadan gelen bilhassa fikrî sapıklık ve yaşan­tıda ortaya çıkan sefahat hayatıdır.


«Harb-i umumî vasıtasıyla, bin seneden beri Kur’ân aley­hinde terâküm eden[119] Avrupa itirazları ve evham­ları âlem-i İslâm içinde yol bulup yayıldılar. O şü­be­hatın bir kısmı fennî şeklini giydi, ortaya çıktı. Bu şübehatı ve itirazları bu zamanda def eden, başta Risalei’n-Nur ve şakirdleri göründüğünden, bu âyet[120] bu asra da baktığın­dan, Risalei’n-Nur ve şakirtlerine remzen bakmakla beraber, ulema-i müteahhirînin[121] mezhebine göre ­yÁV7! Åž¬! da vakfedil­mez. O halde makam-ı cifrîsi aynen [122]]«R²O«[«7ö«–@«K²9¬ž²!öÅ–¬! nın makamı gibi 1344 ederek Re­sâili’n-Nur ve şakirtlerinin meydan-ı müca­hede-i mâneviyeye atılmaları tarihine tam tamına teva­fukla onları da bu âyetin harîm-i kudsîsinin içine alıyor.» (Şualar sh: 701)


AVRUPA’NIN HÜCUMUNA KARŞI CİHAD EDENLER
Risale-i Nur hizmetine işaret eden bir ayetin mana-yı işarî tabakasını tefsir eden Bediüzzaman Hazretleri, Avrupa’nın iç yüzünü tahlil edip İslâmiyete karşı bitmeyen bir kinle su-i niyet içinde bulunduğunu or­taya koyan bahiste der ki:


«Sûre-i Tevbe’de


ö²v¬Z¬;!«x²4«@"¬ö¬yÁV7!ö«*x­9ö~ÎY¬S²O­<ö²–«!ö«–:­G<¬h­<


[123] «–:­h¬4@«U²7!ö«˜¬h«6ö²x«7«:ö­˜«*x­9öÅv¬B­<ö²–«!öÅÅž¬!ö­yÁV7!ö]«"²@«<«:


âyetindeki ­˜«*x­9öÅv¬B­<ö²–«!öÅž¬!ö­yÁV7!ö]«"²@«<«:ö²v¬Z¬;!«x²4«@"¬ö¬yÁV7!ö«*x­9ö cüm­lesi, kuv­vetli ve letafetli münasebet-i mâneviye­siyle beraber şeddeli lâm’lar, birer lâm ve şeddeli mim asıl kelimeden olduğundan, iki mim sayılmak ci­hetiyle 1324 ederek, Avrupa zâlimleri devlet-i İs­lâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir su­ikast plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hami­yetperver­leri,[124] hürriyeti ’24’te[125] ilânıyla o plânı akîm bırakmaya ça­lıştıkları halde, maatteessüf, altı-yedi sene sonra, harb-i umumî neticesinde yine o suikast niyetiyle, Sevr Muahedesinde[126] Kur’ân’ın zararına gayet ağır şera­itle kâfirâne fikirlerini yine icrâ etmek[127] olan plânla­rını akîm bırakmak için Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla mu­ka­beleye çalıştıkları tarihi olan 1324’e, tâ ’34’te, tâ ’54’te tam ta­mına tevâfukla, o herc ü merc içinde Kur’ân’ın nurunu muhafa­zaya çalışanlar içinde Resâili’n-Nur Müellifi ’24’te ve Resâili’n-Nur’un mukaddematı ’34’te[128] ve Resâili’n-Nur’un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirtleri ’54’te mukabeleye ça­lışmaları göze çarpıyor. Hattâ hakikat-i hali bil­meyen bir kısım ehl-i siyaseti te­lâşa sevk ettiler ve bu itfâ suikastine[129] karşı tenvir vazifesini tam îfa et­tiklerinden, bu âyetin mânâ-yı işârîsi[130] cihetinde bir medâr-ı nazarı oldukla­rına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde nur-u Kur’ân’a muhalif hâ­letlerin ek­serîsi o suikastlerin ve Sevr Muahedesi gibi gaddarâne muahedelerin vahim neticeleridir.


Eğer şeddeli mim dahi şeddeli lâm’lar gibi bir sa­yılsa, o vakit 1284 eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus’un ’93 muha­rebe-i meş’ume­siyle[131] âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat[132] bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resâili’n-Nur şakirtleri yerinde Mev­lâna Halid’in (k.s.) şa­kirtleri o bulut zulümatını da­ğıttıklarından, bu âyet bu cihette onların başla­rına remzen[133] parmak basıyor. Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli lâm’lar ve mim ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Haz­ret-i Mehdînin şakirdleri[134] olabilir. Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. [135]¬h²E«A²7!ö]«V«2öÇÄ­G«#ö­?«h²O«T²7«! sırrıyla kısa kestik.» (Şualar sh: 719)


Mezkûr açıklamalar, ikaz ve müdafaalar gösteriyor ki, Bediüzzaman Hazretleri, Avrupanın siyasî veya aşi­kâr ifsatlarına karşı mukabelelerde bulunmuş ve zarar­larını önlemeye çalışmıştır.


Menfî Avrupanın yukarıda açıklanan İslâm Âlemine muarız niyet ve tavırlarına rağmen onlardan nasıl menfaat beklenebilir?


AVRUPA’YA BOYKOT
Bediüzzaman Hazretleri, 1909 yılındaki meşhur 31 Mart hadisesinde, Sıkıyönetim Mahkemesinde yap­tığı müdafaada, İstanbulda bulunan Doğulu hamalların boykotlarını destek­lerken der ki:


«O hamalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı* boykotajları ve en müşev­veş[136] ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketle­rinde bu nasihatin tesiri olmuş­tur. Padişaha karşı irtibatlarını tâdil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’­ya karşı harb-i iktisadî[137] açmaya sebebiyet ver­di­ğimden, demek cinayet ettim ki, bu belâya düş­tüm.» (Divan-ı Harb-i Örfi sh: 15)


Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu “Divan-ı Harb-i Örfî” eserini 1954 yı­lında tekrar neş­rederken baş tarafına “bu müdafaayı, şimdi bu asra daha mu­vafık gördük” ve “hayat-ı içtimaiyeyi alâkadar eden çok hakikatlere temas ettiğinden neşredildi.” diyerek bu müdafa­anın ortaya koyduğu hakikatlerin gelecek zamanlara da baktığına dikkat çekmiştir.


NUR TALEBELERİ VE AVRUPA
Nur’un İlk ve sâdık Talebeleri Avrupaya böyle ba­kıyorlar:


«Kemal-i ulviyet ve kıymet-i bînihayesini[138] arz u ifade­den âciz bulunduğum şu Sözler’deki âlî ve azîm üslûb ve gayeler, bu abd-i pürkusuru[139] ihya ve âdeta "ba’sü ba’del­mevt" haline getirdi ve "Siyah Dut’un Bir Meyvesi" namıyla müsemma, Avrupa meftunlarına endaht edilen[140] altun topun elmas güllelerini gördüm, hayran oldum.» (Barla Lâhikası sh: 43)


«Bu hakaikle Avrupa ehl-i dalaletine de mey­dan okunur, fikrindeyiz.» (Barla Lâhikası sh: 34)


«Risale-i Nur, lisan-ı hal ile Avrupa meftunu bulu­nan tek gözlü Deccal’a[141] "Ya iman et, yahut bütün dün­yanın maskarası olacaksın" diyor.» (Barla Lâhikası sh: 143)


«Öyle de, ondördüncü asrın hâdim-i Kur’an’ı[142] da do­kuz yaşından altmış (seksenaltı) yaşına kadar bilâ-istisna doğru­dan doğruya Kur’an namına hizmet ve hareketi ve za­manın padi­şahından en canavar reislerine baş eğmediği, hattâ terakkiyat-ı fenniye[143] ve zihniyede birinciliği ihraz eden, Avrupa Devletlerini iskât eden,[144] zemzeme-i Kur’aniyenin şifaha­nesinden nebean ederek, onların semle­rine karşı tiryakları şişe değil, mâ-i câri[145] nehirlerle i’lâ-yı kelimetullah eden ve onların kal’alarını zîr ü zeber[146] eden…» (Barla Lâhikası sh: 210)


«İnşâallah bu ikinci vuku’da ondördüncü asr-ı Muhammedîde ve Avrupa terakkiyatı ile iftihar ettiği ve yirminci asır namını alan bu günde, ehl-i fetretin[147] putpe­rest­liğinin daha feci’ bir surete giren suretperestli­ğinin[148] kökü kesileceğini, bize ilân ediyordu.» (Barla Lâhikası sh: 291)


Demokratlar devrinde yazılan aşağıdaki mektub, Nurcuların Avrupaya bakışlarını ortaya koyması bakımın­dan fikir verebi­lir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle der:


«Hariç âlem-i İslâm’da Nur’un ehemmiyetli tesire başla­ması ve inkişaf ve intişarı[149] ve buranın siyasîleri Avrupa’ya bir rüşvet olarak bir derece Avrupalaşmak meylini göstermesi, hariçte zannedil­mekle mahkemelerce Nur’un serbestiyet-i tâmmesi[150] için karar vermek, hariç âlem-i İslâm’da[151] Nurların hakikî ihlasına böyle bir şübhe gelecekti ki; ya “Nurcular riyakârlığa mecbur ol­muşlar veyahut böyle me­denîleşmek fikrinde[152] olanlara iliş­miyorlar, za’f gösteriyorlar” diye Nur’un kıymetine bü­yük zarar olduğu için bu te’­hir[153] o evhamları izale eder.[154]» (Emirdağ Lâhikası sh: 107)


Demek Avrupalılaşmak fikri ve meyli, Âlem-i İslâmın bizlere karşı itimatını sarsar.


AVRUPA’NIN MÜSBET YÖNLERİ
Meselelere tek taraflı bakmamak için Risale-i Nur Külliyatında Avrupa’nın müsbet tarafına bakan ve beraber olmanın şartları ve kayıtları nelerdir diye araştırdık; bir kısmını buraya dercediyoruz. Tâ ki yanlışlara düşülmesin. Kitaba dayanmadan veya yerini göstermeden “Bediüzzamana göre..., Said Nursi’ye göre...” deyip kendi kanaatini Risale-i Nur’danmış gibi gös­terip, görüş beyan edenler kimseyi yanıltmasınlar.


Bediüzzaman Hazretlerinin yanında yetişmiş merhum Zübeyir Ağabey’in Risale-i Nur Külliyatında bulunmayan bazı hizmet sahala­rında yapılan tekliflere verdiği cevap şudur: «Kardeşim, bu dediği­niz tarzı ben Risale’de okumadım, Hazret-i Üstad’dan duy­madım. Kafam ise çalışmaz.» diye verdiği cevap bizler için Risale-i Nurdan alınan aldatmaz ölçüdür.


Risale-i Nur’un heryerde olduğu gibi Avrupada da tesirini göstermesi.


«Altmış beş sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzırı[155] Kur’­ân’ı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: “Bu İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara ha­kikî hâ­kim olamayız, tahakkümümüz[156] altında tutamayız. Ya Kur’ân’ı sukut ettirmeliyiz[157] veyahut Müslüman­ları ondan so­ğutmalıyız.”


İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsat komitesi bu bi­çare fedakâr, mâsum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar. Ben de, altmış beş sene ev­vel bu cereyana karşı, Kur’ân-ı Hakîm’den is­tim­dat eyledim.[158] Hakikate karşı kısa bir yol ve bir de pek bü­yük bir “Dârülfünun-u İslâmiye” tasavvuru ile,[159] altmış beş senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir faydası olarak hayat-ı dünyeviyemizi de istibdad-ı mutlaktan ve dalâletin helâketin­den[160] kurtarmaya ve akvam-ı İslâmiyenin mâbeyninde­ki[161] uhuvvetini inkişaf ettirmeye[162] iki vesileyi bulduk.


Birinci Vesilesi: Risale-i Nur’dur ki; uhuvvet-i ima­niyenin inkişafına kuvvet-i iman ile[163] hizmet ettiğine kat’î de­lil, emsal­siz bir mazlûmiyet ve âcizlik haletinde te’lif edil­mesi ve şimdi âlem-i İslâm’ın ekserî yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehşetli bir surette maddiyyun ve tabiiyyun gibi dinsizlik fikrine karşı galebe çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerhedememesidir.[164]" (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 223)










AVRUPA FENNE DİNSİZCE BAKMAKTAN VAZGEÇMELİ
«Felsefe fünunu[165] ile ulûm-u diniye[166] birbiriyle ba­rışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikıyla[167] tam musalaha etsin." (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 224)


1908 yılında büyük bir alim olan El-Ezher Üniversitesinin Rektörü Şeyh Bâhid Efendi Bediüzzaman Hazretlerine sorar:


«Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyor­sunuz, fikriniz nedir?


.....Buna karşı Bediüzzaman’ın verdiği cevap şu oldu:


...“Avrupa bir İslâm devletine hâmiledir, gü­nün bi­rinde onu doğuracak. Osmanlılar da Av­rupa ile hâmiledir; o da onu doğuracak.» (Tarihçe-i Hayat sh: 54)


«Nitekim Bediüzzaman’ın dediği gibi; ihbaratın iki kutbu[168] da tahakkuk etmiş, bir iki sene sonra Meşrutiyet dev­rinde şeair-i İslâmiyeye muhalif[169] çok âdât-ı ecnebiyeyi ah­zet­mek[170] ve gittikçe Türkiye’de yerleştirmek; ve şimdi Avrupa’da Kur’ana ve İslâmiyete karşı gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde fevc fevc[171] İslâmiyeti kabul etmek gibi hâdiseler, o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 54)


Bediüzzaman Hazretleri, aynı mevzuyu 1911 yı­lında, Şam’da verdiği hutbede de ifade etmiştir. Aslı Arabça olan Hutbe-i Şamiye kitabını daha sonra kendisi bizzat tercüme etmiştir. Fakat burada dikkati çeken, Osmanlı Devleti’nin Avrupa devleti doğurduğunu kesin olarak ifade ederken Avrupa ve Amerika’nın ne zaman İslâm devleti doğuracağını belirtmemiştir. Ancak biz bunun şartlarını diğer bahislerden öğreniyoruz:


«İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhi muhakkikleri[172] mah­su­lât vermesine istinaden, ben de bütün ka­naatimle derim ki:


Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir; gü­nün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.» (Hutbe-i Şamiye sh: 32)


Bediüzzaman Hazretleri, bilhassa İkinci Dünya Harbiyle meydana gelen dehşetli devreden sonra, dün­yanın bazı devletlerinin Kur’an haki­katlerini arayaca­ğını beyan etmiştir. Bu hareket­lerin Batıda, İskandinav ülkelerinde veya Amerikada olabileceğini söylemiştir. Fakat "nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa" diye bir kayıt ve başka kayıtları da koy­muştur. Bu güzel bahisleri okurken ve nakleder­ken bu kayıtla­rını da nazara vermek lazım gel­mektedir. Yoksa kişi hem kendisi aldanır ve hem de başkalarını aldatır.


Hazreti-i Üstad, 1950 den sonra yazdığı bir mek­tubda, bu mesele hakkında şöyle der:


«Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir meselesi,[173] şimdi hem Amerika, hem Avrupa’da eseri görülü­yor. Onun için, şimdiki bu hükûmetimizin[174] hakikî kuvveti, hakaik-i Kur’âniyeye[175] dayanmak ve hiz­met etmektir. Bununla, ihtiyat kuvveti[176] olan üç yüz elli milyon uhuvvet-i İslâmiye ile ittihad-ı İslâm[177] dairesinde kardeşleri kazanır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 54)


Hak ve hakikatı arayan milletlerin olacağını beyan eden bahis, fakat ”edebilirler ve görebilirlerse“ kay­dını nazara almak lazımdır:


«Hem bugünkü dünyadaki ihtilafları halledecek olan; aklen, fikren terakki etmiş yirminci asır insanlarına hak ve hakikatı anla­tabilecek yepyeni bir ilmî keşfiyatı ve bir teced­düdü Amerika’da, Avrupa’da hususan Almanya’da, taharri eden cereyanlar[178] meydana gelmiş; eğer idrak edebi­lirler ve gö­rebilirlerse, işte Risale-i Nur Külliyatı… Nitekim bu hakikatın idrak edilmeye başlandığını gösteren emareler, bahtiyar Alman Milleti içinde görülmektedir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 696)


Kur’an’ın bu zamanda bir mu’cizesi olan Risale-i Nur Külliyatının okunmasıyla ve kabul edilmesiyle değer kazanabilecek faaliyetlerden bahseden birkaç ifade:


«Risale-i Nur, Âlem-i İslâmda olduğu gibi Avrupa’da da hüsn-ü kabule mazhar olmuştur." (Tarihçe-i Hayat sh: 735)


«Delillerin birisi; Avrupa ve Amerika’nın en meşhur feylesoflarının, Kur’anın emsalsiz ve ayn-ı hakikat bir kitab oldu­ğunu tasdik etmeleridir.» (Nur Çeşmesi sh: 183)


«Risale-i Nur Avrupa, Amerika ve Afrika’da da hüsn-ü teveccühe mazhar olmuş; başta bahtiyar Almanya ve Finlandiya olmak üzere, birçok memleketlerde okun­maya baş­lanmıştır.» (Tarihçe-i Hayat sh: 711)


«O yirmi mahkeme bir suç bulamıyoruz dedikleri halde ve altı yüzbin nüshası dâhilde ve hariçte intişar ettiği halde hiç kim­seye zarar vermemesi ve Avrupa’da en yüksek mekteb içinde Nur’un dershanesi diye ayırdıkları yerde Hristiyanlar dahi onları okuması ve âlem-i İslâm’da gayet takdir ile intişar etmesi, hattâ Pakistan’da çıkan Es-Sıddık mecmuasının Risale-i Nur’un bir risalesini neşredip Diyanet Riyasetine gön­dermesi ve bu kadar intişarıyla beraber hiçbir âlim ona iti­raz etmemesi gibi hakikatlar gösteriyor ki; elbette Diyanet dairesi Nurları himaye etmek hakikî bir vazifesidir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 181)


MÜSLÜMANLAR AVRUPA’YA HÂKİM OLARAK GİRMİŞLERDİR
Bu bahis de çok manidar ve geçmişte müslüman­ların Avrupayla münasebetlerini ortaya koyması bakı­mından çok dikkat çekicidir:


«Fenikeliler Avrupa’ya tüccar, Yahudiler Avrupa’ya mül­teci veya esir olarak girdikleri halde; Müslümanlar Avrupa’ya hâkim olarak girmişler ve bu Müslümanlar, Kur’an yardı­mıyla Avrupa’ya irfan meş’ale­sini[179] taşımışlardır.


Filhakika Müslümanlar garblılara ve şarklılara felsefe, tıp, heyet, şiir öğretmişlerdir. Yunan'ın ölü dimağına ve ölü irfanına hayat vermişler, bütün dünyayı cehalet karanlıkları ihata etmişken her tarafa nur ifaza eylemişler ve bu itibarla bu insanlar ulûm-u cedidenin temellerini atmışlardır." (Musevî âlimlerinden Emanoil Düeş, İngilizce "Kuvarterli Revyo" mecmuasının 254'üncü numarasında "İslâmiyet" serlevhasıyla yazdığı makaleden)» (Nur Çeşmesi sh: 188)


Avrupaya mâl edilen, beşerin faydalandığı iyilikler hakkında bir tes­bit:


«Bunu da inkâr etmem, medeniyette vardır mehâ­sin-i ke­sire.[180] Lâkin, onlar değildir ne Nasrâniyet[181] malı, ne Avrupa icadı,


Ne şu asrın san’atı. Belki umum malıdır. Telâ­huk‑u efkâr­dan,[182] semâvî şerâyiden,[183] hem hâcât-ı fıtrîden,[184] hususî şer-i Ahmedî,[185]


İslâmî inkılâptan neş’et eden[186] bir maldır. Kimse temel­lük etmez.[187] (Sözler sh: 714)


Avrupanın İslâm dininden istifade ettiğini beyan eden bahis:


«Filhakika[188] bu âlî din; Avrupa’ya, dünyanın imarkâ­rane inkişafı için lâzım olan en esaslı kaynakları temin et­miştir...


İslâmiyet, yeryüzünden kalkacak ve bu suretle hiçbir Müslüman kalmayacak olursa, barışı devam ettirmeye imkân kalır mı? Hâyır.. buna imkân yoktur!


Gaston Care » (İşarat-ül İ’caz sh: 221)


«Kesb-i medeniyette[189] Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti[190] al­makla bera­ber, her kavmin mâye-i bekası[191] olan âdât-ı milliyelerini[192] mu­hafaza ettiler.» (Divan-ı Harb-i Örfi sh: 72)


YAHUDİ VE HRİSTİYANLARLA DOSTLUK MESELESİ
Nazar-ı dikkate alınması gereken bir önemli husus da şudur ki, Bediüzzaman Hazretlerinin beyanlarında zaman mefhumu dikkate alınmalıdır. Gerçi Risale-i Nurun meseleleri, Kur’an tefsiri olmak ha­sebiyle bütün zamanlara bakan yönleri vardır. Fakat mesela devletin dini, Din-i İslâm iken ve devlet İslâm toplumunu harici ve dahili, maddî ve manevî tehlikelerden korurken söylenen sözler ve yapılan tavsi­yeler, Kur’anın iktidar yönünden koruyucusu yokken ve İslâm cemiyeti, bütün âlem-i küfrün ve sefahatin hücumuna açıkken uygu­lanmaya kalkışılırsa ortaya çok acib garabetler çıkar.


Ve hattâ bilerek veya bilmeyerek, Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve Risale-i Nur Külliyatı hakkında su-i zanlara sebebiyet verilebilir.


Bu gelen bahiste ll.Meşrutiyet sonrası, Üstad Hazretleri, 1911 yılında, devletin başka din mensublarıyla münasebet ve dostluk meselesi üzerine der ki:


«S – Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’­da nehiy vardır. [193] «š@«[¬7²:«! |«*@«MÅX7!ö«:ö«(x­Z«[²7!ö!:­H¬FÅB«#ö«ž Bu­nunla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?


C – Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metîn[194] olduğu gibi, kat’iy­yü’d-delâlet [195]olmak gerektir. Halbuki tevil ve ihtimalin mecâli vardır. Zira, nehy-i Kur’ânî âmm[196] değildir, mutlaktır.[197] Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kay­dını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa,[198] me’haz-ı iştikakı,[199] illet-i hüküm gösterir.[200] De­mek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan ayineleri hasebiyledir.


Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki mu­habbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle[201] iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin![202]


Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vü­cuda geldi.[203] Bütün ezhânı[204] nokta-i dine çe­virdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti[205] o nok­tada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i me­denî ve dünyevîdir. Bütün ez­hânı zapt ve bütün ukulü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ek­se­risi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler.[206] Bi­naenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile ikti­bas etmektir.[207] Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan âsâyişi muhafa­zadır. İşte bu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dahil de­ğildir.» (Münazarat sh: 31)


Bu bahiste de görülüyor ki, İslâm hakimiyetinde başka din mensupları ile münasebetler kurulabilir. Onlarla Hrıstiyanlık ve Yahudilik yönlerinden etkilenme­den, teknik imkanlar noktasında irtibatlar olabilir. Risale-i Nur Külliyatında çokça bahsedilen, «Asr-ı Saadet'ten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki; bir Müslümanın muhakeme-i akliye ile ve delil-i yakînî ile ve İslâmiyete tercih etmekle eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor.» şeklindeki beyandan, bir Müslümanın, Avrupa birli­ğiyle ve içiçe olacak hayattan dolayı Hırıstiyan veya Yahudi ola­cağı düşünülemez. Fakat esas tehlike, Süfyaniyetin darbeleriyle sar­sılmış ve dini bağları iyice zayıflamış ekseriyetin, sefahet ve ibadetsizlik yüzünden hayat-ı ebediyeleri mahvolmasıdır. Ayrıca, Müslümanın dünya hayatı noktasında İttihad-ı İslâm fikri, hayale dahi getirilmemeye çalışılıyor.


İSLÂM-İSEVÎ İTTİFAKININ ZAMANI VE ŞARTLARI
Risale-i Nur Külliyatında çokça bahsedilen “Müslüman İsevîleri.. hakiki İsevîlik dini... İsevî ruhani­leri... Nasara mü’minleri... vs” gibi tabirleri dikkatli okumak gerekir. O cemiyetin özelliklerini iyi bil­mek ve gelişen bir harekette o vasıflar var mı? yok mu? bakmak lazım.


Bu meselelerden nü­mune olarak aldığımız bahiste, Bediüzzaman Hazretleri der ki:


«Âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle[208] medeni­yet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden[209] Deccal komi­tesini, Hazret-i İsâ Aleyhisse­lâmın din-i hakikîsini[210] İslâmiyetin hakikatiyle[211] bir­leştirmeye çalışan ha­mi­yetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın riyaseti al­tında öldü­recek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kur­taracak.» (Mektubat sh: 441)


1946 veya 47 de yazılmış bir mektubunda Üstad Bediüzzaman Hazretleri, İkinci Dünya Harbi son­rası şekillenen yeni dünya düzeni hak­kında endişe ve ümidi beraber taşıdığını bildirir:


«Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir tesellî kal­bime ge­liyor ki:


Bu geniş boğuşmaların neticesinde, eski Harb-i Umumîden[212] çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı[213] olan Avrupa’da, Decca­lâne[214] bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi tesellîye medar, âlem-i İslâmın tam intibahiyle[215] ve Yeni Dünyanın,[216] Hıristiyanlığın hakikî dinini düs­tur-u hareket ittihaz etme­siyle ve âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ân’a ittihad edip tâbi olması, o dehşetli gelecek iki ce­reyana karşı se­mâvî bir muavenetle[217] dayanıp inşaallah galebe eder. (Emirdağ Lâhikası-l sh: 58)


Bu beyanda açıkça görüldüğü gibi, Avrupa’dan doğacak in­sanlık dışı uygulamalara karşı, İslâm-Hırıstiyan beraberliğinin şartla­rı;


a) Müslümanların tam uyanması,


b) Yeni Dünya’nın (Amerika’nın) gerçek Hrıstiyanlığı esas alması,


c) İslâm Birliğiyle beraber hareket etmek için anlaşmalar yapması,


d) İncil’in de esaslarını içine alan Kur’an’ın hakim olması,


gibi şartları gerektiren kaideler nazara alınmazsa meselenin hakikatı anlaşılamaz.
























--------------------------------------------------------------------------------


[1] (Mi: 756-1031) Emevîlein Afrikadan Avrupa'ya geçip şimdiki Portekiz ve İspanya'da kurdukları İslâmî devletin bir ismidir. Bunlara Endülüs Emevileri denir. El-Dahil (muhacir) lâkabiyle mâruf Abdurrahmandan itibaren III. Hişamla sona ermek üzere 16 halife gelip geçmiştir. Avrupalıların ilim tahsili için Endülüse akın akın gittikleri tarihin kaydettiği bir hadisedir.


[2] fiilimizle, yaptıklarımız ve yaşayışımızla göstersek


[3] dahil olacaklar


[4] başka din mensupları


[5] bölük bölük, gruplar halinde


[6] insanlık dünyasında


[7] iki büyük akım ve biribirini takip eden iki düşünce sistemi


[8] din ve peygamberlerin yolu, onların getirdiği inanç ve yaşayış sistemi


[9] dinden kopuk felsefe ve beşerî düşünce sistemi


[10] biribirine zıtlaşmayıp uyum içinde olup destek olmuşsa


[11] felsefî düşünce dindarlaşmışsa


[12] iyilikler ve hayırlar, peygamberlerin gösterdiği yol ve din


[13] kötülükler, sapıklıklar dine dayanmayan beşerî düşünce sisteminin


[14] toplanmıştır


[15] doğudaki göçebe aşiretlere 1910’larda yaptığı seyahatlerdeki günlerde


[16] şimdi yaşanan Batı medeniyeti


[17] Allah tarafından gönderilen kitapların esaslarına aykırı


[18] üstün


[19] insanca yaşamada güdülmesi gereken doğru gaye


[20] çalışma


[21] kötü ve aşırı tüketimle


[22] başkalarına bulaşmasına ve yayılmasına


[23] şimdi bir milyarı bulan İslâm dünyasının tam uyanıklığıyla


[24] müslümanların kendi kudsî anayasalarıyla (yani Kur’an ve Sünnet prensipleriyle)


[25] İslâmiyet insanların hem dünya hem ahiret mutluklarını temin edeceğini


[26] İslâm medeniyetinin iyilikleri üstün geleceğini


[27] meşru yolun dışında


[28] çoğunlukla arzusunun zıddıyla


[29] dine aykırı düşen


[30] karşılığı


[31] düşmanlığıdır


[32] dinden kopuk bilginleri, filozofları


[33] bilgisiz, cahil


[34] ölçüsüz ve mantıksız konuşan boşboğazların


[35] bilgide üstün dereceli olup söz sahibi olan bilginlere


[36] büyük din bilginlerinin bir mesele hakkında fikir birliğinde olmalarıdır ki


[37] etrafa gerçekleri yayan manevî güneşten


[38] ay gibi parlak, gerçekten habersiz kalmış


[39] haddini aşmış


[40] Kaside-i Bürde’den alınmış bir cümle bu.


[41] Avrupalıların anlayış ve yaşayışlarına taparcasına bağlı, avrupa hayranı


[42] dinimizin, yasak olan birşeye zorlanma halinde, kişiyi sorumlu tutmaması yoluna


[43] kanun yoluyla yapılan baskı yönünden


[44] dinin yasağını işlemeye zorlanmayı dinlemeyip, dine uygun olan günahlardan uzak kalarak yaşama yönünden


[45] batıl düşünce, sapıklıklar


[46] gerileme, düşme


[47] çokluğundan israf etmektir ve kıymetini bilmemektir


[48] uyanıklık


[49] iki yüzlü yapmacık ve gösterişten ibaret hareketlerdir


[50] akıllılık


[51] insanları kandırmaya yönelik şeytanca gizli hilelerdir


[52] insan hakları, hümanizma


[53] insanî hayatı hayvanî hayata çevirmektir


[54] çağımızdaki Avrupa medeniyeti


[55] uğursuz medeniyet


[56] Bakara Sûresi, 2:30.


[57] Avrupalılarda görülen iyilikler ve bizdeki kötülüklerle


[58] geniş insan dünyasının düşünce ve yardımlaşmasının meyve­lerini


[59] bir kişinin çalışmasından meydana gelen neticeyle


[60] aldatıcı sözlerle, söz cambazlığıyla


[61] alçalış ve gerilemeyi


[62] aşırı bağlılık ve hayranlık


[63] derin, şiddetli bir nefret ve beğenmemezlik


[64] devrimcilik düşüncesi ve yıkma isteği


[65] isyan edercesine kötüleme ve iftira etme


[66] şeref kırıcı tarz


[67] acıma duygusu yerine hakaret ve küçümseme isteğini öne geçirme


[68] sevgiyle kendine çekme yerine nefret duygusu


[69] sevgi isteği yerine hafife alıp aşağılama isteği


[70] saygı duyma yerine cahillikle suçlama isteği


[71] acıma ve hürmet yerine büyüklük taslama isteği


[72] fedakârlık ahlâkı yerine ferdiyetçilik ve kendini kurtarma meyli


[73] hayasız bir Avrupa kadının üstüne giymesini güzel bulduğu, beğendiği


[74] manevî değerleri koruma isteği ise


[75] çanak yalayıcılar


[76] manevî hastalıklı mesleğinde ve sakat düşünce ve yaşayış yolunda


[77] kafirlikle suçlanacaktı


[78] ne yazık ki


[79] canlandıran hayat düğümü, çekirdeklerde saklı canlılığın ve gelişmenin özlerinden


[80] parlak konuşma isteği, edebiyat yapma düşüncesi


[81] aşırı giden, ahlak ve terbiye kuralı tanımaz şekilde ve kendini beğenircesine


[82] tenkid düşüncesi ve küçümseyip hakaret etme isteği


[83] Hucurât Sûresi, 49:12.


[84] tenkitle gizlice iliştirmelerini


[85] çanak yalayıcıların


[86] aşağılamaları


[87] beraber


[88] neticesiz ve faydasız zekilik ve akıllılık


[89] körükörüne bağlılığın


[90] taklitçilerinde


[91] üstünkörü ve düşünce yönü ile derinliği olmayan


[92] uyutarak aşılar


[93] duymazcasına (işin hakikatını araştırmadan)


[94] Avrupanın aşıladığı fikriyatı yerine getiririz


[95] şuursuz ve akılsız vasıta


[96] müslümanlar içinde yaşayan sapık guruplar


[97] zararlı azınlık


[98] dinle ilgisiz kalarak veya ciddiye almayarak


[99] dine aykırı adetler getirerek


[100] İslâm toplumunun içinde


[101] “Bu servet, bilgim sayesinde bana verilmiştir.” Ka­sas Sûresi, 28:78.


[102] alçak ve ahlaksız Avrupa medeniyetine


[103] Paris’in bir banliyösü (uzak mahallesi) olan Sevr’de Avrupa itilaf devletleri ile mağlup Osmanlı devleti arasında 1920 yılında yapılan antlaşmayla


[104] İslâm Dünyasını esaret altına almaları ve Hilafet merkezi olan Osmanlı İmparatorluğunu parçalamalarına


[105] İkinci Dünya Harbinde Avrupa’nın başına gelen bela ve milyonlarca insanın katledilmesi ve mühim merkezî başkentlerinin yerlebir edilmesiyle


[106] medeniyetin zevklerini


[107] baskı altında tutma


[108] sürekli


[109] baskı yönetimine baş eğdirmekmiş


[110] zenginliğe


[111] zamanında


[112] sapıklık seline yani hücumuna


[113] sömürgeler bakanı (Gladstone)


[114] memleketimizdeki dine aykırı yapılan hareketleri


[115] dinsizlikte inatçı


[116] Nisâ Sûresi, 4:11.


[117] Nisâ Sûresi, 4:176.


[118] Nisâ Sûresi, 4:3.


[119] biriken


[120] Al-i İmran Sû­resi, 3:7


[121] son asırlardaki din büyüklerinin


[122] Alâk Sûresi, 96:6.


[123] Tevbe Sûresi, 9:32.


[124] dini ve milleti üstün derecede koruma gayretinde olanlar


[125] miladi 1908 yılında


[126] Paris’in bir banliyösü (uzak mahallesi) olan Sevr’de Avrupa itilaf devletleri ile mağlup Osmanlı devleti arasında 1920 yılında yapılan antlaşmada


[127] islâm aleyhindeki düşüncelerini uygulamaya koymak


[128] Risale-i Nur Külliyatının başlangıcı olan İşarat-ül İ’caz eseri 1918 de neşredildi


[129] planlı şekilde söndürmeye


[130] ayetin sarih manası değil işaret yoluyla manası


[131] 1877 miladi yılında Rusların İslâm dünyasına hücumu olan Osmanlı Rus uğursuz harbi


[132] geçici


[133] işaretle


[134] Âhirzaman fitnesini önlemekle Allah tarafından görevli olan çok büyük din bilgini


[135] Bir damla su denizin varlığına işaret eder.


* Bediüzzaman’a zurafâdan biri, birgün, irfanıyla mü­tenasip bir esvap giymesi lüzumundan bahseder. Müşa­rün ileyh de: “Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsu­nuz; hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsu­nuz. Ben ise bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum. Onun için yalnız memleketimin maddî ve mânevî mamulâtını giyiyorum” buyurmuştur. (Divan-ı Harb-i Örfi sh: 15)


[136] karışık


[137] ekonomik savaş


[138] nihayetsiz değerini


[139] çok kusurlu kulu


[140] atılan


[141] burada belirtilen Deccal, İslâm deccalidir


[142] Kur’an hizmetkarı Bediüzzaman Hazretleri


[143] teknik ilerlemede


[144] cevap veremeyecek hale getiren


[145] akar su


[146] yerle bir


[147] Peygamberimizin (asm) gelmesinden evvelki cahiliye devrinde yaşayanların


[148] resim ve heykellere tapıcılığın


[149] meydana çıkması ve neşredilmesi


[150] tam serbest neşredilmesi


[151] Türkiye dışındaki İslâm dünyasında


[152] Avrupaî hayatı yaygınlaştırma düşüncesinde


[153] 1950 öncesi başlayan ve Demokratlar devrinde de devam eden mahkemeden beraat beklenirken ileri bir tarihe bırakılması


[154] yanlış düşünceleri giderir


[155] İngiliz sömurgeler bakanı


[156] hükmümüz, kontrolümüz


[157] gözden düşürmeliyiz


[158] yardım diledim


[159] din ve fen ilimlerinin berabar okutulduğu İslâm Üniversitesi düşüncesiyle


[160] sınırsız baskı ve sapık düşüncelerin neticesi olan yıkılıştan


[161] İslâm milletlerinin arasındaki


[162] kardeşliği geliştirmeye


[163] iman kardeşliğine kuvvetli imanla


[164] çürütememesidir


[165] müsbet ilimler (fen ilimleri)


[166] din ilimleri


[167] iman esasları ve İslâmın şartlarıyla


[168] verilen haberin iki tarafı


[169] İslâm gelenek ve ananelerine aykırı


[170] yabancıların geleneklerini ve kültürlerini almak


[171] dalga dalga


[172] gerçeği araştırarak bulan üstün zeka sahipleri


[173] 13. Söz’ün ikinci makamının zeyli’deki bahis


[174] Demokrat hükümetlerin


[175] Kur’an esaslarına


[176] arkasındaki büyük destek kuvveti


[177] İslâm Birliği


[178] araştırıcı akımlar, guruplar


[179] ilim ve tecrübe ışığını


[180] çok güzellikler


[181] Hırıstiyanlığın


[182] fikirlerin birbirine eklenmesi,bilgi birikiminden


[183] Allah’dan gelen bütün şeriat kitaplarından


[184] yaratılıştan gelen ihtiyaçlardan


[185] özellikle İslâm, Hz. Muhammed’in (a.s.m) getirdiği dinden


[186] İslâmın gelmesiyle dünyanın şeklinin değişmesinden kaynak­lanan


[187] kimse sahiplenemez


[188] gerçekten


[189] medeniyetin imkanlarını elde etmeye çalışmada


[190] medeniyetin insanlığa faydalı teknik ve ilimleri


[191] devamlılığın mayası


[192] milli değerlerini, tarihi geleneklerini


[193] Mâ­ide Sûresi, 5:51.


[194] metnin sağlam olması şart


[195] metnin manası, belli bir hükme delaleti de kesin


[196] Kur’an’daki yasaklama umuma ait


[197] zaman, mekân ve şartlar itibariyle tasarruf kaldırır. Yani mânâ ve hükümce kat’î ve belirli veya sınırlı değildir.


[198] bir gramer kaidesi ki, (tettehızü) (ahaze) kökünden türemiştir


[199] böyle türeme kelimelerin hükme kaynak olması halinde


[200] hükmün illetini, yani esas sebebini, yani Yahudilik ve Nasranilik, yani şahıs değil sıfat murad ediliyor. Yani Yahudi ve Nasrani (Hrıstiyan) mesleğini dost veya reis edinmeyiniz demektir


[201] güzel görmekle


[202] yani zevciyet yönünden seveceksin, gayr-ı müslimliği sıfatiyle değil


[203] asr-ı saadette büyük bir dinî değişim oldu, İslamiyet meydana çıktı


[204] zihinleri, düşünceleri


[205] sevgi ve düşmanlık


[206] Hırıstiyanlar ve Yahudiler dinlerine çok bağlı değiller


[207] sahib oldukları ileri teknik imkanları, güzel bularak almaktır


[208] Allah’ı inkar isteğiyle


[209] insanî ve kudsî değerleri yerlebir eden


[210] Hırıstiyanlığın ilk orjinal şeklini


[211] altı imanın esası ve İslâmın beş şartının bütünüyle, Allah’ın (c.c.) birliği ve benzeri olmadığı gerçeğiyle


[212] Birinci Dünya Harbinden


[213] dayanağı ve kaynağı


[214] deccalin yaptığı işlere uygun


[215] tam uyanmasıyla


[216] yeni dünya Amerika kıt’ası demektir


[217] Allah’ın yardımıyla

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...