AVRUPA İSLÂM’A KATILMAYA MUHTAÇTIR
Risale-i Nur eserlerinde, İslâm dünyasının her cihetle ilerlemesi, Avrupa’ya değil dine bağlılıkları derecesinde olduğu ifade edilir. Mektubat adlı eserde şu ifade var:
«Hem ne vakit ehl-i İslâm dine ciddî sahip olmuşlarsa, o zamana nisbeten yüksek terakki etmişler. Buna şahit, Avrupa’nın en büyük üstadı Endülüs devlet-i İslâmiyesidir.[1]
Hem ne vakit cemaat-i İslâmiye dine karşı lâkayt vaziyeti almışlar; perişan vaziyete düşerek tedennî etmişler.» (Mektubat sh: 324)
Halbuki biz Müslümanların, dinimize bağlılık neticesi olarak Avrupa milletlerinin bizlere katılacakları ifade edilir.
Evet, «Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-i imaniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek,[2] sair dinlerin tâbileri, elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehâlet edecekler.[3]» (Hutbe-i Şamiye sh: 24)
Başka din mensuplarının İslâmiyete çoklukla k
atılacaklarını bildiren Bediüzzaman Hazretleri, bunun da şartları olduğunu bildirir.
«Hem zaman-ı saadetten şimdiye kadar hiçbir tarih bize bildirmiyor ki, bir Müslüman muhakeme-i akliyesiyle başka bir dini, İslâmiyete tercih etmiş olsun ve delil ile başka bir dine dahil olmuş olsun. Dinden çıkanlar var, o başka mesele… Taklit ise, ehemmiyetsizdir. Halbuki edyân-ı saire müntesipleri[4] mutlaka fevc fevc,[5] muhakeme-i akliye ile ve burhan-ı kat’î ile daire-i İslâmiyete dahil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.» (Münazarat sh: 45)
Felsefeye bağlı olan Avrupa’nın İslâmiyete katılması gereğini açıklayan çok önemli bir ifede de şöyledir:
«Âlem-i insaniyette,[6] zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr,[7] her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış iki şecere-i azîme hükmünde; biri silsile-i nübüvvet ve diyanet,[8] diğeri silsile-i felsefe ve hikmet,[9] gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad etmişse, [10] yani silsile-i felsefe silsile-i diyanete dehalet edip[11] itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişlerse, bütün hayır ve nur silsile-i nübüvvet ve diyanet[12] etrafında toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin[13] etrafına cem olmuştur.[14]» (Sözler sh: 538)
“MİM”SİZ AVRUPA MEDENİYETİNİN BUGÜNÜ !
ll. Meşrutiyet devrinde Osmanlı’daki hürriyet havasından çok ümitlenen ve bu şer’î hürriyetten İslâm âleminin müsbet yönde etkileneceğine inanan ve bütün müslümanlara bu hususlarda dersler veren Bediüzzaman Hazretleri, 1950 den sonra sorulan soruya verdiği cevap şöyledir:
«İkinci sual: Sen eskiden şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit,[15] onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan “mim’siz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
Elcevap: Medeniyet-i hâzıra-i garbiye,[16] semavî kanun-u esasîlere muhalif[17] olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih[18] geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî[19] olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y[20] ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi...
......
Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış.
Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor.
Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla[21] yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına[22] vesile olmuş.
Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor.
İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’ân-ı Hakîmin dört yüz milyon talebesinin intibahıyla[23] ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla[24] beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını;[25] ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini;[26] ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini, Kur’ân-ı Mu’cizi’l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 100)
Demek İslâm milleti, Kur’an (3:110) âyetinde belirtildiği üzere, bütün milletlere kemalat dersinde örnektir. Böyle şerefli bir milletin İslâm haricindeki milletlere dahil olmaya çalışması ve bizi içlerine alacaklar diye sevinmesi düşünülemez.
Bu kahraman milletin yapısına uygun bir yol takip edilmezse neticesinin ne olacağı vecizevî bir şekilde şöyle ifade edilir:
«Tarîk-ı gayr-ı meşru[27] ile bir maksadı takib eden, galiben maksudunun[28] zıddıyla ceza görür, Avrupa muhabbeti gibi gayr-ı meşru[29] muhabbetin akibetinin mükâfatı,[30] mahbubun gaddarane adavetidir.[31]» (Mektubat sh: 472)
AVRUPA MEFTUNLUĞU
Kulağını Avrupa’ya dayamış ve her hususta oradan geleceklerle hayatını şekillendirenlere Bedüzzaman Hazretleri şöyle der:
«Biri çıksa dese, “Koca Avrupa’nın bu kadar hükeması[32] şu hakikat-i imaniyeyi inkâr ediyorlar. Bizim iki hocamızın sözü nasıl tercih ediliyor?”
Ey biçare nâdân![33] Mesele hiç öyle değil. Bu söze hiç hakkın yok. Belki bu mesele, hiç ehil olmadıkları meselelerde nâ-ehil birkaç fuzulînin[34] hadsiz ehl-i ihtisasa[35] karşı söz söylemesidir.
Bir iki hoca dediğin, milyarlar beşerin güneşleri hükmünde olan Şeyh Geylânî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, Şâh-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî gibi ehl-i ihtisasın icmâlarıdır ki,[36] o hakikati görmüşler, gösteriyorlar. Koca Avrupa hükeması dediğin, maddeperest, akılları gözlerine sukut etmiş, mâneviyattan uzaklaşmış şems-i hakikatten[37] ve hilâl-i haktan âmileşmiş,[38] hakkı görmedikleri için hakkı nefyeden, haddinden tecavüz etmiş[39] san’atkârlardır.
Yani, bazı gözü hasta olan kimse, güneşin ziyasını; ve vücudu hasta olan kimse de, suyun tadını inkâr ediyorlar.[40]» (Nur’un İlk Kapısı sh: 100)
Bediüzzaman Hazretleri gerek verildiği mahkemelerde gerekse bulunduğu yerlerde İslâm sembolü olan kıyafetini değiştirmemiştir, başını açmamıştır. Bu meseleyle alâkalı bir soruya verdiği bir cevapta der ki:
«Ben de dedim: Onyedi milyon değil, belki yedi milyon da değil, belki rızasıyla ve kalben kabulüyle ancak yedi bin Avrupaperest[41] sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer’iye[42] ve cebr-i kanunî cihetiyle[43] girmektense; azimet-i şer’iye ve takva cihetiyle,[44] yedi milyar zâtların kıyafetlerine girmeyi tercih ederim.» (Şualar sh: 290)
«Ehl-i medeniyetin terakki diye zu'mettikleri[45] şey, ancak bir sukuttur.[46] Ve iktidar diye zannettikleri iş, ancak bir ibtizaldir, bayağılıktır[47] ve intibah[48] diye dem vurdukları emir, ancak nevm-i gaflette bir batmaktır. Ve nezaket dedikleri mes'ele, nifakî bir riyadır.[49] Ve zekâvet[50] diye gururlandıkları keyfiyet, ancak şeytanî desiselerdir.[51] Ve insaniyet[52] diye tahmin ettikleri şey, ancak insaniyetin hayvaniyete bir inkılabıdır.[53]» (B. Mesnevi Nuriye sh: 210)
Risale-i Nur Külliyatında dikkati çeken bir husus da şudur ki, Bediüzzaman Hazretleri “Medeniyet-i hazıra..., medeniyet-i meş'ume..., medeniyet-i habise..., medeniyet-i sefihane..., mimsiz medeniyet...” gibi tabirler kullanarak Avrupa medeniyetini, insanlığa hakiki saadet getiren gerçek medeniyet olan İslâm medeniyetinden ayırır ve der ki:
«Medeniyet-i hazıra[54] itibariyle görüyoruz ki; şu medeniyet-i meş'ume[55] öyle gaddar bir düstur-u zulüm beşerin eline vermiş ki, bütün mehasin-i medeniyeti sıfıra indiriyor.
Melaike-ikiramın [56]ö«š@«8±¬G7!öt¬S²,«<ö«:ö@«Z[¬4öG¬,²S<ö²w«8ö@«Z[¬4öu«Q²D«#«!ö deki endişelerinin sırrını gösteriyor.» (Sünuhat Tuluat İşarat:24)
Avrupa meftunlarının aldatıcı bir kıyas ile müslümanlığı ve müslümanları tezyif etmelerine karşı mü’minleri uyaran Bediüzzaman Hazretleri bu aldatılıcılığı şöyle açıklar:
«Yoksa, biri Avrupa’nın mehasinini mesâvimizle[57] ve telâhuk-u efkârın semeratını[58] bizim bir şahsın semere-i sa’yi ile,[59] insafsızca, aldatıcı cerbezeyle[60] muvazene etmekle, Hıristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyetin düşmanı olan tedennîyi[61] ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir.
Avrupa’ya şedit bir meftuniyet[62] ve milletine karşı amik bir nefret[63] hissiyle, kendini Avrupa’nın veled‑i nâmeşruu gösterdiği gibi, fikr-i ihtilâl ve meyl-i tahrip[64] ve aldatıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyane,[65] namus-şikenane[66] ile, kendi firavniyetini ve zımnen medih ve gururiyetini ve bilmediği halde İslâma düşmanlığını göstermekle beraber, fir’avniyet, enaniyet, gurur hükmüyle, milletine karşı şer’an, aklen, hikmeten mükellef olduğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir,[67] meyl-i incizab yerine meyl-i nefret,[68] meyelân-ı muhabbet yerine irade-i istihfaf,[69] temayül-ü ihtiram yerine meyelân-ı teçhil,[70] arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum,[71] seciye-i fedakâri yerine temayül-ü infiradı ikame[72] edip, hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdiğinden, nazar-ı hakikatte öyle bir câni ve menfur olur ki, meselâ, birisi Paris’te, sefahet âleminde bir âlüfte madamın kametinde istihsan ettiği[73] bir libası, camide muhterem bir hocaya giydirmeye çalışmak gibi bir hareket-i ahmakane ve câniyanede bulunur. Zira hamiyet ise,[74] muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illâ yalandır, sahtekârlıktır. Nefret, hamiyetin zıddıdır.
Mutaassıplara hücum eden Avrupa’nın kâselisleri,[75] herbiri yüz mutaassıp kadar meslek-i sakîminde[76] mütaassıptır. Bunlardan birisi Shakespeare medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh Geylânî medhinde etseydi, tekfir olunacaktı.[77]
Heyhat! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?
Esefâ![78] Heyet-i içtimaiyeyi faaliyet ve harekete götüren çok ukde-i hayatiyelerden,[79] bizde inkişafa başlayan yalnız fikr-i edebiyat,[80] bahusus şâirâne, müfritâne, edepşikenâne, hodpesendâne[81] olan fikr-i hiciv ve arzu-yu tahkirdir.[82]
[83]@®N²Q«"ö²vUN²Q«"ö²`«B²R«<ö«ž«: Tedib-i hakikîye karşı edepsizliktir ki, birbirine saldırıyor. Fakat millete ve İslâmiyete karşı olan târizat-ı zımniyelerini[84] o kâselislerin[85] yüzlerine çarpmakla beraber, onlar birbirine karşı dinsizcesine hiciv ve terzilleri[86] ise, kimbilir belki müstehaktırlar düşünüp, deyip geçmekle iktifa ederiz.
Ben zannederim ki, bu milletin perişaniyetine, fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık[87] olmayan fazla zekâvet-i betrâ[88] tesir etmiştir. Bence en müthiş maraz asabîliktir. Zira herşeyi haddinden geçirmekle aksülâmel yaptırır.» (Sünuhat Tuluat İşarat: 61)
Avrupa hayranları Avrupaya laf söyletmezler:
«Bence taassubun[89] en dehşetlisi, bazı Avrupa mukallidlerinde[90] ve dinsizlerinde bulunur ki; sathî[91] şübhelerinde muannidane ısrar gösteriyorlar.» (Münazarat sh: 89)
AVRUPA ÜFLÜYOR BİZ OYNUYORUZ
Bilhassa son asırda memleketimizde meydana gelen hareketlerin çoğu Avrupa’dan idare edildiğini beyan eden Said Nursi Hazretleri, bu durumu şöyle tesbit eder:
«Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder,[92] biz kendimizden hayal edip, asammâne[93] tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.[94]
“Madem ki menba Avrupa’dadır. Gelen cereyan ya menfî veya müspettir.
Menfîye kapılan harf gibi: ¬˜¬h²[«3ö¬j²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÅÄ«( yahut ¬y¬,²S«9ö]¬4ö]®X²Q«8ö]«V«2öÇÄG«<ö«žö tarif edilir. Demek bütün harekâtı, bizzat hariç hesabına geçer. Çünkü iradesi hükümsüzdür. Hulûs-u niyeti fayda vermez. Bahusus, menfî iki cihet-i zaafla hariç cereyanın kuvvetine bir âlet-i laya’kıl[95] olur.» (Sünuhat Tuluat İşarat: 46)
Demek Avrupa bize iyi niyetle bakmıyor, istismar ediyor. O halde onların hükmü altına girmek zarardır.
AVRUPA MEDENİYETİ BURADA TUTUNAMAZ
Birinci Dünya Savaşı sonrası ülkemizde meydana gelen siyasî ve idarî değişikliklerle getirilmek istenen yeni rejim hakkında tavsiyelerde bulunan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri der ki:
«...Ve dâhilî bütün fırak-ı dâlle-i İslâmiye[96], birer kemmiye-i kalile-i muzırra[97] suretinde mahkûm kaldığı ve İslâmiyet metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, lâübaliyane,[98] Avrupa medeniyet-i habisesinden süzülen bir cereyan-ı bid’akârane[99] sinesinde[100] yer tutamaz...
...Za’f-ı dine sebeb olan Avrupa medeniyet-i sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyet-i Kur’an’ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lâkaydane ve ihmalkârane müsbet bir iş görülmez...
...Yoksa İslâmiyet’ten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu, firenk mukallidlerini avam-ı müslimîne tercih etmek, maslahat-ı İslâm’a münafî olduğundan; âlem-i İslâm nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdad edecektir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 141)
Bediüzzaman Hazretlerinin üstün tarihî değer taşıyan bu tavsiyesi açıkça gösteriyor ki, Avrupa’nın pis medeniyetinden uzak durup İslâm medeniyetinin ortaya çıkmasına çalışmak gerekli ve zaruridir.
«Hakikatlı bir latife: Sultan Süleyman-ı Kanunî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ona demiş: “Hilaf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki; o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse, yüz senede temizleyemez”.» (Sikke-i Tasdik-i Gaybî sh: 161)
Bu hadise, medenî cesaret örneği olduğu gibi İslâm cemiyetinde yaşanan fikir hürriyetinin de parlak bir tablosudur.
AVRUPA’NIN YEDİĞİ SEMAVÎ TOKATLAR
Avrupa’nın, İslâma ettiği zulümler ve başına gelen belâların bir kaçını Risale-i Nur şöyle beyan eder:
«Sizin hatırınız ve askerliğiniz endişesi için hâdisat-ı zamana baktım; kalbime böyle geldi: Menfî esasata bina edilen ve Karun gibi [101]¯v²V¬2ö]«V«2öyB[¬#:!ö@«WÅ9¬! deyip, ihsan-ı Rabbanî olduğunu bilmeyip şükretmeyen ve maddiyyun fikriyle şirke düşen ve seyyiatı hasenatına galib gelen şu medeniyet-i Avrupaiye[102] öyle bir semavî tokat yedi ki; yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrib edip yangına verdi.
Avrupa zâlim hükûmetleri zulümleriyle, Sevr Muahedesiyle[103] âlem-i İslâma ve merkez-i Hilâfete ettikleri ihanete[104] mukabil öyle bir mağlûbiyet tokadını yediler ki; dünyada dahi bir cehenneme girip çıkamıyorlar, azapta çırpınıyorlar.[105]
Evet, bu mağlûbiyet, aynen zelzele gibi, ihanetin cezasıdır.» (Kastamonu Lâhikası sh: 16)
«Adalet-i İlâhiye, İslâmiyete ihanet eden mimsiz medeniyete öyle bir azâb-ı mânevî vermiş ki, bedevîliğin ve vahşîliğin derecesinden çok aşağıya düşürtmüş. Avrupa’nın ve İngilizin yüz sene ezvâk-ı medeniyesini[106] ve terakkî ve tasallut[107] ve hâkimiyetin lezzetlerini hiçe indiren mütemadî[108] korku ve dehşet ve telâş ve buhran yağdıran bombaları başlarına musallat etmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 22)
«Şimdi ise dünya servetine ve malına ve o servetle filolar teşkil edip, hattâ kırk milyon bir millet, o fil gibi filolarla nev-i beşeri esaret altına almış ve Avrupa medeniyetçileri medeniyetin mehasiniyle, iyilikleriyle, menfaatleriyle değil, belki medeniyetin seyyiatıyla ve sefahetiyle ve dinsizliğiyle üçyüzelli milyon müslümanların her tarafta hâkimiyetlerini imha edip istibdadına serfüru’ etmiş[109] ve bu musibet-i semaviyeye sebebiyet vermiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 226)
«Harb‑i Umumî neticelerinden hem âlem-i insaniyet, hem âlem‑i İslâmiyet çok zarar gördüler.
Nev’-i insanın, hususan Avrupa’nın mağrur ve cebbarları, bilhassa birisi, kuvvet ve gınaya[110] ve paraya istinad ederek firavunane bir tuğyana girdiklerinden, o hususî insanlar nev-i beşeri mes’ul ediyor diye insan ism-i umumîsiyle tabir edilmiş.» (Şualar sh: 693)
İşte mezkür beyanların nazara verdiği Avrupadaki zalim devletlerin İslâm düşmanlığını gözardı edip onlara dostça yanaşmaya cevaz göstermek Risale-i Nur'un açık beyanlarına muhaliftir ve muhalefettir.
RİSALE-İ NUR’UN AVRUPA DİNSİZLERİ İLE MÜCADELESİ
Bütün Avrupa kafirleri İslâma, müslümanlara böyle saldırmalarına mukabil adeta tek başıyla mücadele eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle diyor:
«Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah’ın tevfikiyle beni o mesleğimin bir mes’elesinden geri çeviremezler; inşâallah mağlub edemezler!..» (Mektubat sh: 72)
«Ve madem bu asırda Avrupa dinsizleri ve ehl-i dalalet münafıkları, dehşetli bir surette Kur’ana hücumu hengâmında[111] Risale-i Nur o seyl-i dalalete[112] karşı mukavemet edip, Kur’anın tılsımlarını keşfederek hakikatını muhafaza ediyor.» (Şualar sh: 742)
«Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın feyziyle Yeni Said hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatça bürhanlar zikrediyor ki değil müslüman üleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 159)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, 1935 yılında Eskişehir Mahkemesinde yapmış olduğu müdafaanamesinde Avrupa hakkındaki beyanatlarında der ki:
«Elinize geçen ve nazar-ı teftişinizde bulunan "Fihriste Risalesi" gösteriyor ki; Risale-i Nur’un her bir cüz’ü, bir âyet-i Kur’aniyenin hakikatını tefsir eder ve hususan erkân-ı imaniyeye dair âyetleri öyle vuzuhla tefsir eder ki, Avrupa feylesoflarının bin seneden beri Kur’an aleyhinde hazırladıkları hücum plânlarını ve esaslarını bozuyor...
...Hem bunu biliniz ki, yirmi-otuz sene evvel bir gazete gördüm ki, İngilizlerin bir Müstemlekât Nâzırı[113] demiş: “Bu Kur’ân Müslümanların elinde varken biz onlara hakikî hâkim olamayız. Bunun kaldırılmasına ve çürütülmesine çalışmalıyız.” İşte, bu kâfir muannidin bu sözü, otuz senedir nazarımı Avrupa feylesoflarına çevirmiş olduğundan, nefsimden sonra onlarla uğraşıyorum. Dahile bakamıyorum ve dahildeki kusuru,[114] Avrupa’nın hatâsı, fesadıdır derim. Avrupa feylesoflarına hiddet ediyorum, onları vuruyorum. Felillâhilhamd, Risale-i Nur o muannid[115] kâfirlerin de hülyasını kırdığı gibi, maddiyun, tabiyun feylesoflarını tam susturur bir vaziyete girmiştir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 223)mfç…©®
Said Nursi Hazretleri Eskişehir Mahkemesinde, başta mahkemeye ve arkasında zamanın reislerine “dâhilde ecnebî dolabları hesabına çalışan mülhidlere” diyerek din esaslarına yapılan hücumların ve dindarlara yapılan baskıların Avrupa hesabına yapıldığını beyan eder ve hakikattaki hükümet ile müfsidleri birbirinden ayırır ve der ki:
«Avrupa medeniyet ve felsefesi namına ve belki İngilizlerin ifsad-ı siyaseti hesabına "Tesettür Âyeti"ne ettikleri itiraza karşı, gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmîdir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 249)
«Ben, son müdafaatımda beyan etmişim ki; otuz senedir, Avrupa feylesoflarına ve Avrupa feylesofları hesabına dâhilde ecnebî dolabları hesabına çalışan mülhidlere karşı muaraza ederek cevab vermişim ve veriyorum.» (Tarihçe-i Hayat sh: 249)
«Acaba bu Hükûmet-i Cumhuriye, Avrupa medeniyetinin kusurlu kısmının dava vekilliğine tenezzül eder mi?» (Tarihçe-i Hayat sh: 250)
Kur’anın örtünme, miras ve taaddüd-ü zevcat gibi kat’i ve kesin hükümlerinin hikmetlerini tefsir eden ve bu gibi hükümlere itirazın Avrupanın eski hastalığı olduğunu beyan eden Bediüzzaman Hazretleri dahildeki itirazların da gerçekte Avrupa hesabına olduğunu beyan eder.
«Kur’an-ı Hakîm’in âyât-ı kat’iyesiyle, binüçyüz seneden beri, milyonlar tefsirlerinde ve halen kütübhanelerde dolu tefsirlerde
[116]‰GÇ,7!ö¬y¬±8Ÿ¬«4öÐ[117]¬w²[«[«C²9ž²!ö±¬o«&öu²C¬8ö¬h«6ÅHV¬7
[118]²vU«7ö«Æ@«0ö@«8ö!xE¬U²9@«4öÐ «t¬%!«:²+«ž¬ö²u5öÇ|¬AÅX7!ö@«ZÇ<«!ö@«<ö
ilââhir gibi âyetlerin hakaik-i kudsiyelerini Avrupa feylesoflarının itiraz ve tecavüzatına karşı otuz seneden beri yazdığım müdafaat-ı ilmiyemi "Hükûmetin inkılabına, prensibine ve rejimine muhalif kasdı var" diye beni itham etmek, öyle bir zâhir garaz ve öyle bir esassız vehimdir ki; buradaki mahkeme-i âdileye taalluk etmeseydi, müdafaa ve cevab vermeyi lâyık görmezdim.
Hem acaba, eskiden beri bu vatan ve millete zarar niyetiyle, Avrupa’nın dinsiz komiteleri hesabına ve Rum, Ermeniler cemiyeti vasıtasıyla dinsizlik ve ihtilâl ve fesat tohumlarını saçan mülhidlere karşı müdafaat-ı ilmiyem, hangi suretle hükûmet aleyhine alınıyor?» (Tarihçe-i Hayat sh: 251)
«Evet Bediüzzaman, devletlere milletlere mukabil, değil yalnız bir yerdeki Firavunlara, bütün Avrupa dinsizliğine karşı tek başıyla meydan okumuş ve okuyor.» (Tarihçe-i Hayat sh: 693)
«Dalalet-âlûd Avrupa feylesoflarının ve sapkın talebelerinin bazı müteşabih âyât-ı kerime ve ehadîs-i şerifenin zâhirî manalarını anlamayarak yaptıkları kasıdlı itirazlara, Risale-i Nur’da aklen, mantıkan cevablar verilerek, o âyetlerin ve o hadîslerin birer mu’cize oldukları isbat edilmiştir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 696)
«İşte bu zamanda tahribatın manevî olduğuna ve ona karşı mukabelenin de ancak tamirci manevî atom bombasıyla mümkün olabileceğine kat’î bir delil olarak üniversitenin mebde’ ve çekirdeği olan Risale-i Nur’un bu otuz sene içerisinde Avrupa’dan gelen dehşetli dalalet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir sed teşkil etmesidir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 186)
«Bunun içindir ki, Avrupa’nın felsefî dalaletlerine galebe ediyor ve cerhedilmez aklî, mantıkî, ilmî hüccetlerle, dünyayı saran Komünizmi ve Masonluğu kökünden yıkıyor.» (Nur Çeşmesi sh: 169)
«Şimdi ben sizlerden soruyorum: Böyle Avrupa feylesoflarının başına ve ecnebî entrikaları hesabına çalışan dinsiz her bir mülhidin yüzüne indirdiğim kuvvetli ilmî bir tokat, hangi suretle hükûmet hesabına geçiyor?" (Tarihçe-i Hayat sh: 249)
AVRUPA’NIN YAYDIĞI ŞÜPHELERİ RİSALE-İ NUR DEF’EDİYOR
Avrupa dinsizleri, 1950 yılından sonraları memleketimizde resmen din dersleri okullarda okutulmasıyla buraları bozmak fikriyle hareket etmişlerdir.
«Bundan bir müddet evvel Avrupalı bir feylesof, İstanbul’a gelerek imam-hatib ve hâfız mektebinde okuyan talebelerde, Kur’an aleyhinde bir şübhe husule getirmek için bir konferans vermiş. Kur'an aleyhtarı o feylesof, mezkûr konferansında ‘seb’a semavat’ âyet-i kerimesine ilişerek inkâr etmek istemiş. "Sema birdir, başka sema yok, fen bunu kabul etmiyor." demiş. Fakat ertesi gün, Risale-i Nur'un "İşarat-ül İ'caz" arabî tefsirinde kırk sene evvel ona dair verilen cevabı görünce, devam ettireceği o konferansları terkederek İstanbul'dan ayrılmaya mecbur kalmış.» (Konferans sh: 61)
Hatta Risale-i Nurun mücadele ettiği birinci muhatap, Avrupadan gelen bilhassa fikrî sapıklık ve yaşantıda ortaya çıkan sefahat hayatıdır.
«Harb-i umumî vasıtasıyla, bin seneden beri Kur’ân aleyhinde terâküm eden[119] Avrupa itirazları ve evhamları âlem-i İslâm içinde yol bulup yayıldılar. O şübehatın bir kısmı fennî şeklini giydi, ortaya çıktı. Bu şübehatı ve itirazları bu zamanda def eden, başta Risalei’n-Nur ve şakirdleri göründüğünden, bu âyet[120] bu asra da baktığından, Risalei’n-Nur ve şakirtlerine remzen bakmakla beraber, ulema-i müteahhirînin[121] mezhebine göre yÁV7! Åž¬! da vakfedilmez. O halde makam-ı cifrîsi aynen [122]]«R²O«[«7ö«–@«K²9¬ž²!öÅ–¬! nın makamı gibi 1344 ederek Resâili’n-Nur ve şakirtlerinin meydan-ı mücahede-i mâneviyeye atılmaları tarihine tam tamına tevafukla onları da bu âyetin harîm-i kudsîsinin içine alıyor.» (Şualar sh: 701)
AVRUPA’NIN HÜCUMUNA KARŞI CİHAD EDENLER
Risale-i Nur hizmetine işaret eden bir ayetin mana-yı işarî tabakasını tefsir eden Bediüzzaman Hazretleri, Avrupa’nın iç yüzünü tahlil edip İslâmiyete karşı bitmeyen bir kinle su-i niyet içinde bulunduğunu ortaya koyan bahiste der ki:
«Sûre-i Tevbe’de
ö²v¬Z¬;!«x²4«@"¬ö¬yÁV7!ö«*x9ö~ÎY¬S²O<ö²–«!ö«–:G<¬h<
[123] «–:h¬4@«U²7!ö«˜¬h«6ö²x«7«:ö˜«*x9öÅv¬B<ö²–«!öÅÅž¬!öyÁV7!ö]«"²@«<«:
âyetindeki ˜«*x9öÅv¬B<ö²–«!öÅž¬!öyÁV7!ö]«"²@«<«:ö²v¬Z¬;!«x²4«@"¬ö¬yÁV7!ö«*x9ö cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i mâneviyesiyle beraber şeddeli lâm’lar, birer lâm ve şeddeli mim asıl kelimeden olduğundan, iki mim sayılmak cihetiyle 1324 ederek, Avrupa zâlimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir suikast plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri,[124] hürriyeti ’24’te[125] ilânıyla o plânı akîm bırakmaya çalıştıkları halde, maatteessüf, altı-yedi sene sonra, harb-i umumî neticesinde yine o suikast niyetiyle, Sevr Muahedesinde[126] Kur’ân’ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirâne fikirlerini yine icrâ etmek[127] olan plânlarını akîm bırakmak için Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla mukabeleye çalıştıkları tarihi olan 1324’e, tâ ’34’te, tâ ’54’te tam tamına tevâfukla, o herc ü merc içinde Kur’ân’ın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resâili’n-Nur Müellifi ’24’te ve Resâili’n-Nur’un mukaddematı ’34’te[128] ve Resâili’n-Nur’un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirtleri ’54’te mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor. Hattâ hakikat-i hali bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti telâşa sevk ettiler ve bu itfâ suikastine[129] karşı tenvir vazifesini tam îfa ettiklerinden, bu âyetin mânâ-yı işârîsi[130] cihetinde bir medâr-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde nur-u Kur’ân’a muhalif hâletlerin ekserîsi o suikastlerin ve Sevr Muahedesi gibi gaddarâne muahedelerin vahim neticeleridir.
Eğer şeddeli mim dahi şeddeli lâm’lar gibi bir sayılsa, o vakit 1284 eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeye niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus’un ’93 muharebe-i meş’umesiyle[131] âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat[132] bir bulut perde ettiler. Fakat bunda Resâili’n-Nur şakirtleri yerinde Mevlâna Halid’in (k.s.) şakirtleri o bulut zulümatını dağıttıklarından, bu âyet bu cihette onların başlarına remzen[133] parmak basıyor. Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli lâm’lar ve mim ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdînin şakirdleri[134] olabilir. Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. [135]¬h²E«A²7!ö]«V«2öÇÄG«#ö?«h²O«T²7«! sırrıyla kısa kestik.» (Şualar sh: 719)
Mezkûr açıklamalar, ikaz ve müdafaalar gösteriyor ki, Bediüzzaman Hazretleri, Avrupanın siyasî veya aşikâr ifsatlarına karşı mukabelelerde bulunmuş ve zararlarını önlemeye çalışmıştır.
Menfî Avrupanın yukarıda açıklanan İslâm Âlemine muarız niyet ve tavırlarına rağmen onlardan nasıl menfaat beklenebilir?
AVRUPA’YA BOYKOT
Bediüzzaman Hazretleri, 1909 yılındaki meşhur 31 Mart hadisesinde, Sıkıyönetim Mahkemesinde yaptığı müdafaada, İstanbulda bulunan Doğulu hamalların boykotlarını desteklerken der ki:
«O hamalların, Avusturya’ya karşı, benim gibi bütün Avrupa’ya karşı* boykotajları ve en müşevveş[136] ve heyecanlı zamanlarda âkılâne hareketlerinde bu nasihatin tesiri olmuştur. Padişaha karşı irtibatlarını tâdil etmeye ve boykotajlarla Avrupa’ya karşı harb-i iktisadî[137] açmaya sebebiyet verdiğimden, demek cinayet ettim ki, bu belâya düştüm.» (Divan-ı Harb-i Örfi sh: 15)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bu “Divan-ı Harb-i Örfî” eserini 1954 yılında tekrar neşrederken baş tarafına “bu müdafaayı, şimdi bu asra daha muvafık gördük” ve “hayat-ı içtimaiyeyi alâkadar eden çok hakikatlere temas ettiğinden neşredildi.” diyerek bu müdafaanın ortaya koyduğu hakikatlerin gelecek zamanlara da baktığına dikkat çekmiştir.
NUR TALEBELERİ VE AVRUPA
Nur’un İlk ve sâdık Talebeleri Avrupaya böyle bakıyorlar:
«Kemal-i ulviyet ve kıymet-i bînihayesini[138] arz u ifadeden âciz bulunduğum şu Sözler’deki âlî ve azîm üslûb ve gayeler, bu abd-i pürkusuru[139] ihya ve âdeta "ba’sü ba’delmevt" haline getirdi ve "Siyah Dut’un Bir Meyvesi" namıyla müsemma, Avrupa meftunlarına endaht edilen[140] altun topun elmas güllelerini gördüm, hayran oldum.» (Barla Lâhikası sh: 43)
«Bu hakaikle Avrupa ehl-i dalaletine de meydan okunur, fikrindeyiz.» (Barla Lâhikası sh: 34)
«Risale-i Nur, lisan-ı hal ile Avrupa meftunu bulunan tek gözlü Deccal’a[141] "Ya iman et, yahut bütün dünyanın maskarası olacaksın" diyor.» (Barla Lâhikası sh: 143)
«Öyle de, ondördüncü asrın hâdim-i Kur’an’ı[142] da dokuz yaşından altmış (seksenaltı) yaşına kadar bilâ-istisna doğrudan doğruya Kur’an namına hizmet ve hareketi ve zamanın padişahından en canavar reislerine baş eğmediği, hattâ terakkiyat-ı fenniye[143] ve zihniyede birinciliği ihraz eden, Avrupa Devletlerini iskât eden,[144] zemzeme-i Kur’aniyenin şifahanesinden nebean ederek, onların semlerine karşı tiryakları şişe değil, mâ-i câri[145] nehirlerle i’lâ-yı kelimetullah eden ve onların kal’alarını zîr ü zeber[146] eden…» (Barla Lâhikası sh: 210)
«İnşâallah bu ikinci vuku’da ondördüncü asr-ı Muhammedîde ve Avrupa terakkiyatı ile iftihar ettiği ve yirminci asır namını alan bu günde, ehl-i fetretin[147] putperestliğinin daha feci’ bir surete giren suretperestliğinin[148] kökü kesileceğini, bize ilân ediyordu.» (Barla Lâhikası sh: 291)
Demokratlar devrinde yazılan aşağıdaki mektub, Nurcuların Avrupaya bakışlarını ortaya koyması bakımından fikir verebilir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle der:
«Hariç âlem-i İslâm’da Nur’un ehemmiyetli tesire başlaması ve inkişaf ve intişarı[149] ve buranın siyasîleri Avrupa’ya bir rüşvet olarak bir derece Avrupalaşmak meylini göstermesi, hariçte zannedilmekle mahkemelerce Nur’un serbestiyet-i tâmmesi[150] için karar vermek, hariç âlem-i İslâm’da[151] Nurların hakikî ihlasına böyle bir şübhe gelecekti ki; ya “Nurcular riyakârlığa mecbur olmuşlar veyahut böyle medenîleşmek fikrinde[152] olanlara ilişmiyorlar, za’f gösteriyorlar” diye Nur’un kıymetine büyük zarar olduğu için bu te’hir[153] o evhamları izale eder.[154]» (Emirdağ Lâhikası sh: 107)
Demek Avrupalılaşmak fikri ve meyli, Âlem-i İslâmın bizlere karşı itimatını sarsar.
AVRUPA’NIN MÜSBET YÖNLERİ
Meselelere tek taraflı bakmamak için Risale-i Nur Külliyatında Avrupa’nın müsbet tarafına bakan ve beraber olmanın şartları ve kayıtları nelerdir diye araştırdık; bir kısmını buraya dercediyoruz. Tâ ki yanlışlara düşülmesin. Kitaba dayanmadan veya yerini göstermeden “Bediüzzamana göre..., Said Nursi’ye göre...” deyip kendi kanaatini Risale-i Nur’danmış gibi gösterip, görüş beyan edenler kimseyi yanıltmasınlar.
Bediüzzaman Hazretlerinin yanında yetişmiş merhum Zübeyir Ağabey’in Risale-i Nur Külliyatında bulunmayan bazı hizmet sahalarında yapılan tekliflere verdiği cevap şudur: «Kardeşim, bu dediğiniz tarzı ben Risale’de okumadım, Hazret-i Üstad’dan duymadım. Kafam ise çalışmaz.» diye verdiği cevap bizler için Risale-i Nurdan alınan aldatmaz ölçüdür.
Risale-i Nur’un heryerde olduğu gibi Avrupada da tesirini göstermesi.
«Altmış beş sene evvel bir vali bana bir gazete okudu. Bir dinsiz müstemlekât nâzırı[155] Kur’ân’ı elinde tutup konferans vermiş. Demiş ki: “Bu İslâmların elinde kaldıkça, biz onlara hakikî hâkim olamayız, tahakkümümüz[156] altında tutamayız. Ya Kur’ân’ı sukut ettirmeliyiz[157] veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız.”
İşte bu iki fikirle, dehşetli ifsat komitesi bu biçare fedakâr, mâsum, hamiyetkâr millete zarar vermeye çalışmışlar. Ben de, altmış beş sene evvel bu cereyana karşı, Kur’ân-ı Hakîm’den istimdat eyledim.[158] Hakikate karşı kısa bir yol ve bir de pek büyük bir “Dârülfünun-u İslâmiye” tasavvuru ile,[159] altmış beş senedir, âhiretimizi kurtarmak ve onun bir faydası olarak hayat-ı dünyeviyemizi de istibdad-ı mutlaktan ve dalâletin helâketinden[160] kurtarmaya ve akvam-ı İslâmiyenin mâbeynindeki[161] uhuvvetini inkişaf ettirmeye[162] iki vesileyi bulduk.
Birinci Vesilesi: Risale-i Nur’dur ki; uhuvvet-i imaniyenin inkişafına kuvvet-i iman ile[163] hizmet ettiğine kat’î delil, emsalsiz bir mazlûmiyet ve âcizlik haletinde te’lif edilmesi ve şimdi âlem-i İslâm’ın ekserî yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri dehşetli bir surette maddiyyun ve tabiiyyun gibi dinsizlik fikrine karşı galebe çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerhedememesidir.[164]" (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 223)
AVRUPA FENNE DİNSİZCE BAKMAKTAN VAZGEÇMELİ
«Felsefe fünunu[165] ile ulûm-u diniye[166] birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikıyla[167] tam musalaha etsin." (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 224)
1908 yılında büyük bir alim olan El-Ezher Üniversitesinin Rektörü Şeyh Bâhid Efendi Bediüzzaman Hazretlerine sorar:
«Avrupa ve Osmanlılar hakkında ne diyorsunuz, fikriniz nedir?
.....Buna karşı Bediüzzaman’ın verdiği cevap şu oldu:
...“Avrupa bir İslâm devletine hâmiledir, günün birinde onu doğuracak. Osmanlılar da Avrupa ile hâmiledir; o da onu doğuracak.» (Tarihçe-i Hayat sh: 54)
«Nitekim Bediüzzaman’ın dediği gibi; ihbaratın iki kutbu[168] da tahakkuk etmiş, bir iki sene sonra Meşrutiyet devrinde şeair-i İslâmiyeye muhalif[169] çok âdât-ı ecnebiyeyi ahzetmek[170] ve gittikçe Türkiye’de yerleştirmek; ve şimdi Avrupa’da Kur’ana ve İslâmiyete karşı gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde fevc fevc[171] İslâmiyeti kabul etmek gibi hâdiseler, o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 54)
Bediüzzaman Hazretleri, aynı mevzuyu 1911 yılında, Şam’da verdiği hutbede de ifade etmiştir. Aslı Arabça olan Hutbe-i Şamiye kitabını daha sonra kendisi bizzat tercüme etmiştir. Fakat burada dikkati çeken, Osmanlı Devleti’nin Avrupa devleti doğurduğunu kesin olarak ifade ederken Avrupa ve Amerika’nın ne zaman İslâm devleti doğuracağını belirtmemiştir. Ancak biz bunun şartlarını diğer bahislerden öğreniyoruz:
«İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhi muhakkikleri[172] mahsulât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki:
Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.» (Hutbe-i Şamiye sh: 32)
Bediüzzaman Hazretleri, bilhassa İkinci Dünya Harbiyle meydana gelen dehşetli devreden sonra, dünyanın bazı devletlerinin Kur’an hakikatlerini arayacağını beyan etmiştir. Bu hareketlerin Batıda, İskandinav ülkelerinde veya Amerikada olabileceğini söylemiştir. Fakat "nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa" diye bir kayıt ve başka kayıtları da koymuştur. Bu güzel bahisleri okurken ve naklederken bu kayıtlarını da nazara vermek lazım gelmektedir. Yoksa kişi hem kendisi aldanır ve hem de başkalarını aldatır.
Hazreti-i Üstad, 1950 den sonra yazdığı bir mektubda, bu mesele hakkında şöyle der:
«Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir meselesi,[173] şimdi hem Amerika, hem Avrupa’da eseri görülüyor. Onun için, şimdiki bu hükûmetimizin[174] hakikî kuvveti, hakaik-i Kur’âniyeye[175] dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla, ihtiyat kuvveti[176] olan üç yüz elli milyon uhuvvet-i İslâmiye ile ittihad-ı İslâm[177] dairesinde kardeşleri kazanır.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 54)
Hak ve hakikatı arayan milletlerin olacağını beyan eden bahis, fakat ”edebilirler ve görebilirlerse“ kaydını nazara almak lazımdır:
«Hem bugünkü dünyadaki ihtilafları halledecek olan; aklen, fikren terakki etmiş yirminci asır insanlarına hak ve hakikatı anlatabilecek yepyeni bir ilmî keşfiyatı ve bir teceddüdü Amerika’da, Avrupa’da hususan Almanya’da, taharri eden cereyanlar[178] meydana gelmiş; eğer idrak edebilirler ve görebilirlerse, işte Risale-i Nur Külliyatı… Nitekim bu hakikatın idrak edilmeye başlandığını gösteren emareler, bahtiyar Alman Milleti içinde görülmektedir.» (Tarihçe-i Hayat sh: 696)
Kur’an’ın bu zamanda bir mu’cizesi olan Risale-i Nur Külliyatının okunmasıyla ve kabul edilmesiyle değer kazanabilecek faaliyetlerden bahseden birkaç ifade:
«Risale-i Nur, Âlem-i İslâmda olduğu gibi Avrupa’da da hüsn-ü kabule mazhar olmuştur." (Tarihçe-i Hayat sh: 735)
«Delillerin birisi; Avrupa ve Amerika’nın en meşhur feylesoflarının, Kur’anın emsalsiz ve ayn-ı hakikat bir kitab olduğunu tasdik etmeleridir.» (Nur Çeşmesi sh: 183)
«Risale-i Nur Avrupa, Amerika ve Afrika’da da hüsn-ü teveccühe mazhar olmuş; başta bahtiyar Almanya ve Finlandiya olmak üzere, birçok memleketlerde okunmaya başlanmıştır.» (Tarihçe-i Hayat sh: 711)
«O yirmi mahkeme bir suç bulamıyoruz dedikleri halde ve altı yüzbin nüshası dâhilde ve hariçte intişar ettiği halde hiç kimseye zarar vermemesi ve Avrupa’da en yüksek mekteb içinde Nur’un dershanesi diye ayırdıkları yerde Hristiyanlar dahi onları okuması ve âlem-i İslâm’da gayet takdir ile intişar etmesi, hattâ Pakistan’da çıkan Es-Sıddık mecmuasının Risale-i Nur’un bir risalesini neşredip Diyanet Riyasetine göndermesi ve bu kadar intişarıyla beraber hiçbir âlim ona itiraz etmemesi gibi hakikatlar gösteriyor ki; elbette Diyanet dairesi Nurları himaye etmek hakikî bir vazifesidir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 181)
MÜSLÜMANLAR AVRUPA’YA HÂKİM OLARAK GİRMİŞLERDİR
Bu bahis de çok manidar ve geçmişte müslümanların Avrupayla münasebetlerini ortaya koyması bakımından çok dikkat çekicidir:
«Fenikeliler Avrupa’ya tüccar, Yahudiler Avrupa’ya mülteci veya esir olarak girdikleri halde; Müslümanlar Avrupa’ya hâkim olarak girmişler ve bu Müslümanlar, Kur’an yardımıyla Avrupa’ya irfan meş’alesini[179] taşımışlardır.
Filhakika Müslümanlar garblılara ve şarklılara felsefe, tıp, heyet, şiir öğretmişlerdir. Yunan'ın ölü dimağına ve ölü irfanına hayat vermişler, bütün dünyayı cehalet karanlıkları ihata etmişken her tarafa nur ifaza eylemişler ve bu itibarla bu insanlar ulûm-u cedidenin temellerini atmışlardır." (Musevî âlimlerinden Emanoil Düeş, İngilizce "Kuvarterli Revyo" mecmuasının 254'üncü numarasında "İslâmiyet" serlevhasıyla yazdığı makaleden)» (Nur Çeşmesi sh: 188)
Avrupaya mâl edilen, beşerin faydalandığı iyilikler hakkında bir tesbit:
«Bunu da inkâr etmem, medeniyette vardır mehâsin-i kesire.[180] Lâkin, onlar değildir ne Nasrâniyet[181] malı, ne Avrupa icadı,
Ne şu asrın san’atı. Belki umum malıdır. Telâhuk‑u efkârdan,[182] semâvî şerâyiden,[183] hem hâcât-ı fıtrîden,[184] hususî şer-i Ahmedî,[185]
İslâmî inkılâptan neş’et eden[186] bir maldır. Kimse temellük etmez.[187] (Sözler sh: 714)
Avrupanın İslâm dininden istifade ettiğini beyan eden bahis:
«Filhakika[188] bu âlî din; Avrupa’ya, dünyanın imarkârane inkişafı için lâzım olan en esaslı kaynakları temin etmiştir...
İslâmiyet, yeryüzünden kalkacak ve bu suretle hiçbir Müslüman kalmayacak olursa, barışı devam ettirmeye imkân kalır mı? Hâyır.. buna imkân yoktur!
Gaston Care » (İşarat-ül İ’caz sh: 221)
«Kesb-i medeniyette[189] Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti[190] almakla beraber, her kavmin mâye-i bekası[191] olan âdât-ı milliyelerini[192] muhafaza ettiler.» (Divan-ı Harb-i Örfi sh: 72)
YAHUDİ VE HRİSTİYANLARLA DOSTLUK MESELESİ
Nazar-ı dikkate alınması gereken bir önemli husus da şudur ki, Bediüzzaman Hazretlerinin beyanlarında zaman mefhumu dikkate alınmalıdır. Gerçi Risale-i Nurun meseleleri, Kur’an tefsiri olmak hasebiyle bütün zamanlara bakan yönleri vardır. Fakat mesela devletin dini, Din-i İslâm iken ve devlet İslâm toplumunu harici ve dahili, maddî ve manevî tehlikelerden korurken söylenen sözler ve yapılan tavsiyeler, Kur’anın iktidar yönünden koruyucusu yokken ve İslâm cemiyeti, bütün âlem-i küfrün ve sefahatin hücumuna açıkken uygulanmaya kalkışılırsa ortaya çok acib garabetler çıkar.
Ve hattâ bilerek veya bilmeyerek, Üstad Bediüzzaman Hazretleri ve Risale-i Nur Külliyatı hakkında su-i zanlara sebebiyet verilebilir.
Bu gelen bahiste ll.Meşrutiyet sonrası, Üstad Hazretleri, 1911 yılında, devletin başka din mensublarıyla münasebet ve dostluk meselesi üzerine der ki:
«S – Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy vardır. [193] «š@«[¬7²:«! |«*@«MÅX7!ö«:ö«(xZ«[²7!ö!:H¬FÅB«#ö«ž Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz?
C – Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metîn[194] olduğu gibi, kat’iyyü’d-delâlet [195]olmak gerektir. Halbuki tevil ve ihtimalin mecâli vardır. Zira, nehy-i Kur’ânî âmm[196] değildir, mutlaktır.[197] Mutlak ise, takyid olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa,[198] me’haz-ı iştikakı,[199] illet-i hüküm gösterir.[200] Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan ayineleri hasebiyledir.
Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsan etmekle[201] iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin![202]
Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî vücuda geldi.[203] Bütün ezhânı[204] nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti[205] o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifak kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir. Bütün ezhânı zapt ve bütün ukulü meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed değildirler.[206] Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsan ile iktibas etmektir.[207] Ve her saadet-i dünyeviyenin esası olan âsâyişi muhafazadır. İşte bu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde dahil değildir.» (Münazarat sh: 31)
Bu bahiste de görülüyor ki, İslâm hakimiyetinde başka din mensupları ile münasebetler kurulabilir. Onlarla Hrıstiyanlık ve Yahudilik yönlerinden etkilenmeden, teknik imkanlar noktasında irtibatlar olabilir. Risale-i Nur Külliyatında çokça bahsedilen, «Asr-ı Saadet'ten şimdiye kadar hiçbir tarih bize göstermiyor ki; bir Müslümanın muhakeme-i akliye ile ve delil-i yakînî ile ve İslâmiyete tercih etmekle eski ve yeni ayrı bir dine girdiğini tarih göstermiyor.» şeklindeki beyandan, bir Müslümanın, Avrupa birliğiyle ve içiçe olacak hayattan dolayı Hırıstiyan veya Yahudi olacağı düşünülemez. Fakat esas tehlike, Süfyaniyetin darbeleriyle sarsılmış ve dini bağları iyice zayıflamış ekseriyetin, sefahet ve ibadetsizlik yüzünden hayat-ı ebediyeleri mahvolmasıdır. Ayrıca, Müslümanın dünya hayatı noktasında İttihad-ı İslâm fikri, hayale dahi getirilmemeye çalışılıyor.
İSLÂM-İSEVÎ İTTİFAKININ ZAMANI VE ŞARTLARI
Risale-i Nur Külliyatında çokça bahsedilen “Müslüman İsevîleri.. hakiki İsevîlik dini... İsevî ruhanileri... Nasara mü’minleri... vs” gibi tabirleri dikkatli okumak gerekir. O cemiyetin özelliklerini iyi bilmek ve gelişen bir harekette o vasıflar var mı? yok mu? bakmak lazım.
Bu meselelerden nümune olarak aldığımız bahiste, Bediüzzaman Hazretleri der ki:
«Âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle[208] medeniyet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden[209] Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın din-i hakikîsini[210] İslâmiyetin hakikatiyle[211] birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak.» (Mektubat sh: 441)
1946 veya 47 de yazılmış bir mektubunda Üstad Bediüzzaman Hazretleri, İkinci Dünya Harbi sonrası şekillenen yeni dünya düzeni hakkında endişe ve ümidi beraber taşıdığını bildirir:
«Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir tesellî kalbime geliyor ki:
Bu geniş boğuşmaların neticesinde, eski Harb-i Umumîden[212] çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı[213] olan Avrupa’da, Deccalâne[214] bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi tesellîye medar, âlem-i İslâmın tam intibahiyle[215] ve Yeni Dünyanın,[216] Hıristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ân’a ittihad edip tâbi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semâvî bir muavenetle[217] dayanıp inşaallah galebe eder. (Emirdağ Lâhikası-l sh: 58)
Bu beyanda açıkça görüldüğü gibi, Avrupa’dan doğacak insanlık dışı uygulamalara karşı, İslâm-Hırıstiyan beraberliğinin şartları;
a) Müslümanların tam uyanması,
b) Yeni Dünya’nın (Amerika’nın) gerçek Hrıstiyanlığı esas alması,
c) İslâm Birliğiyle beraber hareket etmek için anlaşmalar yapması,
d) İncil’in de esaslarını içine alan Kur’an’ın hakim olması,
gibi şartları gerektiren kaideler nazara alınmazsa meselenin hakikatı anlaşılamaz.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] (Mi: 756-1031) Emevîlein Afrikadan Avrupa'ya geçip şimdiki Portekiz ve İspanya'da kurdukları İslâmî devletin bir ismidir. Bunlara Endülüs Emevileri denir. El-Dahil (muhacir) lâkabiyle mâruf Abdurrahmandan itibaren III. Hişamla sona ermek üzere 16 halife gelip geçmiştir. Avrupalıların ilim tahsili için Endülüse akın akın gittikleri tarihin kaydettiği bir hadisedir.
[2] fiilimizle, yaptıklarımız ve yaşayışımızla göstersek
[3] dahil olacaklar
[4] başka din mensupları
[5] bölük bölük, gruplar halinde
[6] insanlık dünyasında
[7] iki büyük akım ve biribirini takip eden iki düşünce sistemi
[8] din ve peygamberlerin yolu, onların getirdiği inanç ve yaşayış sistemi
[9] dinden kopuk felsefe ve beşerî düşünce sistemi
[10] biribirine zıtlaşmayıp uyum içinde olup destek olmuşsa
[11] felsefî düşünce dindarlaşmışsa
[12] iyilikler ve hayırlar, peygamberlerin gösterdiği yol ve din
[13] kötülükler, sapıklıklar dine dayanmayan beşerî düşünce sisteminin
[14] toplanmıştır
[15] doğudaki göçebe aşiretlere 1910’larda yaptığı seyahatlerdeki günlerde
[16] şimdi yaşanan Batı medeniyeti
[17] Allah tarafından gönderilen kitapların esaslarına aykırı
[18] üstün
[19] insanca yaşamada güdülmesi gereken doğru gaye
[20] çalışma
[21] kötü ve aşırı tüketimle
[22] başkalarına bulaşmasına ve yayılmasına
[23] şimdi bir milyarı bulan İslâm dünyasının tam uyanıklığıyla
[24] müslümanların kendi kudsî anayasalarıyla (yani Kur’an ve Sünnet prensipleriyle)
[25] İslâmiyet insanların hem dünya hem ahiret mutluklarını temin edeceğini
[26] İslâm medeniyetinin iyilikleri üstün geleceğini
[27] meşru yolun dışında
[28] çoğunlukla arzusunun zıddıyla
[29] dine aykırı düşen
[30] karşılığı
[31] düşmanlığıdır
[32] dinden kopuk bilginleri, filozofları
[33] bilgisiz, cahil
[34] ölçüsüz ve mantıksız konuşan boşboğazların
[35] bilgide üstün dereceli olup söz sahibi olan bilginlere
[36] büyük din bilginlerinin bir mesele hakkında fikir birliğinde olmalarıdır ki
[37] etrafa gerçekleri yayan manevî güneşten
[38] ay gibi parlak, gerçekten habersiz kalmış
[39] haddini aşmış
[40] Kaside-i Bürde’den alınmış bir cümle bu.
[41] Avrupalıların anlayış ve yaşayışlarına taparcasına bağlı, avrupa hayranı
[42] dinimizin, yasak olan birşeye zorlanma halinde, kişiyi sorumlu tutmaması yoluna
[43] kanun yoluyla yapılan baskı yönünden
[44] dinin yasağını işlemeye zorlanmayı dinlemeyip, dine uygun olan günahlardan uzak kalarak yaşama yönünden
[45] batıl düşünce, sapıklıklar
[46] gerileme, düşme
[47] çokluğundan israf etmektir ve kıymetini bilmemektir
[48] uyanıklık
[49] iki yüzlü yapmacık ve gösterişten ibaret hareketlerdir
[50] akıllılık
[51] insanları kandırmaya yönelik şeytanca gizli hilelerdir
[52] insan hakları, hümanizma
[53] insanî hayatı hayvanî hayata çevirmektir
[54] çağımızdaki Avrupa medeniyeti
[55] uğursuz medeniyet
[56] Bakara Sûresi, 2:30.
[57] Avrupalılarda görülen iyilikler ve bizdeki kötülüklerle
[58] geniş insan dünyasının düşünce ve yardımlaşmasının meyvelerini
[59] bir kişinin çalışmasından meydana gelen neticeyle
[60] aldatıcı sözlerle, söz cambazlığıyla
[61] alçalış ve gerilemeyi
[62] aşırı bağlılık ve hayranlık
[63] derin, şiddetli bir nefret ve beğenmemezlik
[64] devrimcilik düşüncesi ve yıkma isteği
[65] isyan edercesine kötüleme ve iftira etme
[66] şeref kırıcı tarz
[67] acıma duygusu yerine hakaret ve küçümseme isteğini öne geçirme
[68] sevgiyle kendine çekme yerine nefret duygusu
[69] sevgi isteği yerine hafife alıp aşağılama isteği
[70] saygı duyma yerine cahillikle suçlama isteği
[71] acıma ve hürmet yerine büyüklük taslama isteği
[72] fedakârlık ahlâkı yerine ferdiyetçilik ve kendini kurtarma meyli
[73] hayasız bir Avrupa kadının üstüne giymesini güzel bulduğu, beğendiği
[74] manevî değerleri koruma isteği ise
[75] çanak yalayıcılar
[76] manevî hastalıklı mesleğinde ve sakat düşünce ve yaşayış yolunda
[77] kafirlikle suçlanacaktı
[78] ne yazık ki
[79] canlandıran hayat düğümü, çekirdeklerde saklı canlılığın ve gelişmenin özlerinden
[80] parlak konuşma isteği, edebiyat yapma düşüncesi
[81] aşırı giden, ahlak ve terbiye kuralı tanımaz şekilde ve kendini beğenircesine
[82] tenkid düşüncesi ve küçümseyip hakaret etme isteği
[83] Hucurât Sûresi, 49:12.
[84] tenkitle gizlice iliştirmelerini
[85] çanak yalayıcıların
[86] aşağılamaları
[87] beraber
[88] neticesiz ve faydasız zekilik ve akıllılık
[89] körükörüne bağlılığın
[90] taklitçilerinde
[91] üstünkörü ve düşünce yönü ile derinliği olmayan
[92] uyutarak aşılar
[93] duymazcasına (işin hakikatını araştırmadan)
[94] Avrupanın aşıladığı fikriyatı yerine getiririz
[95] şuursuz ve akılsız vasıta
[96] müslümanlar içinde yaşayan sapık guruplar
[97] zararlı azınlık
[98] dinle ilgisiz kalarak veya ciddiye almayarak
[99] dine aykırı adetler getirerek
[100] İslâm toplumunun içinde
[101] “Bu servet, bilgim sayesinde bana verilmiştir.” Kasas Sûresi, 28:78.
[102] alçak ve ahlaksız Avrupa medeniyetine
[103] Paris’in bir banliyösü (uzak mahallesi) olan Sevr’de Avrupa itilaf devletleri ile mağlup Osmanlı devleti arasında 1920 yılında yapılan antlaşmayla
[104] İslâm Dünyasını esaret altına almaları ve Hilafet merkezi olan Osmanlı İmparatorluğunu parçalamalarına
[105] İkinci Dünya Harbinde Avrupa’nın başına gelen bela ve milyonlarca insanın katledilmesi ve mühim merkezî başkentlerinin yerlebir edilmesiyle
[106] medeniyetin zevklerini
[107] baskı altında tutma
[108] sürekli
[109] baskı yönetimine baş eğdirmekmiş
[110] zenginliğe
[111] zamanında
[112] sapıklık seline yani hücumuna
[113] sömürgeler bakanı (Gladstone)
[114] memleketimizdeki dine aykırı yapılan hareketleri
[115] dinsizlikte inatçı
[116] Nisâ Sûresi, 4:11.
[117] Nisâ Sûresi, 4:176.
[118] Nisâ Sûresi, 4:3.
[119] biriken
[120] Al-i İmran Sûresi, 3:7
[121] son asırlardaki din büyüklerinin
[122] Alâk Sûresi, 96:6.
[123] Tevbe Sûresi, 9:32.
[124] dini ve milleti üstün derecede koruma gayretinde olanlar
[125] miladi 1908 yılında
[126] Paris’in bir banliyösü (uzak mahallesi) olan Sevr’de Avrupa itilaf devletleri ile mağlup Osmanlı devleti arasında 1920 yılında yapılan antlaşmada
[127] islâm aleyhindeki düşüncelerini uygulamaya koymak
[128] Risale-i Nur Külliyatının başlangıcı olan İşarat-ül İ’caz eseri 1918 de neşredildi
[129] planlı şekilde söndürmeye
[130] ayetin sarih manası değil işaret yoluyla manası
[131] 1877 miladi yılında Rusların İslâm dünyasına hücumu olan Osmanlı Rus uğursuz harbi
[132] geçici
[133] işaretle
[134] Âhirzaman fitnesini önlemekle Allah tarafından görevli olan çok büyük din bilgini
[135] Bir damla su denizin varlığına işaret eder.
* Bediüzzaman’a zurafâdan biri, birgün, irfanıyla mütenasip bir esvap giymesi lüzumundan bahseder. Müşarün ileyh de: “Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz; hem onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum. Onun için yalnız memleketimin maddî ve mânevî mamulâtını giyiyorum” buyurmuştur. (Divan-ı Harb-i Örfi sh: 15)
[136] karışık
[137] ekonomik savaş
[138] nihayetsiz değerini
[139] çok kusurlu kulu
[140] atılan
[141] burada belirtilen Deccal, İslâm deccalidir
[142] Kur’an hizmetkarı Bediüzzaman Hazretleri
[143] teknik ilerlemede
[144] cevap veremeyecek hale getiren
[145] akar su
[146] yerle bir
[147] Peygamberimizin (asm) gelmesinden evvelki cahiliye devrinde yaşayanların
[148] resim ve heykellere tapıcılığın
[149] meydana çıkması ve neşredilmesi
[150] tam serbest neşredilmesi
[151] Türkiye dışındaki İslâm dünyasında
[152] Avrupaî hayatı yaygınlaştırma düşüncesinde
[153] 1950 öncesi başlayan ve Demokratlar devrinde de devam eden mahkemeden beraat beklenirken ileri bir tarihe bırakılması
[154] yanlış düşünceleri giderir
[155] İngiliz sömurgeler bakanı
[156] hükmümüz, kontrolümüz
[157] gözden düşürmeliyiz
[158] yardım diledim
[159] din ve fen ilimlerinin berabar okutulduğu İslâm Üniversitesi düşüncesiyle
[160] sınırsız baskı ve sapık düşüncelerin neticesi olan yıkılıştan
[161] İslâm milletlerinin arasındaki
[162] kardeşliği geliştirmeye
[163] iman kardeşliğine kuvvetli imanla
[164] çürütememesidir
[165] müsbet ilimler (fen ilimleri)
[166] din ilimleri
[167] iman esasları ve İslâmın şartlarıyla
[168] verilen haberin iki tarafı
[169] İslâm gelenek ve ananelerine aykırı
[170] yabancıların geleneklerini ve kültürlerini almak
[171] dalga dalga
[172] gerçeği araştırarak bulan üstün zeka sahipleri
[173] 13. Söz’ün ikinci makamının zeyli’deki bahis
[174] Demokrat hükümetlerin
[175] Kur’an esaslarına
[176] arkasındaki büyük destek kuvveti
[177] İslâm Birliği
[178] araştırıcı akımlar, guruplar
[179] ilim ve tecrübe ışığını
[180] çok güzellikler
[181] Hırıstiyanlığın
[182] fikirlerin birbirine eklenmesi,bilgi birikiminden
[183] Allah’dan gelen bütün şeriat kitaplarından
[184] yaratılıştan gelen ihtiyaçlardan
[185] özellikle İslâm, Hz. Muhammed’in (a.s.m) getirdiği dinden
[186] İslâmın gelmesiyle dünyanın şeklinin değişmesinden kaynaklanan
[187] kimse sahiplenemez
[188] gerçekten
[189] medeniyetin imkanlarını elde etmeye çalışmada
[190] medeniyetin insanlığa faydalı teknik ve ilimleri
[191] devamlılığın mayası
[192] milli değerlerini, tarihi geleneklerini
[193] Mâide Sûresi, 5:51.
[194] metnin sağlam olması şart
[195] metnin manası, belli bir hükme delaleti de kesin
[196] Kur’an’daki yasaklama umuma ait
[197] zaman, mekân ve şartlar itibariyle tasarruf kaldırır. Yani mânâ ve hükümce kat’î ve belirli veya sınırlı değildir.
[198] bir gramer kaidesi ki, (tettehızü) (ahaze) kökünden türemiştir
[199] böyle türeme kelimelerin hükme kaynak olması halinde
[200] hükmün illetini, yani esas sebebini, yani Yahudilik ve Nasranilik, yani şahıs değil sıfat murad ediliyor. Yani Yahudi ve Nasrani (Hrıstiyan) mesleğini dost veya reis edinmeyiniz demektir
[201] güzel görmekle
[202] yani zevciyet yönünden seveceksin, gayr-ı müslimliği sıfatiyle değil
[203] asr-ı saadette büyük bir dinî değişim oldu, İslamiyet meydana çıktı
[204] zihinleri, düşünceleri
[205] sevgi ve düşmanlık
[206] Hırıstiyanlar ve Yahudiler dinlerine çok bağlı değiller
[207] sahib oldukları ileri teknik imkanları, güzel bularak almaktır
[208] Allah’ı inkar isteğiyle
[209] insanî ve kudsî değerleri yerlebir eden
[210] Hırıstiyanlığın ilk orjinal şeklini
[211] altı imanın esası ve İslâmın beş şartının bütünüyle, Allah’ın (c.c.) birliği ve benzeri olmadığı gerçeğiyle
[212] Birinci Dünya Harbinden
[213] dayanağı ve kaynağı
[214] deccalin yaptığı işlere uygun
[215] tam uyanmasıyla
[216] yeni dünya Amerika kıt’ası demektir
[217] Allah’ın yardımıyla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder