5/02/2010

bediüzzaman ve islam birliği

İSLÂM BİRLİĞİ


“Bu zamanın en büyük farz vazifesi İtti­had-ı İslâmdır.”


“Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, de­ğerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; İttihad-ı İslâmdır.”

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ VE İSLÂM BİRLİĞİ
Orijinal tabiriyle İttihad-ı İslâm yani İslâm Birliği düşüncesi ve fikriyatı, müslüman ilim ve siyaset adamlarının üzerine çok düşün­dükleri ve gerçekleşmesi için çok gayret ettikleri bir mef­kûredir. İslâm mütefekkirleri, maddî ve manevî olarak gerilediğini müşahede ettikleri İslâm Dünyasının kurtuluşu için bir ümit ola­rak İslâm Birliğinin aktif olarak devreye girmesini görmüşlerdir.


Bilhassa 19. asrın sonlarında ve 20. asrın başlarında bu fikir bazı Müslüman ilim, fikir ve siyaset adamını hareketlendirmiş ve bu hususta bir çok eserler yazmışlar ve faaliyetler yapmışlardır. Fakat zemin ve zaman yaver gitmemiş, Avrupa kökenli ideolojiler ve Avrup
a meftunu Liderler İslâm Dünyası’nın daha da dağılmasını sağlamıştır.


İslâm Birliğinin tahakkuku ve aktif olarak uygulanması için Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri çok gayret göstermiş­tir. Bu düşüncesini İstanbul'a ilk geldiği 1907 yılından sonra, çeşitli vesile­lerle gerçekçi olarak ortaya koymuş ve tahakkuku için gerekli şartları sıralamış ve İttihad-ı İslâmın tarifini yapmıştır.


Üç devirde yaşamış olan Bediüzzaman Hazretleri, hep İslâm Birliği fikrini savunmuş ve Müslümanların kurtuluşu­nun bu Bir­liğin gerçekleşmesinde olduğunu ifade etmiştir.


Yirmibeş sene süren en dehşetli zulüm devrinin sonlarına doğru, önce iktidarı elinde tutan Halk Partisi idarecilerini ikaz et­miştir. Bu memlekete, İslâm Dünyası’nın eskideki muhabbet ve kardeşliğini ka­zanmak için yönlerini İslâm Dünyası’na çevirmele­rini tavsiye etmiştir. Bu ikazları duymayan o zihniyet, o zamanki anlayışıyla birlikte, tari­hin karanlık sayfalarına gömülüp gitmiştir.


Daha sonraları ehven-üşşer olarak telakki olunan Demokratlar devri gelmiş ve Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri dine ve dindarlara bir derece yakın gördüğü bir kısım Demokrat idarecilerine İslam Birliği fikrini çok daha fazla anlatmıştır. Hattâ, İslâm Birliğinin teşekkülü hususunda detaylı bilgiler vermiştir. Sadece bilgi vermekle kalmamış, canlı misallerle meseleyi pekiş­tirmiştir.


Buna mukabil bazı Demokrat devlet adamları (Menderes gibi), Hazret-i Üstad’ın bu tavsiyelerini nazara almış ve bazı te­şebbüslerde bulunmuşlardır. CENTO gibi bazı kuruluşuları, İslâm ülkeleriyle birlikte kurmuşlar ve Bediüzzaman Hazretleri bu faali­yetleri İslâm Birliğinin büyük bayramının bir başlangıcı olarak kabul etmiştir. Fakat maalesef Demokratların başına gelen malum hallerden dolayı onlar da bu Birli­ğin tam tahakkukuna muvaffak olamamışlardır.


Beynelmilel şer akımların, dönmelerin ve gizli dinsizlerin en büyük korkusu olan İttihad-ı İslâm fikriyatı, Müslümanlar tarafın­dan devamlı canlı tutulmalı ve basın ve yayın organla­rında neşriyat yapılmalıdır. Şu zamandaki menfi gibi olan hal-i âlem nazara alınma­malıdır. Nasıl ki bazı kimseler, kendi ideoloji­lerinin "ebediyyen var olacağı"nı telkin ediyorlar, Müslümanlar daha kuvvetle hakiki olarak İslâm Birliğinin gerçekleşeceğine ve de­vam edeceğine bin kat daha fazla inanmalı ve İslâm Kardeşliğine çalışmalıdır.




İSLÂM BİRLİĞİ NEDİR?
Bediüzzaman Hazretleri, İttihad-ı Muhammediye (ASM) hareketini en geniş şekliyle ele alır ve bütün mü’minleri içine aldığını beyan eder:


«Hem de dediler: “İttihad-ı Muhammediyeye (a.s.m.)[1] dahil misin?”


Dedim: Maaliftihar! En küçük efradındanım.[2] Fa­kat, benim târif ettiğim vecihle… Ve o ittihad­dan olmayan, dinsiz­ler­den başka kimdir, bana göste­rin.» (Divanı-ı Harb-i Örfi sh: 11)


Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine diyorlar:


”Dâima İttihad-ı İslâmdan bahsedersin. Sen bize tarif et."


Cevaben:


«Lâkin tarif ettiğim ve dahil olduğum ittihad-ı Muhammedînin (a.s.m.) tarifi budur ki:


Şarktan garba, cenuptan şimale[3] uzanan bir sil­sile-i nuranî ile merbut[4] bir dairedir. Dahil olanlar da bu za­manda üç yüz milyondan[5] ziyadedir. Bu it­tihadın cihetülvah­deti ve irtibatı,[6] tevhid-i İlâhîdir.[7] Peyman ve ye­mini,[8] imandır. Müntesipleri,[9] kàlû belâdan[10] dahil olan umum mü’minlerdir. Defter-i esmâları[11] da Levh-i Mahfuzdur. Bu ittihadın nâ­şir‑i efkârı, umum kütüb-ü İslâmiyedir. Günlük gazeteleri de, i’lâ-i kelimetullahı[12] he­def-i maksat eden umum dinî gazetelerdir. Kulüp ve en­cü­men­leri,[13] câmi ve mescidler ve dinî medrese­ler ve zikir­hanelerdir. Merkezi de Haremeyn‑i Şerifeyn­dir. Böyle cemiyetin reisi, Fahr-i Âlemdir...[14]


...Elhasıl: Sultan Selim’e biat[15] etmişim. Onun itti­had-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira, o vilâyat‑ı şarkiyeyi ikaz etti. Onlar da ona bîat ettiler. Şim­diki şarklılar, o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerim,[16] Şeyh Cemaleddîn-i Efganî, allâme­ler­den Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit âlim­lerden Ali Suâvi, Hoca Tahsin ve itti­had-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş:


İhtilâf u tefrika endişesi


Kûşe-i kabrimde[17] hattâ bîkarar[18] eyler beni.


İttihadken savlet-i a’dâyı[19] def’e çaremiz,


İttihad etmezse millet, dağ-dar[20] eyler beni.


Yavuz Sultan Selim» (Divanı-ı Harb-i Örfi sh: 19)


İttihad ismini almakla birlikte ittihad etmeye mani olan tutum sergileyen İttihad Terakki Cemiyeti hakkında Bediüzzaman Hazretlerinin beyanı:


«Herkesin şevkini kıran ve neş’esini kaçıran ve ağraz­lar[21] ve taraftarlıklar hissini uyandıran ve se­beb-i tef­rika[22] olan ırkçılık cemiyat-ı akvamiyeyi[23] teşkiline sebe­biyet veren ve ismi meşrutiyet ve mânâsı istibdat olan ve İttihad ve Terakki ismini de lekedar eden buradaki şube-i müstebida­neye[24] muhalefet ettim.» (Divanı-ı Harb-i Örfi sh: 32)


İTTİHAD-I İSLÂM'IN ŞARTLARI
İslâm Birliğinin gerçekleşmesi için bazı şartlar vardır. Risale-i Nur Külliyatının bir çok yerlerinde izahları vardır. Daha fazla bilgi için yayınevimiz tarafından neşredilen İttihad-ı İslâm kitapçığı, İslâm Prensipleri Ansiklopedisi, “İttifak” ve “İttihad-ı İslâm” maddeleri- gibi yerlere bakılabilir. Risale-i Nur Külliyatından tesbit edebildiğimiz ba­hisleri buraya dercediyoruz:


İSLÂM MİLLİYETİ
a) İslâm Milliyetini esas almak, İslâm Birliğinin bi­rinci şartıdır. Bediüzzaman Hazretleri der ki :


«Hakikî milliyetimizin[25] esası, ruhu ise İslâmiyet'tir. Ve hilafet-i Osmaniye[26] ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslâmiyet milliyetinin sa­defi ve kal'ası hükmünde Arab ve Türk hakikî iki kardeş, o kal'a-i kudsi­yenin[27] nöbettarlarıdırlar.


İşte bu kudsî milliyetin rabıtasıyla,[28] umum ehl-i İslâm bir tek aşiret[29] hükmüne geçiyor. Aşiretin efradı gibi İslâm taifeleri de, birbirine uhuvvet-i İslâmiye ile mürte­bit[30] ve alâkadar olur. Birbirine manen, lüzum olsa maddeten yardım eder. Güya bütün İslâm taifeleri bir silsile-i nuraniye ile birbirine bağ­lıdır.» (Hutbe-i Şamiye sh: 54)


«31 Mart Hâdisesinde Divan-ı Harb-i Örfî'de[31] dedim ki:


Ben talebeyim, onun için her şeyi mizan-ı Şeriatla mü­va­zene[32] ediyorum. Ben milliyetimizi, yalnız İslâmiyet biliyorum. Onun için her şeyi de İslâmiyet nokta-i nazarından muhakeme ediyorum.» (Divan-ı Harbi Örfi sh: 10)


ŞURA VE MEŞVERET
b) İttihad-ı İslâm’ın tahakkuku için gerekli şart­lardan ikincisi, hakiki ve faziletli Şûrâ-yı Şer’î’dir.


İslâm âlemindeki hakiki alimler ve mürşidlerin be­raberliğinde yapılacak Şeriata uygun meşveret, merci olur. İttihad-ı İslâmın faaliyet ve teşekkülünün kaidele­rini tesbit eder. Kur’an kanunları etrafında birleşen İslâm devletleri, İslâm Cumhuriyetler Birliğini meydana getirirler.


Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Şûrâ'nın lü­zu­munu belirtirken şöyle der:


«Müslümanların hayat-ı içtima­iye-i İslâmiyedeki[33] sa­adetlerinin anahtarı, meşve­ret‑i şer’iyedir.[34]


[35] ²v­Z«X²[«"ö|«*x­-ö²v­;­h²8«!ö«: âyet-i kerimesi, şûrâyı[36] esas olarak em­rediyor.


Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr[37] ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıta­sıyla birbiriyle meşve­reti, bütün beşeriyetin te­rakkiyatı ve fünunun esası olduğu gibi, en bü­yük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir se­bebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi[38] yapmamasıdır.


Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşafı[39] ve miftahı şû­râ­dır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’a­lar dahi o şûrâyı yapmaları lâ­zımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların[40] kayıt­la­rını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şeha­met[41] ve şefkat-i imaniyeden[42] tevel­lüd eden hürriyet-i şer­’iyedir ki, o hürriyet-i şer’­iye, âdâb-ı şer’iye ile süslenip garp me­deniyet‑i sefihanesindeki seyyiatı[43] atmaktır.


İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emre­der:


ö«–@«6ö²w«8ö«uÅ7«H«B«<ö«žö«:ö«u±¬7«H­<ö«žö²–«!


¬(@«A¬Q²V¬7ö!®G²A«2ö­–x­U«<ö«žö¬yÁV¬7ö!®G²A«2


¬yÁV7!ö¬–:­(ö²w¬8ö@®"@«"²*«!ö@®N²Q«"ö²v­U­N²Q«"ö²u«Q²D«<ö«ž


¬w´W²&Åh7!ö­^Å[¬O«2ö­^Å[¬2²hÅL7!ö­^Å<±¬h­E²7«!ö²v«Q«9


Yani,


• İman bunu iktiza ediyor ki, tahakküm ve istib­dat[44] ile başkasını tezlil etmemek[45] ve zillete düşür­memek,[46] ve zâ­limlere tezellül etmemek...[47]


• Allah’a hakikî abd olan, başkalara abd olamaz.


• Birbirinizi, Allah’tan başka kendinize Rab yap­mayı­nız. Yani, Allah’ı tanımayan, herşeye, herke­se nispetine göre bir ru­bubiyet tevehhüm eder,[48] başına musallat eder.


• Evet, hürriyet-i şer’iye Cenab-ı Hakkın Rah­man, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.» (Hutbe-i Şamiye sh: 60)


ESASLARDA İTTİFAK ETMEK
c) İttihad-ı İslâm’ın tahakkuku için gerekli şart­lardan üçüncüsü ise şudur ki; dinî cemaatler ve din hizmeti yapan meslekler dinde zaruret ve esasat deni­len Kur’an ve Sünnetteki açık hükümlerde bağlayıcı davranmalı tefer­ruat me­selelerde münakaşa çıkarmamalıdır.


Üstad Hazretleri bu hakikatı şöyle ifade eder:


«S – Âlem-i İslâmdaki ihtilâfı tâdil[49] edecek çare nedir?


C – Evvelâ: Müttefekun aleyh[50] olan makasıd-ı âli­yeye[51] nazar etmektir. Çünkü, Allah’ımız bir, Pey­gamberimiz bir, Kur’ân’ımız bir… Zaruriyat-ı dini­yede umu­mumuz mütte­fik… Zaruriyat-ı diniye­den başka olan teferruat veya tarz-ı telâkki veya tarik-i tefehhümdeki tefavüt, bu ittihad ve vahdeti sarsamaz, râcih de gelemez. El-hubbu fillah düs­tur tutulsa, aşk-ı hakikat ha­rekâtımızda hâkim ol­sa—ki zaman dahi pek çok yardım ediyor—o ihti­lâfat sahih bir mecrâya sevk edilebilir.


Esefâ, gaye-i hayalden tenâsi veya nisyan ol­makla, ez­han ene’lere dönüp etrafında gezerler. İşte gaye-i hayal, mak­sad-ı âli bütün vuzuhuyla meydana atılmıştır.» (Sünuhat Tuluat İşarat sh: 83)


Bir başka ifadede de şöyle der:


«Yedinci vehim: İttihad-ı İslâm cemaati, sair ce­miyet-i diniye ile şakku’l-âsâdır[52]. Rekabet ve mü­naferatı intaç eder.


Elcevap: Evvelâ umur-u uhreviyede haset ve müzahe­met ve münakaşa olmadığından, bu ce­miyetlerden hangisi münakaşaya, rekabete kal­kışsa, ibadette riya ve nifak etmiş gibidir.


Saniyen: Muhabbet-i din saikasıyla teşekkül eden ce­maat­lerin iki şartla umumunu tebrik ve onlarla ittihad ederiz.


Birinci şart: Hürriyet-i şer’iyeyi ve âsâyişi muha­faza etmektir.


İkinci şart: Muhabbet üzerinde hareket etmek, başka cemi­yete leke sürmekle kendisine kıymet vermeye çalışma­mak; birinde hatâ bulunsa, müf­ti‑i ümmet olan cemiyet-i ule­mâya havale etmek­tir.


Salisen: İ’lâ-yı kelimetullahı hedef-i maksat eden ce­maat, hiçbir garaza vasıta olamaz. İsterse de muvaffak olamaz. Zira nifaktır. Hakkın hatırı âlidir, hiçbir şeye feda olunmaz. Nasıl Süreyya yıldızları süpürge olur veya üzüm salkımı gibi ye­nilir? Şems-i hakikate “püf, üf” eden, divane­liğini ilân eder.


Ey dinî cemiyetler! Maksadımız, dinî cemaatlar mak­satta ittihad etmelidirler. Mesalikte ve meş­replerde ittihad mümkün olmadığı gibi, caiz de değildir. Zira taklit yo­lunu açar ve “Neme lâzım, başkası düşünsün” sözünü de söylettirir.» (Hutbe-i Şamiye sh: 98)


BÖLÜNME TEHLİKESİNE ÇARE KUR’ANA SAHİP ÇIKMAKTIR
Türk milletinin durumunu beyan eden ve çıkış yolla­rını gösteren Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, idarecileri ikaz eder ve der ki:


«Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahra­manlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi[53] muha­faza eden ve âlem-i beşeriyeti,[54] küfr-ü mut­laktan ve da­lâletten şanlı bir su­rette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeş­leri!


Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ân’a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i ha­mi­yet es­kide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin pro­pagandası ye­rinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur’âniye ve imani­yeyi tervice[55] çalışmazsanız, size kat’iyen ha­ber veriyo­rum ve kat’î hüccet­lerle[56] ispat ederim ki, âlem-i İslâmın mu­habbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kar­deşi ve ku­mandanı olan Türk milletine bir ada­vet; ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altın­daki anarşiliğe mağlûp olup, âlem-i İslâmın kalesi ve şanlı ordusu olan bu Türk mil­le­tinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çı­kan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet verecek.


Evet, hariçte iki dehşetli cereyana[57] karşı bu kah­raman millet, Kur’ân kuvvetiyle dayanabilir. Yoksa, küfr-ü mut­lakı, is­tibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-i namusun serve­tini ser­serilere ibâha etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir cereyanı durduracak, ancak İslâmiyet ha­kika­tiyle mezcol­muş, ittihad etmiş ve bütün mazideki şere­fini İslâmiyette bulmuş, bu millet dayanabilir. Bu milletin hamiyetperverleri ve mil­liyetperverleri, herşeyden evvel bu müm­teziç, müttehid milliyetin can damarı hükmünde olan hakaik‑ı Kur’âniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas tutmak ve düstur-u hareket yapmakla o ce­reyanı dur­durur inşaallah.


İkinci cereyan: Âlem-i İslâmdaki müstemlekât­larını[58] kendilerine ısındırmak ve tam bağlamak için bu vatandaki kuvvetli merkeziyet-i İslâmiyeyi dinsizlikle itham et­mekle bozmak ve âlem-i İslâ­mın irtibatını mânen kes­mek ve uhuv­vetlerini[59] bu millete adavete[60] çe­virmek gibi bir plânla şimdiye kadar bir derece muvaffak da ol­muş.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 218)








DEMOKRATLAR DEVRİNDE İSLÂM BİRLİĞİ DÜŞÜNCESİ
Demokrat hükümetlerin dine ve İslâm dünya­sına yaklaşması gerektiğini bildiren Bediüzzaman Hazretleri der ki:


«Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir meselesi,[61] şimdi hem Amerika, hem Avrupa’da eseri görülü­yor. Onun için, şimdiki bu hükûmetimizin hakikî kuvveti, hakaik-i Kur’âniyeye[62] dayanmak ve hiz­met etmektir. Bununla, ihtiyat kuvveti olan üç yüz elli milyon[63] uhuv­vet-i İslâmiye ile ittihad-ı İslâm dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hıristiyan devletleri bu itti­had-ı İslâm’a ta­raftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devlet­leri Kur’ân’a ve ittihad-ı İslâma taraftar olmaya mecburdur­lar.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 54)


İslâm Birliğine mukaddeme teşkil eden CENTO’nun kuruluşunu sevinçle karşılayan Bediüzzaman Hazretleri, İslâm Birliğinin ehem­miyetin şöyle ifade eder:


«Reis-i Cumhura ve Başvekile,


Kabir kapısında ve seksen küsur yaşında, birkaç has­ta­lıkla hasta bulunan ve ölüme kendini yakın gören bir bi­çare garip ihti­yar der ki:


Size iki hakikati beyan ediyorum:


Evvelâ: Sizlerin Pakistan ve Irak’la gayet muvaf­fa­ki­yetkârâne ittifakını,[64] bu millete kemâl‑i sami­miyetle, sürûr ve ferah ile kazanmanızı bütün ruh‑u canımızla tebrik ediyo­ruz. Bu ittifakınızı, in­şaallah 400 milyon İslâmın sulh-u umumi­yesine[65] ve selâmet‑i âmmenin teminine kat’î bir mu­kad­deme olarak ru­humda hissettim. Ve namaz tesbi­hatındaki kuvvetli bir ihtar ile bunu size yazmaya mecbur kaldım.


Otuz kırk seneden beri dünyayı ve siyaseti terk ettiğim halde, şiddetli bir alâka ile bu ihtar‑ı kalb­înin sebebi: Elli se­neden beri imanı kurtarmak için gayet kısa bir yolu bulan ve Kur’ân’ın bu za­manda bir mucize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur’­un Arabistan ve Pakistan’da her yerden daha ziyade tesiratı ol­duğu ve makbul olması, hattâ aldı­ğımız habere göre, mahkemece tesbit edilen miktarın üç misli Risale-i Nur’un talebelerinin o havalide bulunmalarıdır. Bu sır için âhir hayatım­da[66] kabir kapısında bu netice-i azîmeyi[67] görmek ve beyan etmeye ruhen mecbur oldum.


Saniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında bü­yük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında “ku­lüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve Birin­ci Harb-i Umumîde yine ırkçılığın istimaliyle[68] mü­barek kardeş Arapların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi de uhuvvet-i İslâmi­yeye[69] karşı istimal edilebilir ve istirahat-i umumiye düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar ver­meye çalıştıklarına emareler görünüyor. Halbuki, menfî ha­re­ketle başkasının zararıyla beslenmek ırkçılığın seciye-i fıtr­îsi[70] olduğu halde, evvelâ başta Türk milleti dünyanın her ta­rafında Müslüman olduğundan onla­rın ırkçılıkları İslâmi­yetle mezc olmuş,[71] kabil-i tefrik de­ğil.[72] Türk, Müs­lüman de­mektir. Hattâ Müslüman olmayan kıs­mı, Türklükten de çık­mışlar. Türk gibi Araplarda da Araplık ve Arap milliyeti İslâmiyetle mezcol­muş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâ­miyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir teh­like-i az­îmdir.


Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar itti­fa­kınız, inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş Müslümanları ve 800 milyon sulh ve müsalemet-i umumi­yeye şiddetle muhtaç Hıristiyan[73] ve sâir dinler sahiplerinin dost­luklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile ola­cağına ruhuma kanaat geldiğinden, size beyan ediyo­rum.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 222)


Dine hürmetkar Demokratların desteklenmesi ve buna mukabil Demokratların da dindarlaşması ve İslâm dünyasına yö­nelmesi gerektiğini beyan eden mektub, dikkatle ve samimi olarak okunsa çok mese­leler halle­dilmiş olacaktır.


Bediüzzaman Hazretleri, bu mektubunda, hem demokratları niye desteklediğini beyan etmiş, hem de demokrat olma­nın şartlarını sıra­lamıştır. Bu şartları taşımayan parti veya şahıslar des­teklenme ve muhafaza edilme haklarını kaybetmişler demektir.


«Demokratları[74] iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’ân menfaatine kendimizi mecbur bi­liyoruz. Onlardan hayır beklemek değil, belki dehşetli, baştaki iki cere­yana si­ya­setlerince mu­arız oldukları için, onların az bir kısmı dine ver­dik­leri zararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz’î bir zararla pek küllî bir za­rardan kurtul­mamıza sebep oluyorlar bildiğimizden, o iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet ediyoruz. Ve dinde lâübali kısmını dahi cidden îkaz edip “Aman, çabuk ha­kikat-i İslâmiyeye[75] yapışınız!” ihtar edi­yoruz ki, va­tan ve millet ve onların hayatı ve saadeti, ha­kaik-i Kur’âniyeye da­yanmak ve bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İs­lâmiye ile 400 milyon kardeşi[76] bul­mak ve Amerika gibi din lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakikî dost yapmak, iman ve İslâmiyetle olabilir. Biz bü­tün Nurcular ve Kur’ân hizmetkâr­ları onlara hem haber veri­yoruz, hem İslâmiyete hizmete muvaffaki­yet­lerine dua ediyo­ruz. Hem de rica ediyoruz ki, bu memleketin bir ehem­mi­yetli mahsulü ve vatanda ve şimdi âlem-i İslâmda pek büyük faydası ve hizmeti bulunan Risale-i Nur’u müsa­derelerden[77] kurtarıp neşrine hizmet et­sinler. Bu vatandaki dindarları kendine taraf­tar etsinler. Ve selâmeti bulsunlar. Said Nursî» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 209)


DEMOKRATLIK ŞARTLARI
Yukarıda beyan edilen Demokratlık şartları;


a) Komünistlik ve Masonluğa karşı olmak,


b) Laubaliliği bırakıp İslâmiyete yapışmak,


c) Kur’an hakikatlerine dayanmak,


d) İslâm Dünyasını arkasına almak,


e) Amerika’yı din lehinde çalışması nisbetinde kendine dost yapmak,


f) Risale-i Nur’ların resmi neşrine hizmet etmek,


g) Dindar kesimi taraftar yapmak.


İşte Demokrat diye destekleyebileceği si­yasi­lerde aranan şartlar ve vasıflar bunlardır.








İSTİKBALDE İSLÂM BİRLİĞİ
a) Bediüzzaman Hazretleri İslam Dünyasının gele­ceği için Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye yani İslâm Cumhuriyetler Birliği yani İttihad-ı İslâm müj­desi vermek­tedir.


«Aziz, sıddık kardeşlerim,


Evvelâ: Umum Nurcuların mübarek bayramla­rını ve hac­cü’l-ekberde[78] bulunan Nur şakirtleriyle ve hacdaki Nur taraf­tarlarının bayramlarını tebrik içinde ve çok zamandan beri esaret altında kalmış ve istiklâliyetini[79] kaybetmiş Hindistan, Arabistan gibi âlem-i İslâmın büyük mem­leketleri birer devlet-i İslâmiye şeklinde Hind’de yüz milyon bir devlet-i İslâmiye,[80] Cava’da[81] elli milyondan zi­yade bir devlet-i İslâmiye ve Arabistan’da dört beş hü­kûmet bir Cemahir-i Mütte­fika[82] gibi Arap Birliği ile İslâm Birliğini birleştirmesindeki âlem-i İslâmın bu büyük bayra­mının mukaddemesini[83] teb­rik ile bu bayram bize müjde ve­riyor.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 268)


Yine aynı mânâda diğer bir mektup:


«Aziz, sıddık kardeşlerim,


Ruh u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşaallah, âlem-i İslâmın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i Müttefika-i İs­lâmiyenin[84] kudsî kanun-u esa­siyelerinin menbaı[85] olan Kur’ân-ı Hakîm, istikbale tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok ema­re­ler var.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 76)


DİNDAR HRİSTİYANLARLA İTTİFAK
b) İstikbalde hakiki dindar Hristiyanlarla ittifak edileceğini bildiren Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin verdiği bir endişe ve müjde:


«Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir tesellî kal­bime geli­yor ki:


Bu geniş boğuşmaların neticesinde, eski Harb-i Umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniye­tin istinadı, men­baı[86] olan Avrupa’da, Deccalâne[87] bir vah­şet[88] doğurma­sıdır. Bu endişeyi tesellîye medar, âlem-i İslâmın tam intiba­hiyle[89] ve Yeni Dünyanın,[90] Hıristiyanlığın hakikî di­nini düs­tur-u hareket ittihaz[91] et­mesiyle ve âlem-i İslâmla itti­fak etmesi ve İncil, Kur’ân’a ittihad edip tâbi olması, o deh­şetli gelecek iki cereyana karşı se­mâvî bir muavenetle[92] daya­nıp inşaallah galebe eder. (Emirdağ Lâhikası-l sh: 58)


DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİ
c) Hakiki vazifesinde Diyanet İşleri Reisliği’nin umum âlem-i İslâm’ın dairesi olduğunu veya olacağını bildiren mek­tup:


«Pakistan’da çıkan es-Sıddık mecmuasının Risale-i Nur’un bir risale­sini neşredip Diyanet Riyasetine[93] gön­der­mesi ve bu kadar intişarıyla beraber hiçbir âlim ona itiraz etmemesi gibi hakikatler gösteriyor ki, elbette Di­yanet da­iresi Nurları hi­maye etmek hakikî bir va­zifesidir.


Diyanet dairesi, Meşihat-ı İslâmiye[94] gibi, yalnız Türkiye’nin din muallimi değil, belki umum âlem‑i İslâma Meşihat-ı İslâmiye yerine alâkası, nezareti, münasebeti var. Âlem-i İslâm o Diyanet dairesine karşı tam hüsn-ü zan et­mek, su-i teveh­hüm etmemek, hususan bu zamanda ziyade lü­zumu var. Hem de Türkiye ile ittifak etmeyen İs­lâmî hü­kûmetlerde o mübarek daireye karşı su-i tevehhüm[95] gelme­mesine büyük bir vesilesi olan ve âlem-i İslâmın her tara­fında, belki Avrupa’da takdire mazhar olmuş Risale-i Nur, o Diyanet da­iresini hem şerefini muhafaza ediyor. Hem âlem-i İslâma karşı o dairenin bir eseri olarak intişarı ga­yet lâzım ve zarurî olduğunu bu noktayı ehl-i vu­kuf[96] tam nazara alsın­lar.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh:181)


DOĞU’YA BÜYÜK BİR İSLÂM ÜNİVERSİTESİ
d) İslâm dünyası’nın merkezinin coğrafi olarak Türkiye’nin doğusu ol­duğunu bildiren Bediüzzaman Hazretlerinin bir mektubu:


«Heyet-i Vekileye[97] ve Tevfik İleri’ye[98] arz ediyo­ruz ki:


Şark Üniversitesi hakkında çok kıymettar hizme­tinizi Üstadımıza söyledik. O dedi:


Ben hasta olmasaydım, ben de o mesele için vilâyat-ı şarki­yeye gidecektim. Ben bütün ruh u canımla Maarif Vekilini tebrik ediyorum. Hem 55 seneden beri, Medresetü’z-Zehra namında Şark Üniversitesinin tesisine çalışmak ve o üniversiteyi biri Van’da, biri Diyarbakır’da, biri de Bitlis’te olmak üzere üç tane veya hiç olmazsa bir tane Van’da tesis etmek için, Hürriyetten[99] evvel İstan­bul’a geldim. Hürriyet çıktı, o mesele de geri kaldı.


Sonra İttihatçılar zamanında[100] Sultan Reşad’ın[101] Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya git­tim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî darülfü­nun[102] tesisine teşeb­büs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: “Şark böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmün­dedir.”


.........


Bazı mebuslar dediler: “Yalnız sen medrese usu­lüyle sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun. Halbu­ki şimdi garplı­lara[103] benzemek lâzım.”


Dedim: “O vilâyat-ı şarkiye âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmünde, fünun-u cedide[104] yanında ulûm-u diniye[105] de lâzım ve elzemdir. Çünkü, ekser enbiya şarkta ve ekser hükema garpta gelmesi[106] gösteriyor ki, Şarkın terakkiyatı din ile kaim­dir.[107] HAŞİYE Başka vilâyet­lerde sırf fünun-u ce­dide okuttu­rursanız da, Şarkta her­halde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas ol­malıdır. Yoksa Türk olmayan Müslü­manlar, Türke hakikî kardeşliği hissedemeye­cek. Şimdi bu kadar düş­manlara karşı teavün ve tesanüde[108] mecbu­ruz.”» (Emirdağ Lâhikası-ll sh:183)


Mısırda bulunan İslâm dünyasının en büyük üniversitesinin (Câmiü’l Ezher) bir örneğinin İslâm dünyasının coğ­rafî merkezi hükmünde olan Türkiye’nin doğusunda inşa edilmesi zaruretini beyan eden Bediüzzaman Hazretleri yine aynı mânâda der ki:


«Altmış beş sene evvel Câmiü’l-Ezhere[109] gitmek isti­yordum. Âlem-i İslâmın medre­sesidir diye, ben de o mü­ba­rek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat kısmet ol­madı. Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki:


Câmiü’l-Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye ol­duğu gibi, Asya Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha bü­yük bir darülfünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzım­dır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık[110] ifsat et­mesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milli­yet-i haki­kiye olan İslâmiyet milliyeti ile [111]½?«x²'¬!ö«–Y­X¬8ÌY­W²7!ö@«WÅ9¬! Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına[112] mazhar ol­sun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye[113] birbiriyle barışsın ve Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle tam musalâha et­sin.[114] Ve Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i med­rese birbi­rine yar­dımcı olarak ittifak etsin diye, vilâyât-ı şarkiyenin merke­zinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas, hem Tür­kistan’ın ortasında, Medresetü’z-Zehra mânâ­sın­da,[115] Câmiü’l-Ezher üslûbunda[116] bir darülfünun, hem mektep, hem medrese olarak bir üniversite için, tam elli beş sene­dir Risale-i Nur’un hakaikine çalıştığım gibi ona da ça­lışmışım....


...Hattâ dinde çok lâkayt ve garplılaşmak ve an’anattan te­cerrüd etmek taraftarı bulunan bir kısım meb’uslar dahi onu imza ettiler. Yalnız on­lardan ikisi dediler ki:


“Biz şimdi ulûm-u an’ane ve ulûm-u diniyeden[117] zi­yade garplılaşmaya ve medeniyete muhtacız.”


Ben de cevaben dedim:


Siz, farz-ı muhal olarak, hiçbir cihette ihtiyaç olmasa da, ekser enbiyanın Asya’da, şarkta zu­huru ve ekser hüke­manın ve feylesofların garpta gelmelerinin delâletiyle Asya’yı hakikî terakki etti­recek, fen ve felsefenin tesiratından ziyade hiss-i dinî olduğu halde, bu fıtrî kanunu nazara almaya­rak garplı­laşmak namıyla an’ane-i İslâmiyeyi bı­raksanız ve lâ­dinî[118] bir esas yapsanız dahi, dört beş büyük milletlerin mer­kezinde olan vilâyat-ı şarki­yede[119] millet, vatan selâmeti için dine, İslâmiyetin haka­ikine kat’iyen tarafdar olmak, size lâ­zım ve elzem­dir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 223)


İSLÂM BİRLİĞİ’NDE RİSALE-İ NUR'UN ROLÜ
Risale-i Nur’un bu memlekete kazandırdığı en ehem­miyetli iki fayda:


«Risale-i Nur, bu mübarek vatanın mânevî bir ha­lâs­kârı[120] olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli mânevî belâyı def et­mek için matbuat âlemiyle tezahüre[121] başlamak, ders ver­mek zamanı geldi ve­ya gelecek gibidir zannederim.


O dehşetli belâdan birisi: Hıristiyan dinini mağlûp eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlik ce­reyanı, bu vatanı mânevî isti­lâsına karşı Risalei’n-Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görebi­lir ve âlem-i İs­lâmın bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ithamlarını izale etmek için mat­buat lisanıyla konuşmak lâzım gelmiş diye kal­bime ihtar edildi.


Ben dünyanın halini bilmiyorum. Fakat Avrupa’­da isti­lâkâ­râne hükmeden ve edyan-ı semaviyeye dayanmayan deh­şetli cere­yanın istilâsına karşı Risale-i Nur hakikatleri bir kale olduğu gibi, âlem-i İslâmın ve Asya kıt’asının hal-i hazırdaki itiraz ve ithamını izale ve eskideki mu­habbet ve uhuvve­tini[122] iade etmeye vesile olan bir mucize-i Kur’âniyedir. Bu memleketin vatanperver si­yasî­leri çabuk ak­lını başına alıp Risale-i Nur’u tab ederek resmî[123] neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki be­lâya karşı siper ol­sun.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 102)


Bediüzzaman Hazretleri, Risalelerinin tab edilip neş­redilmesinin, memleketin umumi menfaati için gerekli olduğunu beyan ederken der ki:


«Afyon Emniyet Müdürlüğüne!


...Madem ben de bu vatanın bir evlâdıyım, bu va­tanın sa­adetine hizmet etmek benim için farzdır. Maddî cihette elimden hiçbir şey gelmiyor. Yalnız Kur’ân’dan anladığım ve kaleme al­dığım Meyve Risalesi ile Hüccetü’l-Bâliğa’yı yeni hurufla tab et­mek için bazı kardeşlerime izin verdim...


..Kat’iyen size beyan ediyorum ki benim maksa­dım, bu­nun tab’ında, bu mübarek milleti ve va­tanı mânevî ve maddî anarşilik­ten muhafaza et­mek ve âsâyiş ve inzibata mânevî yardım etmek ve anarşiliği uyandıran hâricî bir cere­yanın isti­lâ­sına mânevî sed çekmek ve âlem-i İslâmın bize karşı itiraz ve ithamını izaleye[124] ve eski mu­habbet ve uhuvvetini celb[125] etmeye çalışmaktır.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 105)


Memleketimizde zuhur eden Risale-i Nur hiz­metinin, Âlem-i İslâm’ı alâkadar ettiğini beyan eden bir mektup:


«Bu vatandaki milletin en büyük kuvveti olan Âlem-i İslâmın teveccühünü ve hamiyetini ve uhuv­ve­tini kırmak ve nefret verdirmek için, siya­seti dinsiz­liğe âlet ederek, perde altında küfr-ü mutlakı yer­leştirmek iste­yenler, hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki defadır şa­şırtıp, der: “Risale-i Nur şa­kirdleri, dini siyasete âlet eder; emniyete zarar vermek ih­timali var.”


Halbuki, bu memlekete maddî ve manevî bere­keti ve fevka­lâde hizmeti ve umum âlem-i İslâma taallûk[126] ede­cek hakaiki cami olduğu, otuz üç âyât-ı Kur’âniyenin işa­retiyle ve İmam-ı Ali’nin (r.a.) üç keramet-i gaybiye­siyle ve Gavs-ı Âzamın kat’î ih­barıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur’un si­ya­setle alâkası yoktur. Fakat, küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşilik ve üstü olan istibdad-ı mutlakı, esasıyla bozar, reddeder. Emniyeti ve âsâyişi ve hür­riyeti ve adaleti temin eder.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 126)


EHL-İ BEYT VE SEYYİDLER CEMAATİNİN, İSLÂM BİRLİĞİ’NİN TEŞEKKÜLÜNDEKİ VAZİFESİ
İslâm Dünyasının geleceğiyle alâkalı tesbitlerinde Bediüzzaman Hazretleri şöyle demektedir:


«Mehdi-i Âl-i Resul'ün[127] temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı manevîsinin[128] üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem'iyeti ve seyyidler cemaati[129] yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:


Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu,[130] beşer içine intişar etmesiyle,[131] her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı,[132] onun ile iştigale vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.


İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir.[133] Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip[134] beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.


Üçüncü Vazifesi: İnkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'aniyenin[135] zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (A.S.M.) kanunları bir derece ta'tile[136] uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle[137] ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt'in neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmayı[138] yapmağa çalışır.» (Emirdağ Lâhikası-l sh: 266)


Peygamberimiz (A.S.M.) buyurur ki:


«"Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz,[139] necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim."[140] Çünki Sünnet-i Seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.


İşte bu sırra binaendir ki; Kitab ve Sünnete ittiba ünvanıyla bu hakikat-ı hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı: Sünnet-i Seniyesidir.[141] Sünnet-i Seniyeye ittibaı[142] terkeden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz» (Lem’alar sh: 21)


«Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm,[143] Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında,[144] umum aktar ve a'sarın mecma'larında[145] o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar. (Haşiye) Ve öyle bir kesrettedirler ki;[146] o kumandanların mecmu'u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka[147] vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah[148] yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır ve Hazret-i Mehdi'nin[149] en has ordusudur.


Evet bugün tarih-i âlemde[150] hiçbir nesil, şecere ile[151] ve senedlerle ve an'ane[152] ile birbirine muttasıl[153] ve en yüksek şeref ve âlî haseb ve asil neseb[154] ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten[155] milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih[156] ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.[157] Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek[158] ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda[159] geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki[160] bir hamiyet-i âliye feveran[161] edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.» (Mektubat sh: 441)


SONSÖZ
İslâm Birliği ile alâkalı Risale-i Nur Külliyatında daha bir çok ba­hisler vardır. Biz burada sadece birkaç misaller verdik. Bunlarda gösteriyor ki, Üstad Bediüzzaman Hazretleri, talebelerine ve Nurlardan istifade eden herkese İttihad-ı İslâmı gösteriyor. Müslümanların İslâm Birliği için çalışmalarını ve gayret göster­melerini istiyor. Burada bir defa daha tekrar ediyoruz “Bu za­manın en büyük farz vazifesi ittihad-ı İslâmdır.” (Hutbe-i Şamiye sh: 90)


Biz müslümanlar, bu zamanda dağınık bulunan İslâm Dünyasının birliğine gay­ret edelim. İnşaallah İslâm Birliği hakiki olarak teşekkül eder. Ondan sonra İslâm Birliğinin merkezi, ister Avrupa Birliğiyle, ister Amerika ile, ister Rusya Birliğiyle İslâm cemiyetinin menfaatleri istikametinde istediği anlaşmaları yapsın. Hiç bir Müslümanın buna bir­şey diyeceği olamaz. Ama böyle hâkim değil mahkum bir vaziyette ve İslâm Birliği kurulmadan müslümanın yönünü Avrupa’ya çevirmek, geçen asırdaki helaket ve felaketimizin daha da artmasına sebep olur.


Hâl bizi aldatmasın, bu durumun hep böyle devam edeceğini kim söyleyebilir? “Pek cüz'î ve mütehavvil ve mahdut olan hâli, geniş istikbal ile mübadele eden kazanır.” (Tarihçe-i Hayat sh: 131)






İTTİHAD İLMÎ ARAŞTIRMA HEYETİ TARAFINDAN HAZIRLANAN KİTAPLARIN LİSTESİ


· Esasat-ı Nuriye (Ciltli)


· İslam Prensipleri Ansiklopedisi (4. Cilt)


· Peygamberimizin Cevşen Duası


· Risale-i Nur Tarikat Hakkında Ne Diyor?


· Âhirzaman Fitneleri


· Siyaset ve İman Hizmeti


· İman – Hayat – Şeriat (Risale-i Nurda Üç Vazife)


· İttihad-ı İslâm


· Anarşi-Terör Bölücülük Sebeb ve Çareleri


· Asrın Müceddidi


· Alevîlik ve İmamet


· Aile ve Çocuk Terbiyesi


· Risale-i Nur’un Mahiyeti ve Sadeleştirme Meselesi


· Müsamaha’ da Ölçü (Hoşgörü Meselesi)


· Bediüzzaman’dan 7 Mektub


· Mehdi ve Mehdiyet (Ümmetin Ümid Kaynağı)


· İslâm-İsevî İttifakı (İngilizce-Türkçe)


· Vahdet-ül İslâmiye (Arabça)


· Dinde Reformculara Cevaplar


· Beşerî Sistemler ve İslâmiyet


· Tesettürde Şerî’ Ölçüler


· Risale-i Nur’dan Derlemeler Neşriyatı


· Musibetlerin Sebeb ve Hikmetleri


· Risale-i Nur Külliyatında ORDU VE ASKER


· FEVERAN Kur’an Nur’u Söndürülemez


· Cemal Kutay’ın Bediüzzaman Hazretleri Hakkındaki Asılsız İddialarına Cevaplar


· Bediüzzaman ve Din Tılsımları (Abdülkadir Badıllı)


· Mesnevî-i Nuriye (Ciltli) Mütercim: Abdülkadir Badıllı


· Bediüzzaman Said-i Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı (3. Cilt) Abdülkadir Badıllı






--------------------------------------------------------------------------------


[1] 1909 da bu isimle kurulan bir cemiyet münasebetiyle sorulu­yor


[2] en küçük ferdiyim


[3] doğudan batıya, güneyden kuzeye


[4] nurani bağ ile bağlı, İman ve İslâm bağı ile bağlı


[5] 1909 da dünyadaki İslâm nüfusu


[6] birleşme ve karşılıklı olan bağı


[7] bir tek Allah‘ a inanmaktır


[8] kuvvetli yemin


[9] intisab edenler, girenler


[10] Cenab-ı Hakkın ruhları yarattığında "Rabbiniz değil miyim" mealinde buyurduğunda, ruhlar "evet Rabbimizsin" dedikleri zaman


[11] isim kayıt defteri


[12] Allah kelamının, İslâmiyetin hakikatlarının yayılmasına çalış­mak


[13] meclis ve komisyonları


[14] Peygamberimizdir (asm)


[15] bağlılığını bildirmek


[16] evvelce bu meselede fikir sahibi olanlar


[17] kabrimin köşesinde


[18] kararsız, rahatsız


[19] düşmanların saldırısını


[20] kızgın demirle yüreği dağlanmak


[21] şahsi garazlar


[22] ayrılık sebebi


[23] farklı farklı ırktan olanlara ait dernekler


[24] İttihad ve Terakki Cemiyetinin merkezi Selanik’te idi. İstanbulda ise şubesi vardı


[25] aralarında maddî manevî birlik ve beraberlik bağları bulunan topluluktaki vasıf


[26] Osmanlı devletinin hilafeti temsil etmesi


[27] Kur’an ve İslâm dini etrafındaki kalenin


[28] İslâmın verdiği bağlar ile


[29] aynı değerleri yaşayan, paylaşan akraba, topluluk


[30] İslâm kardeşliğiyle bağlı


[31] sıkıyönetim mahkemesinde


[32] şeriat ölçüsüyle tartarım


[33] müslümanların teşkil ettikleri ve hükümran oldukları cemiyet hayatında


[34] işlerini şeriat ölçüleri içinde birbirleriyle danışarak yapmak


[35] “Onların aralarındaki işleri, istişare iledir.” Şûrâ Sûresi, 42: 38.


[36] meşveret etmeyi


[37] fikirlerin birbirine katılarak gelişmesi, bilgi birikimi


[38] gerçek meşvereti


[39] geleceğini, önünü açacak


[40] çeşitli baskıların, baskıcı idarelerin


[41] dinden gelen kahramanlık


[42] inançlı olmaktan kaynaklanan merhamet, acıyıp koruma duygusu


[43] Batı’nın ahlaksız medeniyetinin günahlarını


[44] zorla baskı uygulayarak hükmü altına almak


[45] aşağılamamak, ezmemek


[46] hor duruma getirmemek, baş eğdirmemek


[47] zalimler karşısında eğilmemek


[48] her şey rab, yani kendi başına buyruk, kendi kendinin sahibi diye düşünür


[49] anlaşmazlık olan meseleleri düzeltmek


[50] herkesin üzerine anlaştığı meseleler


[51] yüksek maksadlara


[52] ayrılığa sebepdir


[53] İslâm birliğni


[54] bütün insanlık âlemini


[55] Kur’an ve iman hakikatlarının bütün herkese ulaşmasına, ya­yılmasına


[56] kesin delillerle


[57] masonluk ve komünistlik


[58] başka devletin emri ve sömürge idaresi altında olanlar


[59] kardeşliklerini


[60] düşmanlığa


[61] bakınız 13. Söz’ün zeyli


[62] Kur’an’daki hakikatlere


[63] şimdi 1.5 milyar mü’min kardeşleri


[64] beraber hareket etmek için başarılı şekilde sözleşme imzalamanızı


[65] bütün İslâm dünyasının barışına


[66] hayatımın sonlarında


[67] büyük neticeyi


[68] kullanılmasıyla


[69] islam kardeşliğine


[70] karakterinin gereği, hareketinin temel özelliği


[71] kaynaşmış


[72] ayrılması mümkün değil


[73] sulh ve barış içinde yaşamaya muhtaç İslâm ve Hrıstiyanlar


[74] demokrasinin esaslarını temel almış siyasi hareketler


[75] İman’ın esasları ve İslâm’ın şartlarının bütününe


[76] İslâm kardeşliğiyle bütün müslümanları


[77] mahkeme tarafından el konmasından


[78] farz olan hac, arafe günü cuma’ya denk gelen haccada hacc-ı ekber denir


[79] egemenliğini, bağımsızlığını


[80] yani Pakistan veBangladeş


[81] Endonazya’da


[82] cumhuriyetler birliği


[83] başlangıcı


[84] İslâm Cumhuriyetler Birliğinin


[85] İslâm Cumhuriyetler Birliğinin anayasasını ve kanunlarının kaynağını teşkil eden


[86] şimdiki medeniyetin kaynağı ve dayandığı yer


[87] deccale ait bütün özellikleri taşıyan


[88] insanlığa yakışmayan ürküntü veren davranışlar


[89] tam uyanmasıyla, hareketlerinde temel kural yapmasıyla


[90] yani Amerika’nın


[91] Hristiyanlığın ilk orjinal şeklini seçerek hareket


[92] Allah’ın yardımıyla


[93] Diyanet İşleri Başkanlığı


[94] Osmanlı Devletinin din işleri dairesi


[95] kötü düşüncede bulunmak


[96] Risale-i Nur’u tetkik eden bilirkişi heyeti


[97] Bakanlar Kuruluna


[98] Demokrat Partisi Milli Eğitim Bakanı


[99] ll. Meşrutiyet (1908)


[100] İttihad ve Terakki Partisi devri (1912)


[101] Osmanlı padişahı


[102] İslâm Üniversitesinin


[103] batılılara yani Avrupalılara


[104] fizik, kimya, biyoloji vs. fen ilimleri


[105] hakaik-i imaniye, tefsir, hadis, fıkıh vs. gibi din ilimleri


[106] çoğunlukla peygamberlerin doğu'da, filozofların batı’da gel­mesi


[107] Asya’nın ilerlemesi din’in ayakta durmasıyla olur


HAŞİYE Hattâ o zamandan evvel Türk olmayan bir ta­lebem vardı. Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: “Salih bir Türk elbette fâsık kardeşim­den, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır.” Sonra aynı ta­lebe talihsizliğinden sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben dört sene sonra onunla görüş­tüm. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki: “Ben şimdi Râfizî bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim.” Ben de “Eyvah!” dedim. “Sen ne kadar bozul­muşsun.” Bir hafta çalıştım. Onu kurtardım. Eski haki­katli hamiyetine çevirdim. Sonra Meclis-i Meb’usandaki bana muhalefet eden meb’uslara dedim: O talebenin ev­velki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var. Ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatine uygun olmadı­ğını fikrinize havale ediyorum. Demek farz-ı muhal olarak siz başka yerde dünyayı dine tercih edip siya­setçe dine ehemmiyet vermeseniz de herhalde şark vi­lâyetlerinde din tedrisa­tına âzamî ehemmiyet vermek lâzım. O vakit bana muhalif meb’uslar da çıkıp o lâyi­hamı 163 meb’us imza ettiler. Bu kadar imzayı taşıyan bir is­tidayı elbette yirmi yedi sene istibdad-ı mutlak onu bozamamış. (Hz. Bediüzzaman r.a.)


[108] yardımlaşma ve dayanışmaya


[109] Mısır’da bulunan İslâm Üniversitesi


[110] milliyetini olumsuz olarak kullanmak


[111] “Mü’minler kardeştirler.” Hucurât Sûresi, 49:10.


[112] islâm kardeşliği tam görünsün


[113] fen ilimleri ile din ilimleri


[114] batı kültürü İslâma ters düşen yönlerini bıraksın


[115] Risale-i Nur anlamında


[116] tarzında, biçiminde


[117] devam edip gelen örfi ve dini bilgilerden


[118] din dışı


[119] doğu illerinde


[120] kurtuluş vesilesi


[121] yayın dünyasında meydana çıkma


[122] sevgilerini ve kardeşliğini


[123] devlete ait bir daire tarafından


[124] dine uymayan yaşantımızdan gelen suçlamaları gidermeye


[125] müslümanların sevgi ve kardeşliğini kendi tarafına çekmeye


[126] alakadar edecek


[127] âhir zamanda gelip bütün müslümanları Hakaik-ı İmâniye ve Kur'âniyeyi câmi' eserleri ile uyandıracak, dinlerini takviye ve imânlarını tecdit edecek olan peygamberimiz (A.S.M.) Âl'inden bir Zâttır.


[128] Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen mânevî şahıs


[129] Hazret-i Muhammed (A.S.M.) ın soyundan olan, onun izinden giden


[130] maddeci ve tabiatçı görüş hastalığı


[131] insanlık içinde yayılmasıyle


[132] İslâm Halifeliğiyle beraber Devlet Reisliği vazifesi


[133] toplumda yaşanan İslâmî hayatı yeniden canlandırmaktır


[134] İslâm Dünyasının birliğine dayanıp


[135] Kur’an hükümlerinin


[136] uygulamadan kalkmasıyla


[137] İslâm Birliğinin yardımcılığıyla


[138] büyük vazifeyi


[139] sıkıca tutunsanız


[140] Hz. Peygamber (A.S.M.) ın temiz sülalesinden yetişenler ve bihakkın sünnete ittibâ ve onu idame ettirenler.


[141] Hz. Peygamberin (A.S.M.) sözlerine, emirlerine ve harekâtına dair en yüksek ve kıymetli halleri, tavırları, hareket düsturlarıdır


[142] tâbi' olmayı


[143] Peygamberimizin (a.s.m.) neslinden gelenler


[144] İslâma hizmet edenlerin


[145] alemin her tarafında ve asırlardır toplanılacak yerlerde


(Haşiye) Hattâ onlardan bir tanesi olan Seyyid Ahmed-üs Sünusî, milyonlar müride kumandanlık ediyor. Seyyid İdris gibi diğer bir zât, yüzbinden fazla müslümanlara kumandanlık ediyor. Seyyid Yahya gibi bir başka seyyid, yüzbinler adamlara emirlik ediyor ve hâkeza… Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zahirî kahramanlar çok olduğu gibi; Seyyid Abdülkadir-i Geylanî, Seyyid Ebulhasen-i Şazelî, Seyyid Ahmed-i Bedevi gibi manevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış. (Mektubat)


[146] çoğunluktadırlar ki


[147] dayanışma içerisinde bir gurup


[148] birleşmeye ve uyanmaya vesile


[149] âhir zamanda gelip bütün müslümanları Hakaik-ı İmâniye ve Kur'âniyeyi câmi' eserleri ile uyandıracak, dinlerini takviye ve imânlarını tecdit edecek olan peygamberimiz (A.S.M.) Âl'inden bir Zâttır.


[150] Dünya tarihinde


[151] soy ağacıyla


[152] kayıtlı ve gelenekli


[153] birbirine bağlı


[154] soylu köklü meşhur sülale


[155] sayıca


[156] maneviyatca uyanık


[157] bağlandıkları yer şerefli ve başları yüksektir


[158] dine olan bağlılığın verdiği kuvvetin heyacana gelmesi


[159] bütün ümmeti alakadar eden, dine yapılan hücumların sebeb olduğu büyük olaylar


[160] müslümanların umumundan gelen tepki


[161] dini koruma gayretinin taşması

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...