U
ubûdiyet: ibadet, kulluk etme.
ubûdiyetkârâne: kulluk edercesine.
ubûr: geçme.
ucb: ibadetiyle gururlanma.
ucûbe: şaşılacak şey.
udûl: yoldan çıkma, sapma.
ufk: ufuk.
ufkî: ufka ait, yatay.
ufûl: batma, kaybolma.
ufûnet: pis koku, iltihap.
uhde: sorumluluk, söz verme.
uhdûd: hendek, yarık.
uhrâ: başka, diğer, sonra.
uhrevî: âhiretle ilgili.
uhrevîye: âhiretle ilgili olan.
Uhud: Hicazda bulunan mübarek bir dağ.
uhûd: yeminler, anlaşmalar.
uhuvvet: kardeşlik.
uhuvvetkârane: kardeşcesine.
ukad: ukdeler, düğümler.
ukalâ: akıllılar, akıllılık taslayanlar.
ukbâ: öbür dünya.
ukde: düğüm, bilmece.
ukke: tulum, deri kap.
ukubât: cezalar.
ukuk: ana babaya isyan.
ukul: akıllar.
ûlâ: ilk, birinci.
ulemâ: âlimler.
ulemâüssû: kötü âlimler, dünya için dinini feda eden bilginler.
ulûfe: yeniçeri maaşı.
ulûhiyet: ilâhlık, kısaca "ibadet edilmeye lâyık olan yegâne mabud bütün varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen hakikat.
ulûm: ilimler.
ulülazm: pek büyük zatlar.
ulülemr: Müslümanların idarecisi.
ulüvv: büyüklük, yücelik.
ulüvvücenâb: büyüklük ve yücelik.
ulvî: yüce.
ulvîye: değeri yüce.
ulvîyet: yücelik.
ulyâ: pek yüce.
umde: ilke, temel fikir.
umman: derya, okyanus.
umrân: medenilik.
umre: farz olmayan hac.
umûm: bütün, herkes.
umûmî: genel, herkesle ilgili.
umûmîyet: genellik.
umûr: işler, emirler, hususlar.
unf: sertlik, kabalık.
unsur: parça, element, madde, kök.
unsurculuk: milliyetçilik, ırkçılık.
unsurî: unsurla ilgili.
unsûriyet: unsurluk, ırkçılık.
unsûriyetperver: milliyetçi, ırkçı.
unzur: nazar et, bak!
urba: elbise.
urbân: çöl Arapları.
urcun: kurumuş hurma dalı.
urefâ: ârifler.
urgan: ip, halat.
urûc: yükselme, çıkma.
urûk: ırklar, kökler.
urve: tutulacak yer, kulp.
urvetülvüska: sağlam kulp, islâmiyet.
usâre: özsu.
usr: zorluk.
usûl: tarz, metod, yol, düzen, temel, asıl, esas.
usûlî: usûlle ilgili.
usûlüddin: dinin temelleri.
uyûb: ayıplar.
uyûn: pınarlar.
uzlet: yalnızlık.
uzlethâne: yalnız kalınan yer.
uzmâ: büyük.
uzuv: organ.
uzv: uzuv, organ.
Uzza: islâmdan önce Kâbede bulunan putlardan biri.
Ü
ücrâ: uzak, pek uçta.
ücret: işin karşılığı.
üdebâ: edebiyatçılar.
üftâde: düşkün, çaresiz.
ülfet: alışma, alışkanlık.
ümem: ümmetler, milletler.
ümerâ: emirler, beyler.
ümid: umut.
ümidkârâne: ümit edercesine.
ümidvâr: ümitli.
ümm: anne.
ümmehât: analar.
ümmet: bir peygambere inanan topluluk.
ümmetî: ümmetim!
ümmî: okuma yazma bilmeyen.
ümmîyet: ümmilik.
ünsiyet: alışkanlık, dostluk.
ünsiyetkâr: birbirine alışmış.
ünsiyetkârâne: birbirine alışmışçasına.
ünûset: dişilik.
ünvân: nam, lâkap.
üryan: çıplak.
üserâ: esirler.
üslûb: anlatım biçimi.
üslûbperest: üslûba aşırı düşkün.
üslûbşiken: üslûbu bozan.
üss: esas, kök, temel.
üssülesâs: esasların esası.
üstad: ilimde ve sanatta üstün olan kimse, büyük muallim.
üstadane: üstad gibi.
üstûre: efsane, uydurma hikâye, mitoloji.
Üzeyir: Kurânda adı geçen mübarek bir zat.
V
vaad: söz verme.
vaaz: dini konuşma.
vâbeste: bağlı.
vâcib: mecburi, farza yakın hüküm.
Vâcibülvücûd: varlığı zaruri olan Allah.
vâcid: zaruri varlık.
vâd: vaad, söz verme.
vâde: belirli süre.
vâdî: iki dağ arası uzun çukur.
vâesefa: esefler olsun, yazık!
vâfi: tam, yeter.
Vâfî: vefalı, kendini seveni unutmayan, ilgisini kesmeyen.
vaftiz: Hıristiyanların dine gireni kutsal suya sokma merasimi.
vâha: çöl ortasında yeşillik.
vahamet: güçlük, tehlike.
vâhasretâ: ah özledim!
vahdânî: "bir" olmakla ilgili.
vahdâniyet: Allahın "bir" olması.
vahdet: birlik, teklik.
vahdetişuhûd: görüşte birlik.
vahdetivücûd: varlıkta birlik.
Vahhabîlik: dinin bazı konularında aşırılıkları olan bir anlayış.
vâhî: mânâsız, saçma.
vâhib: bağış yapan, veren.
vâhid: yalnız, tek.
vâhidikıyâsî: birim, "metre" gibi.
vâhidiyet: birlik, teklik.
vahîm: korkutucu, tehlikeli.
vahîme: kuruntu veren his.
vahiy: Alah tarafından peygambere bildirilen kesin bilgi.
vahşet: ürkütücü yabanilik.
vahşetâbâd: korku veren yabani yer.
vahşetengiz: vahşet veren.
vahşetgâh: korkutucu yer.
vahşetzâr: vahşet yeri.
vahşî: yabanî, ürkek, merhametsiz.
vahşîyane: vahşice.
vahy: vahiy, ilâhî makamdan peygambere inen yüce mânâlar.
vaîd: cezalandıracağını söyleme.
vâiz: vaaz eden, öğüt veren.
vakâ: olup biten, hâdise.
vakâhat: arsızlık, utanmazlık.
vakahet: ibadet.
vakânüvis: resmî tarih yazarı.
vakar: ağırbaşlılık, ciddiyet.
vakayi: olaylar, vakalar.
vakf: alıkoyma, bağış.
vakfe: durak.
vakfetmek: Allah için vermek.
vakıa: olmuş, var olan.
vakıat: olanlar, olmuşlar.
vakıf: hayır kurumu, malı.
vâkıf: bilen, Allah için veren.
vâkıfane: derinlemesine bilerek.
vâki: olan, var olan.
vakit: zaman.
vakt: vakit, zaman.
vaktaki: ne zaman ki.
vakûr: ağırbaşlı.
vâlid: baba.
vâlide: ana, doğuran.
vâlideyn: ana ile baba.
vallâhi: Allah için.
varak: yaprak.
varaka: yaprak, kâğıt parçası.
vâreste: affedilmiş, kurtulmuş.
vârî: "gibi, benzer" mânâsında son ek.
vârid: erişen, gelen, gelir.
vâridât: gelirler.
vâris: mirasa konan.
varta: uçurum, tehlike.
vasat: orta hâlli, normal.
vasatî: ortalama.
vasf: vasıf, sıfat, nitelik.
vasfetmek: özelliklerini saymak.
vasıf: sıfat, nitelik.
vâsıl: kavuşan, ulaşan, erişen.
vâsılîn: kavuşanlar, erişenler.
vâsıt: ortada bulunan.
vâsıta: araç.
vasî: geniş.
vasîa: genişçe.
vasiyet: kişinin öldükten sonra yapılmasını istediği şey.
vasiyetname: vasiyet yazısı.
vasl: kavuşma.
vassaf: özellikleri tanıtan.
vatan: yurt.
vatanperver: vatansever.
vâveyla: çığlık, yaygara.
vaz: koyma, bırakma.
vâz: vaaz, dinî öğüt.
vazetme: koyma, bırakma.
vazıh: açık, belli.
vazıhan: açık açık.
vazife: görev, yapılacak iş.
vazifedâr: vazifeli, görevli.
vazifedârâne: vazifeli gibi.
vazifeperver: görevini seven.
vazifeşinâs: görevini seve seve yapan.
vazifeten: görevli olarak.
vaziyet: durum, hâl, duruş.
vebâ: bir salgın hastalık.
vebâl: şiddet, ağırlık, günah.
vecd: ilâhî aşka dalarak kendinden geçme.
vech: vecih, yüz, tarz, ön, alın, sebep, ilgi.
veche: yan, taraf, yüz.
vecîbe: borç hükmünde vazife.
vecih: güzel, hoş, uygun.
vecih: yön, yüz.
veciz: zengin mânâlı kısa söz.
vecîze: zengin mânâlı kısa söz.
vêd: kız evladı diri diri toprağa gömüp öldürme âdeti.
vedâ: ayrılık.
vedânâme: veda yazısı.
vedîa: emanet.
Vedûd: çok sevilen, Allah.
Vedûdiyet: sevilir olma, kendini sevdirme.
vefa: sözünde durma, kendini seveni unutmama, ilgiyi kesmeme.
vefadâr: vefalı, dostluğu devamlı.
vefadârâne: vefalı olarak.
vefakâr: vefalı.
vefakârâne: vefa göstererek.
vefat: ölüm.
veffakakümüllah: Allah başarılı kılsın.
vefik: arkadaş, uygun.
vefiyât: vefatlar, ölümler.
vehâmet: güçlük, tehlike.
vehbî: Allah vergisi.
Vehhâb: çok ihsan eden, bağışlayan, Allah.
Vehhâbî: Vehhabilik anlayışından olan.
Vehhâbîlik: bazı konularda aşırılıkları olan dinî bir anlayış.
Vehhâbîyet: Allahın bol bol ihsan etmesi ve bağışlaması.
vehham: vehimli, kuruntulu.
vehim: belirsiz korku, kuruntu.
vehm: vehim, kuruntu.
vehmî: vehimle ilgili.
vehn: gevşeklik.
vekâlet: vekillik, bakanlık.
vekâleten: başkası adına.
vekâletnâme: vekil etme yazısı.
vekayî: vakalar, olaylar.
vekezâ: ve bu da öyle.
vekîl: başkası adına iş gören.
velâdet: doğma, dünyaya gelme.
velâyât: velîlikler.
velâyet: velîlik, ermişlik.
veled: oğul, yavru, çocuk.
velediyet: birinin çocuğu oluş, Hıristiyanların isa aleyhisselâma hata ile "Allahın oğlu" demeleri.
velehresân: şaşkınlık veren.
velev: olsa da, bile.
velhâsıl: sözün kısası.
velî: eren, ermiş, evliya.
velî: sahip, gözetici, koruyucu.
velîahd: padişah adayı.
velîme: düğün yemeği.
velînîmet: nimet veren.
velîyyullah: Allahın velî kulu.
velûd: pek verimli.
velvele: gürültü, patırtı, şamata.
verâ: günahtan şiddetle kaçınma hâli.
verâ: öte, arka, geri.
verâset: mirasçılık, irsiyet.
verese: varisler, mirasçılar.
vesâik: belgeler.
vesâil: vesileler, araçlar.
vesâir: ve diğerleri.
vesâit: vasıtalar, araçlar.
vesâyâ: vasiyetler, tavsiyeler.
vesâyet: başkası adına iş yapma.
Vesenî: yıldıza tapan.
vesika: belge, senet.
vesile: yol, hedefe ulaştıran şey.
vesm: damga, işaret, dağlama.
vesselâm: işte bu kadar!
vesvas: vesvese veren.
vesvese: kuruntu, gereksiz kaygı.
veyl: vay hâline, yazık!
vezaif: vazifeler, görevler.
vezin: ölçü, tartı.
vezir: padişah yardımcısı.
vezne: para alınıp verilen yer.
veznedâr: vezne memuru.
vicâhen: yüz yüze.
vicdân: insanın iyiyi kötüden ayırma hissi.
vicdânen: vicdan bakımından.
vicdânî: vicdanla ilgili.
vicdâniyat: vicdanla hissedilenler.
vicdânsûz: vicdanı rahatsız eden.
vifak: birbirine uyma.
vikaye: koruma.
vilâdet: doğuş.
vilâyât: iller.
vilâyet: il.
viran: yıkık, üzgün.
virâne: yıkıntı.
vird: devamlı okunan şey.
virdizebân: dil ile devamlı okunan.
visâl: kavuşma.
vizr: günah, hata, ağırlık.
vuhûş: yabanilik, yabaniler.
vukû: oluş, meydana gelme.
vukûât: oluşlar, hâdiseler.
vukuf: bilme, biliş.
vukufiyet: iyice bilme ve anlama.
vuslat: kavuşma.
vusta: orta.
vusûl: ulaşma.
vuzûh: açıklık, netlik.
vücûb: sınırsız gereklilik.
vücûd: vücut, varlık, gövde.
vücûdî: varlıkla ilgili, var olan.
vücûdpezir: var olma.
vücûh: vecihler, yüzler, yönler.
vükelâ: vekiller, bakanlar.
vürûd: geliş, gelme.
vürûd: toplardamarlar.
vüsât: genişlik.
vüskâ: sağlam.
vüsûk: sağlam inanç, güvenme.
vüsûl: kavuşma, erişme, ulaşma.
vüzerâ: vezirler.
Y
yâ: ey, hey!
yaban: çöl, sahra.
yabanî: alışmamış, yabansı.
yâbis: kuru.
yâd: anma, hatırlama.
yâdigâr: hatıra, hediye.
yafta: yakıştırma, damgalama.
yağız: esmer, yavuz, yaman.
yahu: ey falanca.
Yahudi: lânetli bir ırk.
yakaza: uyanıklık.
yakîn: kesin biliş.
yakînen: kesinlikle.
yakînî: kesin, kesin bilmekle ilgili.
yakînîyet: kesin olarak bilip inanma.
yaktin: bir tür bitki.
yakut: kıymetli bir süs taşı.
yakza: uyanıklık.
yakzan: uyanık.
yaldız: parlak sarı boya ile yapılan süs.
yâr: dost, sevgili.
yârabbenâ: ey Rabbimiz.
yârân: arkadaşlar, dostlar.
yâsub: arı beyi.
yatır: evliya mezarı.
yâve: boş söz, saçma.
yâver: yardımcı, memur.
Yâveriekrem: en kerim yaver, Peygamberimiz.
yavuz: şiddetli, pek sert.
Yêcüc-Mêcüc: Kurânda sözü edilen düzen tanımaz bir topluluk.
yed: el.
yedibeyzâ: beyaz el.
yedikudret: kudret eli.
yegâne: tek, bir.
Yehûd: Yahudiler.
yeis: ümitsizlik.
yek: bir.
yekçeşm: tek gözlü.
yekdiğer: bir başkası.
yeknesak: tekdüze, monoton.
yekpâre: tek parça.
yeksan: dümdüz, yerle bir.
yektâ: tek, eşsiz, yalnız.
yekûn: toplam.
yekvücud: tek varlık, bir kişi gibi.
yeldâ: uzun.
yelpez: yelpaze.
yemin: and, sağ, bereket, hayır.
yenabi: kaynaklar, çeşmeler.
yês: ümitsizlik.
yesar: sol el.
Yesrib: Medine.
yetim: babası ölmüş çocuk.
yetimane: yetim gibi.
yevm: gün.
yevmî: günlük.
yevmiye: gündelik.
Yezdan: Cenabı Hak.
yoldaş: yol arkadaşı.
yörük: göçer, göçebe.
Yunanî: Yunanlı.
Yunusvârî: Yunus alehisselâm gibi.
Yusûfiye: Yusuf aleyhisselâmın da hapis yatması ve mahpusların piri olması sebebiyle Bediüzzaman Hazretlerinin hapishaneye verdiği isim.
yümn: uğur, bereket.
yümün: uğur, bereket.
Yürîd: her fiilini kendi iradesiyle yapan Allah.
yüsr: kolaylık.
yütm: yetimlik.
Z
zaaf: zayıflık.
zaafiyet: zayıflık.
zâbıta: emniyet görevlisi.
zabıtnâme: tutanak.
zâbit: subay.
zâbitân: subaylar.
zabt: alma, tutma, bağlama.
zabtiye: polis veya jandarma.
zabturabt: tutma ve bağlama, disiplin.
zâd: azık.
zâde: oğul, çocuk.
zâdegân: asil, soylu.
zâf: zayıflık, kuvvetsizlik.
zafer: başarma, üstün gelme.
zaferyâb: zafer kazanan.
zâfiyet: zayıflık.
zâhib: giden, gidici.
zâhid: din için dünyayı önemsemeyen.
zâhidâne: din için dünyayı önemsemeyen kimse gibi.
Zâhir: "bütün varlıkların dış yüzünü yaratan ve dışına da hükmeden" mânâsında ilâhî isim.
zâhir: görünen, belli.
zahîr: yardımcı, arka çıkan.
zahîre: ambardaki tahıl, azık.
zahiren: görünüşe göre.
zahirî: görünüşte.
zahirperest: dış görünüşe kıymet veren.
zahmet: sıkıntı, zor, güç.
zahr: arka, sırt.
zâid: artan, fazlalık.
zâif: güçsüz, zayıf.
zâife: zayıf, güçsüz.
zâifem: zayıfım, güçsüzüm.
zâika: tadma duygusu.
zâil: geçici, son bulan.
zâilât: zailler, gelip geçiciler.
zâkir: zikreden, Allahı anan.
zakkum: bir bitki türü, cehennem ağacı.
zalâm: karanlık.
zâli: eğri, eğimli.
zâlik: bu, şu, o, böylece.
zalil: gölgeli, koyu.
zâlim: zulmeden, haksız.
zâlimane: zâlimce.
zâlimiyet: zâlimlik.
zallâm: çok zulmeden.
zalûm: pek zâlim.
zalûmiyet: zâlimlik, zulmetme.
zam: ekleme, artırma.
zamanen: zaman olarak.
zamanî: zamanla ilgili.
zamir: ismin yerini tutan kelime.
zân: sanma, sezme.
zanî: zina eden, çiftleşen.
zânnıgalib: kuvvetli zan.
zann: sanma, sezme.
zann: sanan, zanneden.
zannî: zanla ilgili.
zapt: tutma, alma, yazma.
zaptiye: subaylık, subay.
zarâfet: incelik, kibarlık.
zarardîde: zarar gören.
zarf: kab, kılıf.
zarfiyet: zarf olma.
zâri: ağlayıp sızlama.
zarif: ince, nazik, narin.
zarûret: çaresizlik, yoksulluk, mecburiyet.
zarûrî: mecburiyetle, ister istemez.
zarûriyât: zarurî olanlar.
zarûrîye: zarurî olan.
zarûrîyet: mecburiyet, zorda kalma.
zât: hürmete lâyık kimse, kendi, asıl, öz.
zâten: esasen, aslında.
zâtî: zatla ilgili, özel.
zâtîye: kendisiyle ilgili.
zâviye: açı, tekke, dergâh.
zâyî: elden çıkan, yitik.
zayîât: kayıplar, zararlar.
zebân: dil, lisan.
zebânî: azap melaikesi.
zebed: köpük.
zeberced: kıymetli bir taş.
zebh: kesme, boğazlama.
zebîb: üzüm.
zebîha: kesilecek hayvan.
zebûn: güçsüz, aciz.
zebûnküş: düşkünü ezen.
Zebûr: Davud aleyhisselâma inen ilahi kitap.
zecirkârâne: zorlarcasına.
zecr: sakındırma, zorlama.
zecren: zorlayarak.
zede: "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" mânâsında son ek.
zefir: hıçkırarak nefes verme, ağlama.
zehab: gitme, bir fikre kapılma.
zeheb: altın.
zehirbaz: zehirci, zehir yapan.
zehr: zehir.
zehrâ: parlak, berrak.
zehrâlûd: zehirle karışık.
zekâ: çabuk anlama kabiliyeti.
zekât: zenginlerin kırkta bir oranında fakirlere yaptığı yardım.
zekâvet: zekilik, anlayış çabukluğu.
zekî: çabuk anlayışlı, temiz.
zelîl: alçak, düşük.
zelîlâne: alçalarak, alçakça.
zelle: sürçme, yanılma.
zelzele: yer sarsıntısı, deprem.
Zemahşerî: Keşşaf isimli ünlü tefsiri yazan islâm âlimi.
zemân: zaman.
zembil: büyük sepet.
zemherir: zemheri, şiddetli soğuk devresi.
zemime: kötü hâl ve hareket.
zemîn: yer, yeryüzü.
zemm: kötüleme.
Zemzem: Kâbedeki mukaddes su.
zemzeme: hoş ses, nağme.
zenadıka: zındıklar, dinsizler.
zenav: havuz veya göl.
zenb: suç, günah.
zenberek: kurulan âlet.
zenberekvârî: zemberek gibi.
zencebîl: hoş kokulu bir baharat, zencefil.
zencî: siyah ırktan olan.
zendeka: dinsizlik.
zeneb: kuyruk.
zengâr: pas.
zer: ekme.
zerâfet: zariflik, incelik, güzellik.
zerdüşt: ateşe tapan.
zerk: hile, şırınga.
zerrât: zerreler, atomlar.
zerre: atom, molekül.
zerrece: zerre kadar.
zerrîn: altından yapılmış.
zevâhir: çiçekler, görünüşler.
zevâid: fazlalıklar.
zevâl: sona erme, silinme.
zevâlâlûd: zevalle karışık.
zevâlî: sonu ermesi yakın.
zevât: zatlar, kimseler.
zevc: koca, eş.
zevcât: zevceler, eşler.
zevce: kadın, eş, karı.
zevciyyet: karı kocalık.
zevil: sahibi, sahipler.
zevilervah: ruh sahipleri.
zevilhayat: hayat sahibi.
zevilidrâk: idrak sahibi.
zevilihsas: hissedebilen.
zevilukûl: aklı olanlar.
zevk: tatma, tad, haz.
zevkâlûd: zevkle karışık.
zevken: zevk olarak.
zevkî: zevkle ilgili.
zevkperest: zevke düşkün.
zevzek: geveze, münasebetsiz, hoppa.
zeyil: zeyl, ek.
zeyl: zeyil, ek, ilave, etek.
zeylen: ek olarak.
zeyn: süs, süsleme.
zeynab: gölcük.
zeyneb: gül.
zeyt: zeytin yağı.
zıd: zıt, aksi.
zıddeyn: iki zıt.
zıddiyet: zıtlık.
zıhar: kocanın karısına "sen anam gibisin" demesi.
zılâl: gölge.
zıll: gölge.
zıllî: gölgeli, gölge ile ilgili.
zıllîye: gölgeli.
zıllîyet: gölgelilik.
zımn: iç yüz, dolaylı anlatılan.
zımnen: dolayısıyle.
zımnî: saklı, gizli, örtülü.
zındık: dinsiz.
zındıka: dinsizlik.
zırh: savaş elbisesi.
zıvana: küçük boru.
zi: "den, dan" mânâsında ön ek.
zî: "sahibi" mânâsında ön ek.
zîakıl: akıl sahibi, akıllı.
zîb: kurt.
zibâ: güzel, süslü.
zîcemâl: güzellik sahibi.
zidergâh: dergahtan.
zifaf: gerdek.
zîfikir: fikir sahibi, düşünebilen.
zîhaşmet: haşmet sahibi, görkemli.
zîhayat: hayat sahibi, canlı.
zîhimmet: himmet sahibi.
zihin: "anlama, bilme, hatırlama, ezberleme" kabiliyeti.
zihniyyet: düşünce, anlayış.
zîidrâk: idrak sahibi, anlayabilen.
zikir: anmak, Allahı daima hatırlamak.
zikirhâne: zikir evi.
zikr: zikir, anma.
zikretmek: Allahı anmak.
zikriye: zikirle ilgili.
zikrullah: Allahı zikretmek, anmak.
zîkudret: kudret sahibi, güçlü.
zilâl: gölgeler.
zilhicce: Arabî onikinci ay.
zilkâde: Arabî onbirinci ay.
zillet: aşağılık.
zilliyet: bir malı elinde bulundurma hâli.
zimam: tercih, seçme.
zimmet: korumak zorunda kalma.
zimmî: anlaşma ile islâm ülkesinde yaşayan kâfir.
zinâ: nikâhsız cinsi münasebet, büyük bir günah.
zindân: karanlık yer altı hapishanesi.
zinde: dinç.
zînet: süs, bezek.
zinhar: sakın, asla.
zînnûr: nurlu, ışıklı.
zînnûreyn: iki nur sahibi.
zînur: nurlu.
zîr: alt, aşağı.
zîrâ: çünkü.
zirâ: kol uzunluğu, 75 santimetre kadar.
ziraat: tarım.
zîruh: ruh sahibi, ruhlu.
zîrüzeber: altüst, darmadağın.
zirve: doruk, tepe.
zîşân: şanlı.
zîşuûr: şuurlu, bilinci olan.
zîvücûd: vücut sahibi.
ziyâ: ışık, nur, aydınlık.
ziyâdâr: ışıklı, parlak.
ziyâde: artan, çok bol.
ziyâfet: bolca yedirip içirme.
ziyâfetgâh: ziyafet yeri.
ziyân: zarar.
ziyâret: görmeye gitme.
ziyâretgâh: ziyaret yeri.
ziyy: dış görünüş, kıyafet.
zuafa: zayıflar.
zuhr: öğle vakti.
zuhûr: görünme, ortaya çıkma.
zuhûrât: birden oluveren şeyler.
zulm: zulüm, haksızlık.
zulmânî: karanlık, sıkıntı.
zulmen: zulüm ile, haksız biçimde.
zulmet: karanlık.
zulüm: haksızlık, eziyet, işkence.
zulümât: zulmetler, karanlıklar.
zulümâtâbâd: karanlıklarla dolu.
zulümkâr: zulüm eden, zâlim.
zûm: yanlış zan.
zunûn: zanlar, sanmalar.
zurafâ: zarifler, kibarlar, nazikler.
zübde: öz, özet.
zübeyr: yazılı şey.
zücac: cam.
zücace: cam, şişe.
Zühal: bir gezegen.
zühd: din için dünyadan el etek çekme.
Zühre: Sabah Yıldızı, çiçek.
zührevî: frengi gibi hastalıklar.
zühûl: geciktirme, yanılma.
zühûr: çiçekler.
zükûr: erkekler.
zükûret: erkeklik.
zül: "sahibi" mânâsında ön ek.
zülâl: berrak, tatlı, güzel, soğuk, su.
zülcelâl: büyüklük sahibi.
zülcenaheyn: iki kanatlı, iki taraflı.
zülecniha: çok kanatlı, çok yönlü.
zülf: zülüf, saç lülesi.
Zülfikâr: Hazreti Alinin kılıcı.
Zülfikârmisâl: Zülfikâr gibi.
Zülkarneyn: eski bir hükümdar.
Zülkarneynmisâl: Zülkarneyn gibi.
züll: alçalma, horluk.
zümre: bölük, gurup.
zümrüt: bir süs taşı.
zünnâr: papaz kuşağı.
zünûb: günahlar, suçlar.
zürefâ: zarif kimseler.
zürriyet: soy, nesil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder