12/15/2010

Reformculara Cevap

Risale-i Nur Külliyatından


DİN’DE REFORMCULARA CEVAPLAR






MÜCTEHİD KİMDİR VE KİME DENİR? 1


DİNİ HÜKÜMLER FIKIH KİTAPLARINDAN ÖĞRENİLİR 2


KUR’ÂN’IN HAKİKİ TERCÜMESİ MÜMKÜN DEĞİL 2


CEHENNEM ATEŞİYLE TEHDİT.. 2


HAZRETİ ALİ’NİN (R.A) KASİDE-İ ERCÜZE’SİNDE NELER VAR? 2


HAZRETİ ALİ’NİN (R.A.) FENA ULEMAYA HİDDETİ 3


BİR KISIM BİD’ATKÂR DİN ADAMLARI VE KUR’ANI KORUMAKLA VAZİFELİ NUR TALEBELERİ 3


BATI DİLLERİNE GÖSTERİLEN İLGİ VE DİNÎ TABİRLER 4


MEZHEBSİZLİK TARAFTARLARININ İÇYÜZÜ 4


TÜRKÇE EZAN VE KAMET ZULMÜ 4


DİNE ZARAR VEREN BAZI DİN KİTAPLARI VE HAKİKİ DİNDARLARIN VAZİFESİ 5


İSLÂMİYETSİZ İMAN OLUR MU?.. 5


DİNÎ HÜKÜMLERLE OYNAYAN YANAR! 6


MUBAREZE KANUNU VE TERAKKI 6


DAVA ADAMI OLMAK.. 7


MAHKEMELERE VERİLMENİN HİKMETLERİ 7


BASKILAR GAYRETİ ARTTIRIYOR 8






Bütün müslümanlar bilirler ki, dinî hükümlerde temel iki kaynak vardır: Kitab ve Sünnet. Yani Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimizin (asm) Sünnetleri.


Sonra bu iki kaynaktan sıhhatlı anlama derecesine sahib olan müctehidlerin re’y ekseriyetine dayanan ve ic­tihad ve kıyas usulü ile ortaya çıkarılmış olan hükümler esas alınır.


Dinde Reform (aslında Deform) hareketlerinin en fazla bahsedildiği 1920-30 lu yıllarda, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yazdığı eserlerle meseleye açıklık getirmiştir.


Zamanımızda ise bilhassa son iki-üç senedir
bu mesele yine fazlaca bahsedilmektedir. Biz de zaten cevapları verilmiş ve iddia sahiplerinin aslında iddiaları çürütülmüş olan bu meseleyi tekrar nazara vermeyi uygun bulduk. Tâ ki, insaflı olanlar gerçekleri öğrensinler…


MÜCTEHİD KİMDİR VE KİME DENİR?
Bediüzzaman Hazretleri ictihad ve mücte­hid meselesini şu veciz ifade­siyle şöyle tesbit eder:


«Müstaid, müçtehid[1] olabilir; müşerri’ olamaz.[2]





Ümmeti davetle teşri’ edemez.[3] Fehmi, şeri­atten[4] olur, lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri’ olamaz. [5]





Yoksa davet bid'attır,[6] reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz.» (Sözler sh: 705)


Şeri’attaki teşri’ kaidesinin yani kanun koyma yetkisinin ehemmiyetli bir cihetini özetliyen yukarıdaki beyanlar gös­teriyor ki, bir müctehidin ortaya koyduğu şer’î bir re’y ve hükmü, müctehidlerin ekserisi tas­dik etmedikçe müslümanlar o hükme uymaya davet edilemezler ve böyle bir davet reddedilir.


Bu şer’î ölçüyü nazara alarak günümüzde dinde deformasyon heveslisi ve düşünce yanlış­ları ile bid’alara (dine zıt anlayış ve hayat tarzına) bulaşmış ve şeri’atta söz sa­hibi olmayan bazı kimselerin sözlerini reddet­mek, dine bağlılığın icabıdır.


Bediüzzaman Hazretleri, gazete, radyo ve televizyon gibi neşriyat organlarıyla yapılan menfî propağandalara bakan bir ikazında diyor ki:


«Cumhur-u mü’mininin[7] kabul etmedikleri bid­'at ve müstahdesatı[8] umumi gazetelerde neşret­mek, doğrudan doğruya hiç şüphesiz dalâlete[9] bir da’vettir ve onları neşreden de dalâlet daisidir.[10] Şu halde şu herifin yalnız ağzına vurup şamarla sustu­rucu cevap vermek değil; belki ta’nif[11] ve şiddetle el­lerini, kollarını tutup bağlamak gerektir.» (B. Mesnevî-i Nuriye sh: 179)


DİNİ HÜKÜMLER FIKIH KİTAPLARINDAN ÖĞRENİLİR
Kur’ânın tercemelerinden dinî hükümleri anlamağa kalkışmamalıdır. Çünkü Kur’ânın çok derin ve ince mânâları olduğu gibi; nasih-mensuh, mücmel-müfesser, zahir-hafî, nas ve müteşabih gibi yüksek ilim seviyesini gerekti­ren hususiyetleri bulunmaktadır. Bu gibi sebeb­lerden dolayı, dinî hükümleri, Kur’ân ve hadîs tercemelerinden değil, şeriat kitablarından öğ­renmek mecburiyeti vardır. Ancak Asr-ı Saadette Resulüllah’ın talimiyle sahabeler ve tabiîn doğrudan doğruya Kur’ândan ders almış­lar, müçtehid ve mezheblere ihtiyaçları olma­mıştır.


KUR’ÂN’IN HAKİKİ TERCÜMESİ MÜMKÜN DEĞİL
Kur’ânın tercemesi meselesine gelince:


Bu iddia gizli ve sinsi şer cereyanlarının tahrikiyle seneler önce iddia olunmuş ve Bediüzzaman Hazretleri cevablar vermiştir. Takriben 1932 yıllarında alenî şekilde ortaya atılan bu iddiaların Kur’âna bir su-i kasd ol­duğuna dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri bir yazısında diyor ki:


«Bundan on iki sene evvel* işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık,[12] Kur’ân’a karşı suikastını, tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: “Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş.


Fakat Risale-i Nur’un cerh edilmez hüccetleri[13] kat’î ispat etmiş ki, Kur’ân’ın hakikî tercümesi kabil değil, ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî[14] ye­rinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini[15] başka li­san muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevap veren kelimât-ı Kur’âniyenin mu­cizâne ve cemiyetli tabirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde okunmaz diye, Risale-i Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. Fakat o zın­dıktan ders alan münafıklar, yine şeytan hesa­bına Kur’ân güneşini üflemekle söndürmeye ahmak çocuklar gibi ahmakane ve divanecesine çalışmaları sebebiyle, bana gayet sıkı ve sıkıcı ve sıkıntılı bir hâlette bu Onuncu Mesele[16] yazdırıldı tahmin ediyorum.» (Şualar sh: 253)


CEHENNEM ATEŞİYLE TEHDİT
«Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, rehbe­rimiz ferman etmiş ki:


(Külli bid’atin dalaletün ve küllü dalaletin finnar) Acaba bu ferman-ı kat’îye karşı, ulemâü’s-sû’[17] tabirine lâyık bazı bedbahtlar hangi maslahatı buluyorlar, hangi fetvâyı veriyorlar ki, lüzumsuz, zararlı bir surette şe­âir-i İslâmiyenin bedîhiyâtına[18] karşı geliyorlar, tebdili kabil görüyorlar? Olsa olsa, muvakkat bir cilve-i mâ­nâdan gelen bir intibah-ı muvakkat,[19] o ulema-i sû’u al­datmıştır». (Mektubat sh: 329)


HAZRETİ ALİ’NİN (R.A) KASİDE-İ ERCÜZE’SİNDE NELER VAR?
Hazret-i Ali (r.a) ve Abdülkadir-i Geylanî’nin (k.s) matbu eserlerinde âhirza­manda gelecek fitne ve bid’atlara işareten ihbar edip şiddet gösterdikleri kısımları tesbit edip izah eden Bediüzzaman Hazretleri şunları nak­leder:


«Hz. İmam (r.a.), üstadı olan Habibullah Aleyhisselatü Vesselamdan aldığı dersin bir kısmını işarî bir surette zikrediyor. Feth‑i Hayber’deki hem mucize-i Nebeviye, hem keramet-i Aleviye[20] olan harika vakıayı bahsettiği gibi, tesis-i İslâmiyete temas eden mühim noktaları da bahsediyor. Sonra istikbale ba­kıyor.


”On dördüncü asr-ı Muhammedîde (a.s.m.) bin üç yüz kırk dokuz (1349) ve Rûmice bin üç yüz kırk yedi (1347)’de (M.1931) Arabî hurufunu terk edip, ecnebi ve acemi[21] hurufuna İslâmlar içinde başlana­cak. Hem umum, hem fakir ve zengin emir ve işçi, çoluk ve çocuk gece dersleri ile o hurufu cebren öğrenecekler.


Sonra diyor.


…“Kim inayet-i ilahiyeye mazhar ise Hz. Cebrail’in tabiri ile bu Sekine-i Kudsiye olan İsm‑i Âzamı Cenab-ı Hak ona hediye eder. Onunla o zama­nın şer ve fitnelerinden kurtarır.” Bu sözden dört sayfa evvel yine demiş:


“Kim saadete mazhar ise... said ise... şaki değilse... o İsm-i Âzam onun boynunda mübarek bir gerdanlık hükmünde bir nüsha olur.” Sonra diyor


“O bid’alar ve acemî ve ecnebi huru­funun intişarı zamanı olan o ahirzamanın fena adamları bir kısım ülemaü’s-su’dur ki;[22] hırs sebebiyle batınlarını[23] haramla doldurmak için bid’alara yardım ve fetva verenlerdir.” Sonra bir kısım ülemaü’s-su’u tokatlamak için de bi­risiyle konuşuyor. Der:


“Yâ o zamana yetişen ve âlimlerden olan insan! Cenab-ı Haktan o fitnenin şerrinden muhafaza için sana ders verdiğim İsm-i Âzam ile dua et.”


“Biz Al-i Beyt’ten[24] her kürbet ve şiddet zamanında birer Gavs çıkıp imdat ediyor.” Esedullahü’l-Galib Hz. Ali (r.a.), İbn-i Ebu Talib kera­mullahü vechehü ihbarat-ı gaybiyeye[25] ait şu kasidesi­nin bir kısmında Risale-i Nur şakirtlerine bilhassa baktığına müteaddit emareler var. O da Gavs-ı Geylanî gibi Risale-i Nur’un makbuliyetini imza ediyor ve al­kışlıyor.


Birinci emare: Latin hurufunun İslâmlar içinde cebren kabul ettirildiğini teessüfle bah­sedip ve ulemaü’s-su’u tokatladığı yerde birden­bire birisiyle irşadkârane konuşuyor ve diyor ki, “Sana verdiğim ders ile hıfz duasını et.”»


HAZRETİ ALİ’NİN (R.A.) FENA ULEMAYA HİDDETİ
«İkinci emare: Hz. Ali (r.a.) hırs ve tama’[26] yo­lunda bid’alara tâbi olan bir kısım ulemaü’s-su’u[27] tokatladığı vakit ulema içinde birisiyle mer­hametkârane konuşmaya başladı. Üstadımızı bilen­lere malumdur ki Ankara rüesası İstanbul’da onu İngilizlere karşı mücahedatını takdir ederek onu is­tediler. Ankara’ya gitti. Van’da Medresetü’z-Zehra namında kendi darü’l-funununa yüz elli bin bank­not, iki yüz meb’ustan yüz altmış üçünün imzasıyla i’tası[28] kararlaştırılan layiha-ı kanuniye[29] kabul edil­mekle beraber Şeyh Sinûsî makamında vilayat-ı Şarkiyeye vaiz-i umumiliği[30] ve hem Darü’l-Hikmetin azaları orada Diyanet Riyasetinin azaları olmakla, o da içinde bulunmakla beraber meb’us ol­mak ve daha ne isterse yapılacak diye teklif ettikleri halde sırf sünnet-i seniyeye muhalif hareket etmemek için o teklifleri kabul etmeyip on dokuz sene, belki yirmi iki sene işkenceli bir esareti kabul eden Üstadımıza elbette Hz. Ali’nin (r.a.) ulemaü’s-su’a hiddet[31] ettiği zaman ona karşı hususi iltifatı olacak ve o mânevî mecliste onu okşayacak.


BİR KISIM BİD’ATKÂR DİN ADAMLARI VE KUR’ANI KORUMAKLA VAZİFELİ NUR TALEBELERİ
Hz. Ali (r.a.) huruf-u ecnebiyi[32] İslâmlar içinde cebren kabul ettirmek hadisesi ile ule­maü’s-su’un bid’alara yardımlarından tees­süfle bahsedip bu iki hadise ortasında irşadkârane bazılarından bahsediyor ki, o Sekine olan İsm-i Âzamla ecnebi hurufuna karşı mukabele edi­yor. Hem ulemaü’s-su’a muhalefet ediyor. İşte bu zamanda o adamlar Risale-i Nur şakirtleri ve na­şirleri oldukları şüphesizdir. Çünkü onlardır ki hatt-ı Kur’ân’ı[33] muhafaza ediyorlar ve bid’akâr bir kısım ulemalara karşı da mukavemet edi­yorlar.»


«Beşinci emare: Ecnebi hurufatını ehl-i İslâmın en mühim hükümeti resmi bir surette kabul ve neşir ve cebrettiği halde Risale-i Nur şa­kirtleri bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’âniyeyi neşir ve tamim ve muhafazasına çalıştıkları bir zamanda Hz. Ali (r.a.) tarihiyle ondan haber vermekle gaybî kera­matı beyan ettiği yerde ulema içinde birisine iltifat gös­teriyor. Elbette bu iltifatın gerçi çok efradı olabilir. Fakat bu karine-i hal gösteriyor ki Risale-i Nur şakirt­leri bir hususiyet kesbetmiş ki Hz. Ali (r.a.) iltifatla Risale-i Nur’u alkışlıyor.»


«Elhasıl: Hz. Ali (r.a.) keremallahü vechehü ec­nebi hurufuna karşı şiddetli teessüf ve hiddet ettiği ve bid’aya taraftarlık eden bir kısım ulemaü’s-su’a karşı şiddetli nefret ve hiddet ettiği yerde irşadkârâne bazılarla konuşuyor.» (Osmanlıca 18. Lem’a’dan)


BATI DİLLERİNE GÖSTERİLEN İLGİ VE DİNÎ TABİRLER
«Kendine Müslüman diyen bir adam, dünyanın bir menfaati için bir günde elli kelime frengî lügatından taallüm ettiği[34] halde, elli senede ve hergünde elli defa tekrar ettiği Sübhanallah, Elhamdü lillâh ve Lâ ilâhe illâllah ve Allahu ekber gibi mukaddes kelimeleri öğrenmezse, elli defa hayvandan daha aşağı düşmez mi? Böyle hayvanlar için bu kelimât-ı mukaddese tercüme ve tahrif edilmez ve tehcir edilmezler.[35]» (Mektubat sh: 439)


MEZHEBSİZLİK TARAFTARLARININ İÇYÜZÜ
Âhirzaman fitnesinin mümessilleri, müslümanların değer verdiği şahsiyetleri gözden düşürmek ve bu vesileyle dine hücum yolu açmak isterler. Said Nursi Hazretleri bunlara şu cevabı verir:


«Sual: Sahâbelere karşı iddia-yı rüç­han[36] nereden çıkıyor? Kim çıkarıyor? Şu zamanda bu meseleyi medar-ı bahis[37] etmek nedendir? Hem müç­tehidîn-i izâma[38] karşı müsâvat[39] dâvâ etmek ne­den ileri geliyor?


Elcevap: Şu meseleyi söyleyen iki kısımdır.


Bir kısmı, sâfi ehl-i diyanet ve ehl-i ilimdir ki, bazı ehâdisi[40] görmüşler; şu zamanda ehl-i takvâ ve sa­lâhati[41] teşvik ve tergib için öyle mebhaslar açıyorlar. Bu kısma karşı sözümüz yok. Zaten onlar azdırlar; çabuk da intibaha[42] gelirler.


Diğer kısım ise, gayet müthiş, mağrur in­sanlardır ki, mezhepsizliklerini, müçtehidîn-i izâma[43] müsâvat dâvâsı altında neşretmek isti­yorlar ve dinsizliklerini, Sahâbeye karşı mü­sâvat dâvâsı altında icra etmek istiyorlar. Çünkü, evvelen, o ehl-i dalâlet, sefâhete girmiş, sefâ­hete tiryaki olmuş. Sefâhete mâni olan tekâlif-i şer’i­yeyi[44] yapamıyor. Kendine bir bahane bulmak için der ki:


“Şu mesâil, içtihadiyedirler.[45] O mesâilde mezhep­ler birbirine muhalif gidiyor. Hem onlar da bizim gibi insandırlar; hata edebilirler. Öyleyse biz de onlar gibi içtihad ederiz, istediğimiz gibi ibadetimizi yaparız. Onlara tâbi olmaya ne mecburiyetimiz var?”


İşte, bu bedbahtlar, bu desise-i şeytaniye[46] ile başlarını mezâhibin[47] zincirinden çıkarıyor­lar. Bunların şu dâvâları ne kadar çürük, ne kadar esassız olduğu Yirmi Yedinci Sözde kat’î bir surette gösterildiğinden, ona havale ederiz.


Saniyen: O kısım ehl-i dalâlet baktılar ki, müçte­hidînlerle iş bitmiyor. Onların omuzlarındaki, yalnız nazariyât-ı diniyedir.[48] Halbuki, bu kısım ehl‑i dalâlet, zaruriyât-ı diniyeyi terk ve tağyir etmek[49] istiyorlar. “Onlardan daha iyiyiz” deseler, meseleleri tamam ol­muyor. Çünkü, müçtehidîn, nazariyâta ve kat’î olmayan teferruâta karışabilirler. Halbuki, bu mezhepsiz ehl-i dalâlet, zaruriyât‑ı diniyede[50] dahi fikirlerini karıştırmak ve kabil-i tebdil olmayan[51] mesâili tebdil etmek ve kat’î erkân-ı İslâmiyeye karşı gelmek istediklerinden, el­bette, zaruriyât-ı diniyenin hameleleri[52] ve di­rekleri olan Sahâbelere ilişecekler.


Heyhat! Değil bunlar gibi insan suretindeki hayvanlar, belki hakikî insanlar ve hakikî insanların en kâmilleri olan evliyanın büyükleri, Sahâbenin küçüklerine karşı müsâvat dâvâsını kazana­madıkları, gayet kat’î bir surette Yirmi Yedinci Sözde ispat edilmiştir.» (Sözler sh: 495)


TÜRKÇE EZAN VE KAMET ZULMÜ
Bediüzzaman Hazretleri Barla Nahiyesinde gözaltında tutulduğu devrede (1926-1934) Türkçe ezan ve kamet okumadığından kendisine yapılan zu­lümlere karşı müdafaasında diyor ki:


«İSTİKBALDE GELECEK NEFRET VE TAHKİRDEN SAKINMAK İÇİN, ŞU MAHREM ZEYİL YAZILMIŞTIR. YANİ, “TUH O ASRIN GAYRETSİZ ADAMLARINA!” DENİLDİĞİ ZAMAN YÜZÜMÜZE TÜKÜRÜKLERİ GELMEMEK İÇİN VEYAHUT SİLMEK İÇİN YAZILMIŞTIR.


AVRUPA’NIN İNSANİYETPERVER MASKESİ ALTINDA VAHŞÎ REİSLERİNİN SAĞIR KULAKLARI ÇINLASIN! VE BU VİCDANSIZ GADDARLARI BİZE MUSALLAT EDEN O İNSAFSIZ ZALİMLERİN GÖRMEYEN GÖZLERİNE SOKULSUN! VE BU ASIRDA, YÜZ BİN CİHETTE “YAŞASIN CEHENNEM” DEDİRTEN MİM’SİZ MEDENİYETPERESTLERİN BAŞLARINA VURULMAK İÇİN YAZILMIŞ BİR ARZIHALDİR.


BU YAKINLARDA ehl-i ilhâdın[53] perde altında teca­vüzleri gayet çirkin bir suret aldığından, çok biçare ehl-i imana ettikleri zalimâne ve dinsizcesine teca­vüz nev’inden, bana, hususî ve gayr-ı resmî, kendim tamir ettiğim bir mâbedimde[54] hususî bir iki kardeşimle hususî ibadetimde, gizli ezan ve kametimize mü­dahale edildi. “Niçin Arapça kamet ediyorsunuz ve gizli ezan okuyorsunuz?” denildi. Sükûtta sabrım tükendi. Kabil-i hitap olmayan[55] öyle vicdansız alçaklara değil, belki milletin mukadderâtıyla keyfî istibdatla oynayan firavunmeşrep komi­tenin başlarına derim ki:


Ey ehl-i bid’a ve ilhad![56] Altı sualime cevap is­terim.


BİRİNCİSİ: Dünyada hükûmet süren, hükmeden her kavmin, hattâ insan eti yiyen yamyamların, hattâ vahşî, canavar bir çete reisinin bir usulü var, bir düs­turla hükmeder. Siz hangi usulle bu acip tecavüzü yapıyorsunuz? Kanununuzu ibraz ediniz. Yoksa bazı alçak memurların keyiflerini kanun mu kabul ediyorsunuz? Çünkü böyle hususî ibâdâtta kanun yapılmaz ve kanun olamaz.


İKİNCİSİ: Nev-i beşerde, hususan bu asr-ı hürriyette ve bilhassa medeniyet dairesinde, hemen umumiyetle hükümfermâ[57] hürriyet-i vicdan düsturunu kırmak ve istihfaf etmek[58] ve dolayısıyla nev-i beşeri istihkar etmek[59] ve itirazını hiçe saymak kadar cür’etinizle, hangi kuvvete dayanıyorsunuz? Hangi kuvvetiniz var ki, siz kendinize “lâdinî” ismi vermekle ne dine, ne dinsizliğe ilişmemeyi ilân ettiğiniz halde, dinsizliği mutaassıbâne[60] kendine bir din ittihaz etmek tarzında, dine ve ehl-i dine böyle tecavüz, elbette saklı kalmayacak, sizden sorulacak. Ne cevap verecek­siniz? Yirmi hükûmetin en küçüğünün itira­zına karşı dayanamadığınız halde, nasıl yirmi hükûmetin birden itirazını hiçe sayar gibi hürriyet-i vicdaniyeyi cebrî bir surette bozmaya çalışıyorsunuz?


ÜÇÜNCÜSÜ: Mezheb-i Hanefînin ulviyetine ve sâfiyetine münâfi bir surette, vicdanını dün­yaya satan bir kısım ulemâü’s-sû’un[61] yanlış fetvâlarıyla, benim gibi Şâfii’l-mezhep adamlara hangi usulle teklif ediyorsunuz? Bu meslekte milyon­lar etbâı bulunan Şâfiî mezhebini kaldırıp bütün Şâfiîleri Hanefîleştirdikten sonra, bana zulüm sure­tinde cebren teklif edilse, sizin gibi dinsizlerin bir usu­lüdür denilebilir. Yoksa keyfî bir alçaklıktır. Öylelerin keyfine tâbi değiliz ve tanımayız!» (Mektubat sh: 429)


DİNE ZARAR VEREN BAZI DİN KİTAPLARI VE HAKİKİ DİNDARLARIN VAZİFESİ
Herşeye bulaşan bu âhirzaman fitnesinde, Bediüzzaman Hazretleri bilhassa dine ait meselelerde irşad, ikaz ve tavsiyelerini devamlı surette yapmıştır. Bu tarz tehlikeler her devrede müslümanların karşısına çıkabileceği için bü­tün zamanlara şâmildir. İşte bu gelen mektubda da ikazını şöyle yapıyor:


«Hem şimdilik bazı ulemanın yeni eserle­rinde meslek ve meşrep ayrı ve bid'atlara[62] mü­sait gittiği için, Risaletü’n-Nur zendekaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid­'ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur’ânı[63] muhafaza etmek bir vazifesi iken, has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur’âniye’yi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur’âniyeye, ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri al­mışlar. Haberim olmadan, dağda, şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim, sonra ikaz ettim. Elhamdü lillâh ayıldılar. İnşaallah tamamen kurtuldular...


...Meselâ, hâdisât-ı zamaniye bahanesiyle Vehhâbîlik ve Melâmîliğin[64] bir nev’ine zemin ihzar etmek tarzında, bazı ruhsat-ı şer’iyeyi[65] perde ya­pıp eserler yazılmış. Risaletü’n-Nur, gerçi umuma teşmil[66] suretiyle değil, fakat herhalde hakikat-i İslâmiyenin[67] içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet[68] ve esas-ı takvâ[69] ve esas-ı azimet[70] ve esâsât-ı Sünnet‑i Seniye[71] gibi ince, fakat ehemmiyetli esas­ları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir. Sevk-i zaruretle,[72] hâdisâtın fetvalarıyla[73] onlar terk edilmez.» (Kastamonu Lâhikası sh: 77)


İSLÂMİYETSİZ İMAN OLUR MU?
Bu zamanımızın garipliklerinden biri de, kendisinin inançlı ve imanlı olduğunu söyleyen bazı kimseler, dinî hükümlerin kabulünde aynı inancı ve imanı gösteremiyorlar. Bediüzzaman Hazretleri böyle kimselerin durumunun ne olduğunu şöyle bildirir:


«Şimdi ise frenk usulünün ve medeniyet namı altında[74] bid'atkârâne ve şeriat-şikenâne cere­yanlara[75] taraftar olduğu halde, Allah’a, âhirete, Peygambere imanı da taşıyor ve kendini de mü’min biliyor. Madem hak ve hakikat olan şeriat-ı Ahmediyenin kavânînini iltizam etmiyor[76] ve hakikî tarafgirlik etmiyor, gayr-ı müslim bir mü­’min oluyor.


İmansız İslâmiyet sebeb-i necat[77] olmadığı gibi, bi­lerek İslâmiyetsiz iman dahi dayanamıyor, belki necat veremiyor, denilebilir.» (Barla Lâhikası sh: 349)


DİNÎ HÜKÜMLERLE OYNAYAN YANAR!
«Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: (Külli bid’atin dalaletün ve küllü dalaletin finnar) Yani, (Elyevme ekmeltü leküm dîneküm. Mâide Sûre­si, 5:3) sırrıyla, kavaid-i Şeriat-ı Garrâ[78] ve desâtir-i Sünnet-i Seniyye[79] tamam ve kemâ­lini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düstur­ları beğenmemek veyahut—hâşâ ve kellâ—nâ­kıs görmek hissini veren bid'aları icadetmek[80] dalâlettir, ateştir.


{SÜNNET}
Sünnet-i Seniyyenin merâtibi var. Bir kısmı vâ­ciptir, terk edilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâda[81] tafsi­lâtıyla beyan edilmiş. Onlar muhkemattır,[82] hiçbir ci­hette tebeddül etmez. Bir kısmı da nevâfil nev’inden­dir. Nevâfil kısmı da iki kısımdır:


{BİD’AT}
Bir kısmı, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımla­rıdır. Onlar dahi şeriat kitaplarında beyan edilmiş; on­ların tağyiri bid'attır. Diğer kısmı, “âdâb” tabir edili­yor ki, Siyer-i Seniyye[83] kitaplarında zikredilmiş. Onlara muhalefete bid'a denilmez; fakat âdâb-ı Nebevîye[84] bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakikî edepten istifade etmemektir. Bu kısım ise, örf ve âdât, muamelât-ı fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevatürle[85] malûm olan ha­rekâtına ittibâ etmektir. Meselâ, söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâ­lâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve mu­aşerete[86] taallûk eden çok sünnet-i seniyyeler var. Bu nevi sünnetlere “âdâb” tabir edilir. Fakat o âdâba ittibâ eden, âdâtını ibadete çevi­rir. O âdâbdan mühim bir feyiz alır. En küçük bir âdâbın mürââtı,[87] Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor[88], kalbe bir nur veriyor.


{ŞEAİR}
Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taallûk eden sünnetlerdir. Şeâir,[89] adeta hukuk-u umumiye nev’inden, cemiyete ait bir ubudiyet­tir. Birisinin yapmasıyla o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeâire riyâ giremez ve ilân edilir. Nafile nev­’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehem­miyetlidir.» (Lem’alar sh: 53)


MUBAREZE KANUNU VE TERAKKI
İslâmiyete karşı yapılan böyle şarlatanlık­lar ve efkâr-ı İslâmiyeyi şaşırtıcı konuşmalar, mübareze kanununu meydana getirir. Hazret-i Bediüzzamanın ifadesiyle :


«Bütün terakkiyât-ı insaniyeye medar[90] bir müca­hede kapısını açıp...» (Lem’alar sh: 80) hamiyeti-i İslâmiyeyi ve gayret-i diniyeyi hareketlendirir.


Nitekim Bediüzzaman Hazretleri Asr-ı Saadetin başına gelen İslâm aleyhindeki karı­şıklıkların hak ve batıl ehlini biribirinden ayırdığını ve ehl-i İslâmı uyandırdığını ve İslâmiyet lehinde neticeler verdiğini anlatırken diyor ki:


«“Mübarek İslâmiyet ve nuranî Asr‑ı Saadetin başına gelen o dehşetli, kanlı fitnenin hikmeti ve veçh-i rahmeti[91] nedir? Çünkü onlar kahra lâyık değildiler.”


Elcevap: Nasıl ki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her taife-i nebâtâtın,[92] tohumların, ağaçların is­tidatlarını tahrik eder, inkişaf ettirir; herbiri kendine mahsus çiçek açar, fıtrî birer vazife başına geçer. Öyle de, Sahabe ve Tâbiînin başına gelen fitne dahi, çe­kirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı istidatları tahrik edip kamçıladı. “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her taifeyi korkuttu, İslâmiyetin hıfzına koşturdu. Herbiri, kendi istidadına göre, câmia-i İslâmiyetin[93] kesretli ve muhtelif vazifelerinden bir vazifeyi omuzuna aldı, kemâl-i ciddiyetle çalıştı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı hakaik-ı îmâniyenin muhafazasına, bir kısmı Kur’ân’ın muhafazasına çalıştı, ve hâkezâ, her­bir taife bir hizmete girdi. Vezâif-i İslâmiyette hum­mâlı bir surette sa’y[94] ettiler. Muhtelif renklerde çok çi­çekler açıldı. Pek geniş olan âlem-i İslâmiyetin aktâ­rına,[95] o fırtına ile tohumlar atıldı, yarı yeri gülistana çevirdi. Fakat, maatteessüf, o güller ve gülistan içinde, ehl-i bid’a fırkalarının[96] dikenleri dahi çıktı.


Güya dest-i kudret, celâlle[97] o asrı çalkaladı, şiddetle tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektriklendirdi. O hareketten gelen bir kuvve-i anilmerkeziyye[98] ile, pek çok münevver müçtehid­leri[99] ve nuranî muhaddisleri,[100] kudsî hafızları, asfiyaları, aktabları[101] âlem-i İslâmın aktârına uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana getirip, Kur’ân’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.» (Mektubat sh: 100)


İşte bu izahın gösterdiği mânâ ve hikmetler asrımıza da büyük bir hisse ile bakan ve biz­leri ümidlendiren ve gayrete getiren küllî bir derstir.


DAVA ADAMI OLMAK
Hazret-i Bediüzzamanın fedakâr ve ya­nında yetiştirdiği bir talebesi olan merhum Zübeyir Gündüzalp, bu mübarezeler sahasında tam uyanıp tam gayrete geldiğini gösteren ta­vizsiz yazı ve müdafaalarının bir kısmında ay­nen şöyle diyor:


«İslâmiyet düşmanları, bir taraftan tamamıyla yalan propagandalarına ve taarruzlarına devam eder­ken, diğer taraftan da Nur talebelerinin Üstadları ve Risale-i Nur hakkında istidatları nisbetinde, istifade ve istifâzelerinden[102] doğan minnet ve şükranlarını ifade eden takdirkâr yazı ve sözlerden mürekkep, bir nevi müdafaalarını perdeler arkasından men etmeye çalı­şıyorlar. Bunun için, sâfdil gördükleri dostların dostlarına veya dostlara samimî görünerek “İfrata gidiyorsunuz” gibi, bir takım şeyler söylettiri­yorlar. İşte, böyle sinsi, böyle dessas, böyle entrikalı, çe­şitli iftiralarla bizi korkutmaya, yıldırmaya ve sus­turmaya çalışıyorlar.


Evet, acaba hiç akıl kârı mıdır ki, din düşman­ları, iftira ve yalanlardan ibaret yaygaralarını yapsınlar da, bizler hakikatı izhar tarzıyla müdâfaa etmekte susalım? Acaba hiç mümkün müdür ki, İslâmiyet düşmanlığıyla, Üstad Bediüzzaman hakkında zâlimâne ve cebbarâne hak­sızlıkları irtikâb eden, o insafsız propagandacılar, ya­lanlarını savururken, biz, Üstad ve Risale-i Nur’un hakkaniyetini ilân ederek o acip yalanlarını akîm bı­rakmaya çalışmayalım? Acaba eblehlik ve sâf-derun­luk[103] olmaz mı ki; Kur’ân ve imânın hunhar ve müste­bid zâlim düşmanları, Kur’ân ve İslâmiyeti ve dini, Risale-i Nur’la küfr-ü mutlaka karşı müdafaa ve mu­hafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlığında, mütemadiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz hak ve hakikatı beyan ve ilân etmekte sükût edelim, susalım veya “biraz susun” gibi bir­şeyle, paravanalar, perdeler arkasında icra-i faaliyet yapan o gizli dinsizlere bir nevi yardım etmiş veya desteklemiş olalım? Asla ve kellâ, kat’a ve asla susmayacağız! Ve hem susturamaya­caklardır. Durmayacağız ve hem durdurama­yacaklardır. Bu can, bu kafesten çıkıncaya ka­dar, bu ruh, bu cesetten ayrılıncaya kadar, bu nefes, bu bedenden gidinceye kadar, Risale-i Nur’u okuyacağız, neşredeceğiz.» (Sözler sh: 768)


İşte bu müdafaada susmak ve hakkı neşre­dip izhar etmemek, muhalif tarafa yardım hükmüne geçtiği ifade ediliyor. O halde hakkı bilenler susmayacak, yeteri kadar bilmeyenler de ehl-i ilme yardım edecektir.


«Şu mealde bir hadis-i şerif var ki: “Hakiki âlimler, zâlim hükümdarlara karşı hak ve hakikatı pervasızca söyleyen âlimlerdir.” » (Sözler sh: 756) {Ebu Davud Melahim 17, ibn-i Mâce, hadis no: 4011, 4012}


Hem böyle ehl-i bid’anın yaydığı maksadlı yaygaralar, çoklarında merak uyandırıp haki­katı öğrenme hareketini doğuruyor. Bunlara karşı ehl-i hakkın ortaya koyduğu ve neşrettiği Kur’ân hakikatlarına rağbet ve alâka artarak doğruyu öğrenme hareketi de artıyor.


MAHKEMELERE VERİLMENİN HİKMETLERİ
Ezcümle Bediüzzaman Hazretleri mahke­menin uzatılmasındaki bir hikmeti şöyle açık­lar:


«Meselemizi uzatmada, Nurlara nazar-ı dik­kati geniş bir dairede celb etmesinden, onları okumasına bir umumî dâvet ve resmî bir ilâ­nat hükmünde, işiten müştakların okumak heveslerini tahrik ettiğinden, sıkıntımızdan, za­rardan yüz derece ziyade bize ve ehl-i imana menfaat­lere vesiledir. Zaten bu zamanda, en geniş daire-i ze­minde, en dehşetli ve küllî bir hücumda tecavüz eden dalâlet ordularına karşı böyle kudsî bir ders, bu suretle atom bombası gibi inşaallah tesirini göstermeye bir işarettir.» (Şualar sh: 517)


BASKILAR GAYRETİ ARTTIRIYOR
«Cenâb-ı Erhamürrâhimîne yüz binler şükredi­yorum ve tahdis-i nimet suretinde derim ki:


Bütün onların bu tazyikat ve istibdatları,[104] envâr‑ı Kur’âniyeyi ışıklandıran gayret ve himmet ateşine odun parçaları hükmüne geçi­yor, iş’âl ediyor,[105] parlatıyor. Ve o tazyikleri gören ve gayretin hararetiyle inbisat[106] eden o envâr-ı Kur’âniye, Barla yerine bu vilâyeti, belki ekser memle­keti bir medrese[107] hükmüne getirdi.» (Mektubat sh: 363)


İşte hikmet-i İlâhiye nazariyle bakılınca böyle mübarezelerde güzel neticeler oluyor. İstidadlar inkişaf ediyor, mücahidler yetişiyor. Allahın cemal ve celal sıfatlarının lütuf ve kahr ile tecelli edeceği ehl-i hak ve ehl-i bid’a sınıfları, imtihanda tefrik olunuyor. Yeter ki ehl-i İslâm, zâhiren üzücü hadiselerin hikmet-i İlâhiye nazariyle iç yüzünü görsün ve hâmiyet-i diniyesi canlansın ümidsizliğe düşmesin.






--------------------------------------------------------------------------------


[1] Kitab ve Sünnetten (Kur’an ve Hadîs) dini hükümleri çıkarma selahiyetini kazanmış olan âlim kimse


[2] şeriat hükümlerinin koyucusu olamaz. (Yani âlim kimsenin ortaya koyduğu hüküm, müslüman çoğunluğun tasdikini kazanmadığı müddetçe, şeriat hükümleri gibi ümmeti bağlamaz)


[3] kanun koyamaz


[4] şeriatca ve dince makbul


[5] şeriat hükümlerinin koyucusu olamaz






[6] dine aykırıdır


[7] müslüman çoğunluğun


[8] dine aykırı ve sonradan çıkarılmış, dinin aslında olmayan şeyleri


[9] sapkınlık


[10] sapkınlık davetçisi


[11] şiddetli azarlamak


* Bu risalenin telifinden on iki sene evvel. (1944 yılından on iki sene evvel)


[12] dinsizlikte ısrarcı ve tavizsiz


[13] düşmanları susturan isbatlayıcı delilleri


[14] çok ince ve derin manaları ifade edebilen dilbilgisi kurallarına dayanan Arab lisanı


[15] üstün özellikleri ve ince ve derin manalarını


[16] Risale-i Nur Külliyatından Şualar adlı eserin 11. Şua’nın10. Meselesi


[17] hadîslerde haber verilen ve dünya menfaatlerine dinini satan ve şer cereyanlarına taraftarlık gösteren âlimler


[18] İslâm alâmeti olan dinin açık ve kesin hükümlerine


[19] geçici bir etkilenme


[20] Hz. Ali’nin (R.A.) kerameti


[21] yabancı ve latin


[22] hadîslerde haber verilen ve dünya menfaatlerine dinini satan âlimler


[23] karınlarını, yani midelerini


[24] Peygamberimizin (A.S.M.) neslinden


[25] gelecekteki hâdiselerden ve gizli meselelerden haber vermeye


[26] dünyevî menfaatlere şiddetli istek


[27] dünya menfaati için dinden taviz veren ve münafık cereyana taraftarlık gösteren âlimler


[28] verilmesi


[29] kanun tasarısı


[30] din dersi vermede genel yetki sahibliği


[31] dünya menfaati için dinden taviz veren âlimlere şiddetli kızıp azarladığı


[32] Avrupalıların latince yazısını


[33] Kur’an yazısını


[34] yabancı dili sözlüklere bakarak öğrendiği


[35] İslâmiyetten ayrılamazlar


[36] üstünlük iddiası


[37] tartışma sebebi


[38] İmam-ı Azam gibi büyük müctehidlere


[39] eşit derecede olduğunu


[40] hadîsleri


[41] gerçek dindarları


[42] uyanıklığa


[43] İmam-ı Azam gibi büyük müctehidlere


[44] şeriatın, yani dinin emir ve yasaklarını


[45] ‘Kur’an ve Hadîslerin kesin hükümleri değil, o iki kaynaktan çıkarılan hükümlerdir’


[46] şeytan ve münafık dinsiz insanların, gizli ve aldatıcı plânları


[47] hak mezheblerin


[48] dine ait görüş ve kanaatlerdir


[49] aslından değiştirip bozmak


[50] değiştirilmesi imkansız olan dinî esaslarda


[51] değiştirilmesi mümkün olmayan


[52] kabul edilmemesi halinde insanı dinden çıkaran zarurî esasların taşıyıcı ve koruyucuları


[53] din düşmanlığı yapan dinsizlerin


[54] ibadetimi yaptığım yer olan Cami’mde


[55] kendileriyle konuşmaya layık olmayan, muhatap almaya değmeyen


[56] bid’alar yoluyla dini bozmaya çalışan dinsizler


[57] genellikle geçerli olan


[58] alay edercesine hafife almak


[59] aşağılamak


[60] körükörüne şiddetli bağlanarak


[61] kötü âlimlerin


[62] dine zarar veren ve sonradan çıkarılan adetlere


[63] elifba’yı ve Kur’an yazısını


[64] bazı temel anlayışlarda dine aykırı düşerek dört hak mezhebin dışında kalan vehhabiliğin ve başlangıcı iyi olup sonradan dinden çok taviz veren bir tarikatın melamiliğin


[65] şeriatın bazı hükümlerinde kolaylık gösterme kaidesini


[66] bütün müslümanları içine almak


[67] islamın gerçek yaşayışının, hakiki müslümanlığın


[68] manevi ve ilmi olgunlaşma yolunda yürüme esası (prensibi)


[69] günahlardan kaçma esası (prensibi)


[70] dinin üstün derecesini yaşama esası


[71] Peygamberimizin ortaya koyduğu değişmez esaslar (prensipler)


[72] bazı baskılar ve zorlamalar sebebiyle


[73] artık herkes böyle yapıyor diyerek


[74] medenî ve asrî yaşayış adını vererek


[75] dini bozmaya çalışan münafıkane hareketlere


[76] dinin varlığını gerrekli görüp tarafgirlik yapmıyor


[77] kurtuluş sebebi


[78] manevî parlaklığa sahip olan şeri’atın temel kaideleri


[79] peygamberimizin (asm.) yüce ve şerefli sünnetinin değişmez prensipleri


[80] dine zarar veren uydurma adetleri getirmek


[81]manevî parlaklığa sahip olan şeri’atın temel kitaplarında


[82] ayet ve hadislerle apaçık ortaya konulan esaslardır


[83] Peygamberimizin (asm.) tarihçe-i hayatı


[84] Peygamberimiz (asm.) getirdiği terbiye kaidelerine


[85] söz sahibi din büyüklerinin sağlam haberleriyle


[86] toplum hayatındaki yaşayış kaidelerine


[87] kabul edilip yaşanması


[88] hatırlatıyor


[89] toplumda yaşanan İslâm adetleri


[90] insanların yüksek özellikler kazanıp olgunlaşmasına sebep


[91] Allahın müslümanları acıyıp iyilik etmesi yönü


[92] bitki çeşitlerinin


[93]İslam toplumunun


[94] hararetli bir şekilde çalıştılar


[95] İslâm dünyasının her tarafına


[96] dine aykırı anlayış ve adetleri çıkaran grupların


[97] Allah’ın kudreti hiddetle


[98] merkezkaç kuvvet , dış tarafa itici kuvvet


[99] İmam-ı A’zam gibi din büyüklerini


[100] hadis bilginlerini


[101] İslam’ın bilgi ve manevi duygular sahasında üstün derecelere çıkmış din büyükleri


[102] manevi faydalanmalarından


[103] ahmaklık ve çabuk aldanır olmak basitliği


[104] yapılan zorbalık ve baskıları


[105] alevlendiriyor


[106] kuvvetli çalışmayla ısınan ve genişleyen


[107] memleketin çok yerlerini din eğitimi veren yer

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...