7/23/2010

Mevlana Hâlid-i Bağdâdi

Mevlana Hâlid-i Bağdâdi

Mevlâna Halid-i Bağdadi hazretleri, Irak ve Şam'da yetişmiş büyük velilerdendir. Silsile-i aliyye adı verilen âlimler ve veliler zincirinin 29.sudur. Asrının müceddidi idi.. Babası Hz. Osman'ın, annesi ise Hz. Ali'nin soyundandır. Kabri Şam'ın kuzeyinde, Kâsiyun Dağı eteğindeki kabristanda bulunan türbesindedir.
Zekâsı keskin, hâfızası kuvvetli, irâdesi sağlam ve çok çalışkan idi. Devrin meşhur pek çok âlimlerinden ilim öğrenip, icâzet aldı. Öğrendiği bütün ilimlerde din ve fen adamlarına hocalık yapacak derecede üstün bir bilgiye sâhip oldu. Din ve fen ilimlerindeki üstünlüğü ve geniş bilgisi sebebiyle zamânının bütün âlimleri ve velilerinin takdirlerini kazandı. Hangi ilimden ve hangi fenden ne sorulursa sorulsun derhal cevâbını verirdi. Zekâsı ve bilgisi karşısında akıllar hayrete düşerdi. 21 yaşındayken, ulemâya üstâd olup, 7 yıl ders okuttu. Âlimler arasında sözü senet idi.
Hicaz'a gidip Medine’ye kavuşunca Peygamber efendimize olan aşkını Farsça olarak dile getiren Kaside-i Muhammediyye'yi yazdı. Medine’de Yemenli fazilet sâhibi bir zâta rastladı. Ondan nasihat istedi. O zât dedi ki: "Ey Hâlid  Mekke’ye gidince edebe uymayan bir şey görürsen hemen reddetme."  O da Mekke’de bir Cumâ günü Kâbe-i şerife karşı Delâil-i Hayrât'ı okurken birinin, Kâbe'ye sırt çevirip kendine baktığını gördü. "Şuna bak Kâbe'ye arkasını çevirmiş, edebi gözetmiyor!" diye düşünürken, o kimse; "Mümine hürmet, Kâbe'ye hürmetten öncedir. Bunun için yüzümü sana çevirdim. Sana verilen nasihatı ne tez unuttun” dedi. Ondan özür dileyip; "Beni talebeliğe kabul et." diye yalvardı. O da; "Sen burada olgunlaşamazsın, senin işin Hindistan’da tamam olur." dedi. Bu zatın hocası Abdullah-ı Dehlevi olduğu rivayet edilmektedir.
Bir gün Hindistan'dan Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin talebelerinden Mirzâ Abdürrahim çıkageldi. Hocasının "Mevlânâ Hâlid'e selâmımızı söyle bu tarafa gelsin!" buyurduğunu bildirdi. İkisi beraberce Hindistan’a gittiler. Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin bulunduğu şehre gelmenin sevinci ile, yanında bulunan eşyaların hepsini, fakirlere dağıttı. Hindistan'ın en büyük velisi ve büyük İslâm âlimi, Şâh Abdullah-ı Dehlevi'nin huzuruna kavuştu.
Abdullah-ı Dehlevi, ona nefsinin terbiyesi için dergâhı temizleme vazifesini verdi. O, âlim bir zat olmasına rağmen, hiç itirâz etmedi. Bir müddet bu vazifeye devam ederken, hocası ile karşılaştı. Onun omuzları üzerinden Arş'a doğru muazzam bir nurun yükseldiğini ve meleklerin ona hayranlıkla baktıklarına şâhit oldu. Hocası, onun tasavvufta pek yüksek derecelere eriştiğini görünce, devamlı yanında bulunmasını emretti. Abdullah-ı Dehlevi'nin kalbindeki bütün esrâr ve mânevi üstünlüklere kavuştu.
Abdullah-ı Dehlevi hazretleri; "Ey Hâlid, şimdi memleketine ve Bağdât'a git! Oradaki insanları Allahü teâlâya kavuştur." buyurdu. O da gidip irşada başladı. Bağdât Vâlisi Said Paşa, ziyâretine geldi. Birçok âlimin sessiz, başları önüne eğik, hizmetçi gibi edeple huzurunda oturmuş olduklarını gördü. Onun heybetini görünce, diz çöküp titremeye başladı. Celâl hâli gidince, Said Paşanın titremesi de geçti. Daha sonra vali, talebeliğe kabul edildi.
Ulemadan Şeyh Ali Süveydi, hadis âlimi idi. Hadis-i şerif senetlerinde kuvvetli bilgisi vardı. İmtihân maksadıyla, Mevlânâ Hâlid hazretlerine geldi. Kütüb-i Sitte'de yazılı hadislerden üç hadisi senetlerini yanlış olarak, imtihan yollu okudu. O da, bu hadislerin asıl senetlerini sahih olarak okuyunca, hemen ellerine kapanıp, kalbine gelen imtihan düşüncesinden tövbe ederek af diledi. Her yerde; "Mevlânâ Halid zâhir ve bâtın ilimlerinde sonsuz bir deniz, biz ise bir damlayız." derdi.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi hazretlerinin pek çok kerametleri görülmüştür.
Bağdat'tayken Hâcı Mahmud Efendi isminde, zengin, bir talebesi vardı. Bu zât, çok borçlanmıştı. Bir gün "Efendim, borcumun çokluğundan dışarı çıkmaya yüzüm kalmadı." deyince, buyurdu ki:
"Bir ay sabret."
O, bunun üzerine; "Aman efendim, bir ay sabredecek tâkatim kalmadı." diyerek iki defâ tekrarladı. "Öyle ise, kaldır şu hasırı istediğin kadar al." buyurdu.
Mahmud Efendi de hasırı kaldırdı ve altında bir altın gördü. Altını aldı, başka bir altın gördü ve böylece her aldığı altının yerinde yeni bir altın gördü. Borcunu tamamlanıncaya kadar bu işe devâm etti.
Süleymâniye'nin meşhur âlimlerinden bâzısı, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi hazretlerini, akli ve nakli ilimlerin en zor ve ince meseleleri ile imtihan ettiler. Çâresiz kalıp, Irak'ın her bakımdan en büyük âlimi olan ve hüccet-ül-İslâm denilen Şeyh Yahyâ Mazuri İmâdi'ye mektup yazıp; "Süleymâniye âlimleri tarafından, din ve dünyâ ilimlerinin allâmesi, müslümanların hücceti, efendimiz, üstâdımız Yahyâ Mazuri İmâdi hazretlerine arz olunur ki, şehrimizde, Hâlid isminde bir zât zuhur eyledi. Hindistan'a gidip geldikten sonra, vilâyet-i kübrâ ve insanları irşâd dâvâsında bulunuyor. Bu zât, din ilimlerini tahsil ettikten sonra, terk eyledi. Yanlış yollara saptı. Bizler onu ilimde yenemedik. Büyüğümüz sizsiniz! Bu tarafa gelip, yanlışlığını ve zararlarını def edip, onu yenmeniz, üzerinize vâcibdir. Gelmeyecek olursanız, bu fikirleri bütün insanlara ve diğer şehirlere yayılacaktır." dediler.
Bu mektup, Şeyh Yahyâ'nın eline geçince, bâzı talebeleri ile birlikte, Süleymâniye yolunu tuttu. Şehre yaklaşınca, bütün âlimler, karşılamaya çıkıp, herbiri kendi evine dâvet ettiyse de, kabul etmedi ve; "Bu saatte o zâtla görüşmem lâzımdır." diyerek, Hâlid-i Bağdâdi hazretlerinin evine gitti.
Şeyh eve girince, onu kapıda karşıladı ve yanıbaşına oturttu. Şeyh Yahyâ'nın kalbinde, bir takım ince ve zor meseleler vardı. Bunları sorup imtihan edecekti. Hâlid-i Bağdâdi hazretleri, Şeyh'e hitâben; "Din ilimlerinde çok müşkül meseleler vardır. İşte biri şudur ve cevâbı budur; diğeri şudur, cevâbı budur." buyurup, Şeyh'in kalbindeki bütün suâlleri ve cevaplarını söyledi.  Şeyh Yahyâ meseleyi anladı. Tövbe edip talebelerinden oldu.
Talebelerinden İbni Âbidin hazretleri; "Dün gece rüyâmda Hz.Osman'ın vefât etmiş olduğunu gördüm. Çok büyük bir kalabalık oldu. Cenâze namazını ben kıldırdım." diyerek rüyâsını anlatınca, Mevlânâ Hâlid hazretleri; "Yakında vefât ederim. Sen de kalabalık bir cemâat ile cenâze namazımı kıldırırsın, çünkü ben, Hz.Osman'ın soyundanım." buyurdu. İbni Âbidin bunu duyunca çok üzüldü. Çok geçmedi vefat etti. Cenâze namazını, Hanefi mezhebinde büyük fıkıh âlimi Seyyid İbni Âbidin hazretleri kıldırdı.
Talebelerinden ve halifelerinden olan Seyyid Tâhâ-yı Hakkâri hazretlerini çok sever ve ona çok dua ederdi. Buyururdu ki: Nefs-i emmâreden kurtulmanın alâmeti, insanların övmesi ile ayıplamasını, eşit görmektir. İnsanların rağbetine sevmek, önem vermemelerine üzülmek, basitlik ve akılsızlıktır.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...