Cafer-i Sadık
Câfer-i Sâdık hazretleri, Ehl-i beytten olup, on iki imâmın altıncısı, insanları Hakka davet eden; doğru yolu göstererek, saadete kavuşturan ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen büyük âlim ve velilerin dördüncüsüdür. Babası Muhammed Bâkır, dedesinin dedesi Hz. Ali’dir. Oğlu Musa Kâzım, on iki imamın yedincisidir.
İlim ve fazilette zamanının bir tanesi oldu. Din bilgilerinde olduğu gibi, zamanının bütün fen ilimlerinde de söz sahibiydi. Yetiştirdiği talebeler, cebir ve kimya ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlar, bu ilimlerin temel sistematiğini kurmuşlardır. Fizik ve kimya ilimlerinin konusunu teşkil eden madde ve onlar üzerindeki bilgisi pek çoktu. Kimyanın babası sayılan Cabir de, Câfer-i Sâ
dık'ın talebesidir.İmâm-ı Câfer'in en meşhur talebesi, olan İmâm-ı a'zâm, Câfer-i Sâdık'ın sohbetlerine iki sene devâm ederek, o gizli ve açık mârifet kaynağından ilim ve evliyalık yolunda çok faydalandı. İmâm-ı a'zam, onun huzurunda kavuştuğu yüksek mertebeleri anlatmak için; "O iki sene olmasaydı, Numan helâk olmuştu." buyurmuştur.
Hakiki islam âlimleri, dinimizi, hiç değiştirmeden bugüne kadar ulaştırmıştır. Bu âlimlerden iman bilgilerini anlatanlara “Mütekellimin", ibadetlerin nasıl olacağını bildirenlere, "Fukaha", kalb ile yapılacak ve sakınılacak şeyleri öğreten ilme "Tasavvuf" ve bu ilmin âlimlerine de "Mutasavvifin" denildi. İşte İmâm-ı Câfer hazretleri, bu üçüncü ilmi anlattı.
Zamanın hükümdarı bir gece vezirine dedi ki: "Hemen git, İmâm-ı Câfer'i buraya getir, öldürmek istiyorum."Vezir, hükümdârı bundan vazgeçirmek için çok çalıştı ise de iknâ edemedi. Mecburen çağırmaya gitti. Hükümdar da cellatlara emir verdi. "İmâm-ı Câfer içeri girince, ben başımdan külahımı çıkarınca hemen başını vurun!" dedi. Bir müddet sonra, İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleri içeri girdi. Hükümdar bunu görünce, derhal ayağa kalktı. Büyük bir tevazu ile onu karşıladı. Koltuğuna oturttu, edeple karşısına diz çöküp oturdu. Cellatlar şaşırıp kaldı. Hükümdar, Hz. imama ,"Efendim, benden isteğiniz olursa emredin, hemen yapayım." dedi. Hükümdara "O halde lütfen beni bir daha çağırıp da ibadetten alıkoyma." buyurup, gitmek üzere ayağa kalktı. Hükümdar, izzet ve ikramla onu uğurladı. Gittikten sonra vücudunda bir titreme oldu, bayılıp düştü. Kendine gelince, veziri sordu: "Bu ne hâl?" Hükümdar; "O içeri girince, yanında bir aslan gördüm. Sanki bana "Onu incitirsen seni parçalarım." diyordu. Ne yapacağımı şaşırdım." dedi.
Buyurdu ki:
“Şunlarla beraber bulunmaktan sakın:
1- Yalancıdan.
2- Cimriden.
3- Ahmaktan. Çünkü en çok işine yarayacağı zaman, seni bırakır.
4- Fâsıktan yani günah işlemekten utanmayandan!“
"Bir hata işlediğiniz zaman istiğfar edin, hatada ısrar helâk olmaya sebeptir. Bir kimse geçim darlığı çekiyorsa istiğfara devam etsin." "Mihnete şükretmeyen, nimete şükretmez."
"Sadaka vererek rızkınızı çoğaltınız. Zekât vererek mallarınızı koruyunuz. Tasarrufa riayet eden sıkıntı çekmez. Tedbirli, düzenli yaşamak, geçimin yarısıdır. İnsanlarla iyi geçinmek, aklın yarısıdır. Musibet zamanında dizini döven, sevabından mahrum olur. “
"Şu dört şeyin azı da çoktur: Ateş, düşman, fakirlik, hastalık."
"Şu üç şey Müslümana şeref verir: Kendisine zulmedeni affetmek, bir şey vermeyene iyilikte bulunmak ve kendisini aramayanı, arayıp sormak."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder