4/13/2010

LÜGAT-S - Ş

S

sâ: 3120 gram ağırlık.

saâdât: saadetler, mutluluklar.

saâdet: mutluluk.

saâdetâver: mutluluk verici.

saâdetfeşân: mutluluk saçan.

saâdetgâh: mutluluk yeri.

saâdetkârâne: mutlu olarak.

saâdetresân: mutluluğa götüren.

saat: saat, zaman, devir, kıyamet.

sâb: zor, güç.

sabâ: hoş bir rüzgâr.

sabâhat: yüz güzelliği.

sabâvet: çocukluk.

sâbık: önceki, geçen, geçmiş.

sâbıka: önceden işlenmiş suç.

sâbıkan: önceden.

sabırsûz: sabrı yıkan, taşıran.

sabırşiken: sabrı kıran ve bozan.

sabî: bebek, küçük çocuk.

sâbian: yedincisi.

sâbiha: yüzen.

Sâbiî: yıldıza tapan.

Sâbiîyyûn: yıldıza tapanlar.

sâbir: sabreden.

sâbit: durgun, duran, kesinleşmiş.

sâbitiyet: sabitlik.

sabiyy: sabi, bebek, küçük çocuk.

sabr: sabır, acıya katlanma.

sabrıcemîl: güzel bir sabır.

sabûr: çok sabırlı.

sabûrâne: sabırlı olarak.

sâcid: secde eden.

sad: yüz sayısı.

sadâ: ses, seda.

sadaka: Allah için yapılan yardım.

sadâkat: bağlılık, dostluk, doğruluk.

sadâkatkârâne: sadakat edercesine, bağlılığını gösterircesine.

sadâkatmedâr: sadakat vesilesi, bağlılık sebebi.

sadakte: doğru söyledin.

sadâret: başbakanlık.

sâdât: seyyidler, Peygamberimizin neslinden olanlar.

saddaknâ: tasdik ettik, onayladık.

sâde: yalın, süssüz, katkısız.

saded: konu, maksat.

sâdedil: kolay aldanan.

sadef: kap, kabuk.

sademât: vuruşlar.

sâdık: doğru, samimi, bağlı.

sâdıkane: doğruluk üzerine, samimiyetle, bağlılığını gösterircesine.

sâdıkıyet: doğruluk, bağlılık.

sâdır: çıkan.

Sâdî: Gülistan isimli ünlü eserin de yazarı olan hakîm bir zat.

sadîk: çok sadık.

sâdisen: altıncısı.

sadme: vuruş.

sadr: göğüs, yürek, ön, baş, ileri.

sadûk: çok sadık, gayet bağlı.

sâf: katkısız, duru, temiz, bön.

safâ: gönül şenliği, ferahlık.

safahât: safhalar, devreler.

safbeste: saf bağlamış, saf tutmuş.

sâfderun: kolay aldanan.

sâfdil: gönlü saf, kalbi temiz.

sâfdilâne: kalbi saf biri gibi, safça.

Safevîler: iranda kurulmuş eski bir devlet.

saff: sıra, dizi.

safh: bağışlama.

safha: devre, dönem.

sâfî: temiz, katışıksız, duru.

sâfil: aşağı.

sâfilîn: aşağılar.

sâfiyâne: saf hâlde, safça.

sâfiyât: saflık, temizlik.

sâfiye: saf, arı, temiz.

sâfiyet: saflık, temizlik.

safsata: uydurma, aldatıcı mantık oyunu.

safsatiyât: safsatalar, uydurmalar.

safvet: saflık, duruluk, temizlik.

sağir: küçük, ufak.

sâha: alan, meydan.

sahâbe: sahipler, Peygamberimizin arkadaşları.

sahâbet: sahip olma, sahiplik.

sahâbetkârâne: sahip çıkarcasına, korurcasına.

sahâbî: Peygamberimizi görerek îman eden hayırlı kimseler.

sahâif: sayfalar.

sahâvet: cömertlik.

sahî: cömert.

sâhib: sahip, koruyucu, sohbet arkadaşı.

sahife: sayfa.

sahih: doğru, sağlam, kesin hadîs.

sâhil: kıyı.

sâhir: büyücü.

sahn: sıcaklık, boşluk.

sahne: oyun yeri.

sahrâ: kır, ova, çöl.

sahrânişin: çölde oturan, bedevi.

Sahret: tarihi bir kaya.

sahte: düzme, yapmacık.

sahtekâr: sahteci, aldatıcı.

sahtiyân: cilâlı deri.

sahûr: oruçta gece yemeği.

sahv: sahve, ayılma.

Saîd Nursî: zamanımızın en büyük âlim ve mütefekkiri, asrın müceddidi, Nur Risalelerinin yazarı.

saîd: saadetli.

sâik: sevkeden, götüren.

sâika: sevkedip götüren bir his.

sâika: yıldırım.

sâikavârî: yıldırım gibi.

sâil: soran, isteyen, dilenen, dilenci.

sâim: oruçlu.

sâir: diğer, başka.

sakam: hastalık, bozukluk.

sakamet: bozukluk, hastalık.

sakar: cehennem.

sakf: dam, çatı, tavan.

sâkıb: parlak.

sâkıt: düşen, düşük.

sâkî: sucu, su veren.

sakîl: ağır, can sıkıcı, çirkin.

sakîle: ağır olan.

sâkim: hasta, sakat.

sâkin: hareketsiz.

sâkit: suskun.

sâkitâne: susarak, sessizce.

sako: ceket, üste giyilen elbise.

sâl: yıl, sene.

salâ: minarede okunan dua.

salâbet: katılık, sağlamlık, merdane tavır.

salâh: iyilik, rahatlık.

salâhat: günahsızlık ve temizlik, dindarlık.

salâhiyet: yetki.

salâhiyetdâr: yetkili.

salât: namaz.

salâtüselâm: dua ve selâm, salâvat getirme.

salâvât: Peygamberimiz için edilen dualar.

salhâne: mezbaha.

salîb: haç.

sâlibe: negatif, olumsuz.

salif: geçen, geçmiş.

sâlih: dindar, uygun, iyi hâlli.

sâliha: iyi hâl üzere olan dindar hanım.

sâlihât: iyilikler, dine uygun ameller.

sâlik: giden, yürüyen.

sâlim: sağlam, eksiksiz, korkusuz.

sâlimen: sağlam ve eksiksiz bir hâlde.

sâlise: üçüncü.

sâlisen: üçüncüsü.

sallallahüaleyhivesellem: Allah ona salât ve selâm eylesin.

saltanat: idarî kuvvet ve kudret, hâkimiyet, sultanlık, padişahlık.

salvele: Peygamberimize okunan salavat ve sair dualar.

sâmân: servet, zenginlik.

Samanyolu: uzaktan parlak bir yol gibi görünen yıldızlar kümesi.

Samed: Allahın, "herşey kendisine muhtaç olduğu hâlde kendisi hiçbir şeye muhtaç değil," mânâsındaki ismi.

Samedanî: Samed olan Allah ile ilgili, ilâhî.

Samedanîyet: Samedanîlik.

Samediyet: Allahın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmaması ve bütün varlıkların kendisine muhtaç olması hakikatı.

sâmî: dinleyici.

sâmiâ: işitme duyusu.

samie: yüksek, yüce.

samim: iç, asıl, öz.

samimane: samimi bir hâlle.

samimî: candan, içten.

samimiyet: içtenlik.

sâminen: sekizincisi.

sâmite: suskun.

sân: "benzer, andırır" mânâsında son ek.

sanât: ustalık, hüner.

sanâten: sanatça.

sanâtkâr: sanatçı.

sanâtkârâne: sanatlıca.

sanâtperver: sanatsever.

sanâtperverâne: sanatseverce.

sanâtüttedelli: muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.

sanavber: kozalak, koni şeklinde.

sanâvî: sanatlı.

sanâyî: sanatlar.

sandukça: küçük sandık, kutu.

sanem: put, heykel.

sanemmisal: put gibi.

sanemperest: puta tapan.

sanevberî: koni biçiminde olan.

sanevî: ikinci derecede.

Sâni: herşeyi sanatlı yaratan Allah.

sani: ikinci.

saniiyet: sanilik, sanatlı yapıcılık.

saniye: ikinci.

saniyen: ikincisi.

sansür: yayınların denetlenmesi.

santrifüj: merkezkaç kuvveti.

sarâ: bir çeşit asabi hastalık.

sarahat: açıklık.

sarahaten: açıkça.

saray: büyük ve güzel bina.

sarf: dilbilgisinin konusu kelimeler olan bölümü.

sarf: harcama, gider.

Sarfe: Kuranın mûcize olduğunu gösteren usûllerden biri.

sarfınazar: gözden kaçan.

sarfiyât: masraflar, giderler.

sarhoşane: sarhoşça.

sarık: başa sarılan bez.

sârık: hırsız.

sârıkane: hırsızcasına.

sârî: bulaşıcı.

sarîh: açık.

sarîhan: açıkça.

sarrâf: kuyumcu.

sath: yüzey.

sathî: derinliksiz, sığ, yüzeyden.

sâtı: parlak.

satıh: yüzey.

Satîh: bedeni kemiksiz etten ibaret olan hilkat garibesi bir kâhin, falcı.

satvet: ezici kuvvet.

Savâ: kutsal sayılan ve Peygamberimizin doğduğu gece kuruyan bir göl.

savâb: doğru.

savb: cihet, yön, taraf.

savlet: saldırma, saldırı.

savm: oruç.

savmıvisal: iftar etmeksizin üst üste tutulan oruç.

savt: ses.

sây: çalışma, emek.

sayd: avlanma.

saye: koruma.

sayeban: koruyan, gölgelik.

sayfiye: yazlık.

sayha: yüksek ses.

saykal: cilâ.

sayyad: avcı.

sâz: "eden, yapan" mânâsında son ek.

saz: müzik âleti, musiki sesi.

sebaimeşhûre: ünlü yediler.

sebât: dayanma, kararlılık.

sebâtkâr: sebatlı, kararlı.

sebâtkârâne: sebat edercesine.

sebb: sövme.

Sebê: Yemen ülkesinde tarihî bir şehir.

sebeb: vasıta, vesile, araç.

sebebiyet: sebep olma.

sebil: cadde, su dağıtımı.

Sebîr: Mekkede bir dağ.

sebkat: ilerleme, geçme.

sebr: mantıkta bir ispat yolu.

sebûiyet: yırtıcılık.

sebülmesanî: tekrar tekrar okunan, iki kez nazil olan Fatiha sûresi.

sebzevât: yeşil bitkiler.

secâ: cıvıltı.

secâyâ: seciyeler, karakterler.

seccal: akıp giden.

secde: Allah için yere kapanış.

secdegâh: secde yeri.

secdevari: secde gibi.

seceât: cıvıltılar, ritimli sesler.

seci: nesir kafiyesi.

seciye: karakter.

seciyeten: karakter itibariyle.

sedâ: ses.

sedâd: istikamet, doğruluk.

sedd: set, engel.

sedid: doğru, sağlam.

seele: dilenenler.

sefâ: eğlenme.

sefâhet: kıt akıllılık, düşüncesizlik, günahlara düşkünlük.

sefâhetkârâne: akılsızca, haram eğlencelere dalarcasına.

sefâin: gemiler.

sefâlet: düşkünlük, aşağılık.

sefâlethâne: sefalet yeri, düşkünlük evi.

sefâret: elçilik.

sefer: yolculuk, savaş, kez.

seferber: sefere hazırlık.

seferî: seferde olma hâli.

sefîh: kıt akıllı, düşüncesiz, zevke düşkün.

sefîhane: sefihce, zevkine düşkün biri gibi, düşüncesizce.

sefîl: düşkün, aşağı.

sefîne: gemi.

sefîr: elçi.

sefk: kan akıtma, kan dökme.

sehâ: cömertlik.

sehâb: bulut.

sehâvet: cömertlik.

sehâvetkârâne: cömertçe.

sehâvetperverâne: cömerliği severcesine.

seher: tan.

sehergâh: seher zamanı, yeri.

sehhar: sihirbaz, büyücü.

sehîm: pay sahibi.

sehiv: hata, yanlışlık.

sehl: kolay.

sehlimümteni: yazılması veya söylenmesi kolay görünen, ama denendiğinde zor olduğu anlaşılan eser.

sehm: sehim, pay.

sehpa: küçük masa, idam tahtası.

sehv: hata, yanlış.

sehven: yanlışlıkla.

sekal: cin ve insan.

sekaleyn: cinler ve insanlar.

sekam: hastalık.

sekenât: sekeneler, oturanlar, yerliler.

sekene: oturan, yerli.

sekerât: ölüm hâli, kendinden geçmeler, esrimeler.

sekîne: sakinlik, okuyana sakinlik veren önemli bir dua.

sekînet: sakinlik, gönül huzuru, kalbin rahat olması.

sekir: sekr, kendinden geçme hâli, sarhoşluk, esrime.

Sekkakî: büyük bir edebiyat âlimi.

sekr: kendinden geçme hâli, sarhoşluk, esrime.

sekte: durma, kesiklik.

selâm: rahatlık, emniyet, barış, iyilik.

selâmet: kurtuluş, emniyet.

selâset: akıcılık.

selâsil: silsileler.

selâtin: sultanlar.

selb: kapma, alma, silme, kaldırma, red.

selef: önceki, yeri doldurulan.

selefisâlihîn: dinin ilk zamanlarındaki rehber âlimler.

selefiye: önceden yaşamış müslüman büyüklerinin yolu.

selhhâne: hayvan kesimi yapılan yer, mezbaha.

selîm: sağlam, kusursuz.

selîs: akıcı.

sellemetüsselâm: gelişigüzel.

selm: barışma, itaat.

selsebîl: cennette bir pınar.

selvele: Peygamberimize okunan dualar.

sem: işitme.

semâ: gökyüzü.

semahat: iyilikseverlik, yardımseverlik.

semâniye: sekiz.

semâvât: semalar, gökler.

semâvî: sema ile ilgili.

sembol: timsal, mânâlı işaret.

semek: balık.

semen: yağ, değer.

semeni: paha, değer.

semerât: meyveler.

semere: meyve, ürün.

semeredâr: meyveli.

semî: işitici.

semîane: işitircesine.

semiz: besili.

semm: zehir.

semmikatil: öldürücü zehir.

sempati: cana yakınlık.

semrâ: esmer güzeli.

Semûd: Sâlih aleyhisselâmın kavmi.

semûm: yakıcı rüzgâr.

semûre: bir cins ağaç.

senâ: övme.

senâhân: sena eden, öven.

senâkâr: sena edici, övücü.

senâkârâne: övercesine.

sene: yıl.

sened: senet, güvenilir söz veya yazı.

senevî: senelik, yıllık.

seng: taş.

seniyye: temiz, yüce.

septisizm: şüphecilik felsefesi, kararsızlık.

ser: baş.

serâ: yer, toprak.

serâb: serap, olmayıp da var gibi görünen.

serâir: sırlar.

serâpâ: baştan başa.

serâser: baştan başa.

serasker: komutan.

serbeser: baş başa.

serbestâne: serbestçe.

serbestî: serbestlik, hürlük.

serbestiyet: serbest olma hâli.

serd: söyleme.

serdâr: komutan.

serdengeçti: fedakâr, kahraman.

serefrâz: başı dik, üstün.

serencâm: başa gelen olaylar.

Serendib: Seylan adası.

seretan: kangren, kanser hastalığı.

sereyân: yayılma.

serfirâz: başlar üstünde.

serfürû: baş eğme.

sergardiyan: baş gardiyan.

sergerdân: şaşkın, başıboş.

sergerde: başıbozuk.

sergüzeşt: macera, serüven.

sergüzeşte: macera, serüven.

serî: çabuk.

serîr: kürsü, taht.

serîüsseyr: hızlı akan.

serîütteessür: hemen etkilenen.

serîüzzevâl: çabuk geçen.

seriye: askerî bölük.

serkâtib: baş yazıcı.

serkeş: baş kaldıran.

serkeşane: baş kaldırırcasına.

sermaye: ana mal, ana para.

sermed: sürekli, ebedî ve ezelî, Allah.

sermedî: ebedî, sürekli.

sermediyet: ebedîlik, süreklilik.

sermest: kendinden geçmiş.

sermeşk: örnek, nümune.

sernâme: önsöz, baş yazı.

serpûş: başlık, başı örten şey.

serrişte: ip ucu, söyleyip durma.

serseri: başıboş, işsiz güçsüz, söz dinlemez, düzene uymaz.

serseriyane: serserice.

sertâc: baş tacı.

serteser: baştan başa.

server: baş, reis.

servet: mal, varlık.

serzâkir: baş zikirci.

serzeniş: başa kakma, takaza.

set: engel, duvar.

setr: örtme, gizleme.

setre: yarı resmi ceket.

setretmek: örtüp gizlemek.

setriavret: gösterilmesi yasak yerleri örtme.

Settar: günahları örten, Allah.

settare: görünmemek için girilecek yer, örten, kapatan.

Settarüluyûb: ayıpları örten Allah.

sevab: sevap, dine uygun davranış.

sevabdâr: sevaplı.

sevabdârâne: sevaplıca.

sevâbit: duranlar, sabit yıldızlar.

sevâd: karartı.

sevâdıâzam: insanların ekseriyeti, büyük çoğunluk.

sevahil: sahiller, kıyılar.

sevdâ: aşk hastalığı, sevgi, heves, siyah.

sevk: yollama, gönderme.

sevkiyât: göndermeler, yollamalar.

sevkülceyş: asker gönderme, yollama.

Sevr: Osmanlı topraklarını paylaşmayı esas alan sözleşme.

sevr: öküz, boğa burcu.

seyahat: gezme, gezinti.

seyahatnâme: seyahat yazıları.

seyda: efendi, hoca, şeyh.

seyelân: akma, akıntı.

seyeran: gezinme.

seyf: kılıç.

seyfullah: Allahın kılıcı.

seyl: sel, akıntı.

seylab: taşkın akan su, sel.

seyr: etrafa bakınarak gezinme.

seyran: gezinti.

seyrangâh: güzel manzaralı gezinti yeri.

seyrisülûk: manen yükselmek için bir yola girip yürümek.

seyrüsefer: gezinti ve yolculuk.

seyyah: seyahat eden, gezgin.

seyyal: akan, akıcı.

seyyalât: akıcı şeyler.

seyyale: akan, akıp giden.

seyyar: dolaşan, gezen.

seyyarât: seyyareler, gezegenler.

seyyare: gezegen.

seyyiat: çirkinlikler.

seyyiatâlûd: çirkinliklerle karışık.

seyyid: efendi, Peygamberimizin soyundan olan.

seyyie: çirkinlik, günah.

sezâ: lâyık, uygun.

sıbah: güzel nesneler, parıltı.

sıbga: boya.

sıbyan: çocuklar.

sıddîk: çok samimi, çok bağlı, çok doğru.

sıddîkîn: sıddîkler.

sıddîkiyet: sıddîklik, manen pek yüksek bir makam.

sıdk: doğruluk, doğru söz, samimilik, bağlılık.

sıfat: özellik.

sıfât: sıfatlar, özellikler.

sıfatî: sıfatla ilgili.

Sıffin: sahabeler arasında meydana gelen bir savaşın adı.

sıgar: küçüklük, kıymetsizlik, küçükler.

sıhhat: sağlık.

sıklet: ağırlık.

sıla: isimden sonra gelip ismi açıklayan cümle.

sılâ: kavuşma, asıl memleket.

sılâirahim: akrabalarla alâkayı kesmeyip devam ettirmek.

sımah: kulak.

sınıf: kısım, bölüm, tabaka.

sır: gizlilik, gizli bilgi, kalbî bir his.

Sırat: âhirette cennete gitmek için üstünden geçilen köprü.

sıratımüstakim: en doğru yol, islâm yolu.

sıravârî: sıralı gibi.

sırf: yalnız.

sırrentenevveret: görünmeden nurlandırma, îman hakikatlarını örtülü hizmetlerle yayma.

sıtma: bir hastalık.

sıyam: oruçlar.

sibak: geçmiş, önceki.

sicil: kayıt.

sicn: hapis, zindan.

sidre: bir ağaç, gökte mânevî bir yer.

Sidretülmünteha: yaratılanların bittiği sınır.

siga: kip, fiil çekim şekli.

sihâm: oklar.

sihir: büyü.

sihirbaz: büyücü.

sihr: büyü.

sikke: paranın üstüne basılan damga.

sille: tokat.

silm: barışma.

silsile: zincir, zincirleme, ard arda gelen.

sîm: gümüş.

sîma: yüz, çehre.

simurga: büyük bir kuş, anka kuşu.

simya: eski kimya.

Sînâ: bir dağ ismi.

sîne: göğüs, kalb.

sinematoğraf: sinema.

sinematoğrafvari: sinema gibi.

sinemavârî: sinema gibi.

sinn: yaş.

sinnen: yaşça.

sinniteklif: dinî mesuliyetin başladığı ergenlik çağı.

sinsi: kendini gizleyen, gizlenen.

sinyal: işaret.

sipariş: ısmarlama.

siper: korunak.

sirâc: lâmba, fener.

sirâyet: bulaşma, yayılma.

sîret: insanın mânevî hâli, ahlâkı.

sirkat: hırsızlık, çalma.

sitayiş: övme.

sitayişkârane: överek.

sitem: çıkışma, eziyet.

sitte: altı.

sivil: asker olmayan.

siyâdet: seyyidlik, efendilik.

siyak: söz gelişi, bir sözün hemen öncesinde geçen sözler.

siyanet: koruma.

siyaset: politika, insanları idare etme sanatı.

siyasetkârane: siyaset yaparcasına.

siyasetvari: siyaset gibi.

siyasiyyun: politikacılar.

siyer: gidişler, yollar, Peygamberimizi anlatan kitap.

siyonist: Yahudilerin ülküsüne inanan, islâm düşmanı.

skolâstik: ortaçağ Hıristiyanlık eğitimi.

Sofestâî: olumlu veya olumsuz hiçbir hükme varmayan kuşkucu felsefeci.

sofî: tarikat adamı, tesavvuf ehli.

sofîmeşreb: tasavvuf yolunda olan.

sofizm: hakikatı tanımayan şüpheci filozofların felsefesi.

sofra: üstünde yemek yenilen yaygı.

sofu: sofi, tasavvuf yolcusu.

sohbet: tatlı tatlı konuşma.

Sokrat: eski bir filozof.

sosyal: içtimaî, topluma ait.

sosyalist: sosyalizme inanan, toplumcu.

sosyalizm: toplumculuk, bütün malları devlet elinde toplamak isteyen bir anlayış.

spiritüalizm: ruhçuluk.

sû: kötü.

suâl: soru, istek.

subh: sabah.

sudûr: çıkma, gelme.

suffa: sofa, suffe.

Suffe: Peygamberimizin mescidine bitişik yer, bekâr sahabelerin kaldığı mekân.

sufuf: saflar, sıralar.

suğra: pek küçük, mantıkta küçük önerme.

suhre: isteksiz yapan.

suhuf: sahifeler, bazı peygamberlere gelen ve ilâhî emirleri bildiren sayfalar.

suhûlet: kolaylık.

sûiihtiyar: iradenin kötü yönde kullanımı.

sûiistimal: kötüye kullanma.

sûikasd: maksadın kötü oluşu, öldürme teşebbüsü.

sûizan: kötü sanma.

sûk: çarşı.

sukut: düşme, alçalma.

sulb: sert, katı.

suleha: sâlihler, iyi hâlliler.

sulfato: kinin, sıtma ilacı.

sulh: barış.

sulhkârâne: barış edercesine.

sulhperver: barışsever.

Sultan: "saltanatıyle kâinatı idare eden" mânâsında ilâhî isim.

sultan: padişah, saltanat süren.

sun: yapmak, iş.

sunî: yapay, sahte.

Sûr: kıyamet borusu.

sur: kale duvarı.

sûre: Kurânın âyetlerden oluşan her bir bölümü.

sûret: şekil, biçim, görünüş.

sûreta: görünüşte, şeklen.

sûreten: sûretçe, biçimce, görünüşte.

sûretperest: sûrete pek düşkün olan.

sûrî: sûrete ait, görünüşte.

susmar: kertenkele.

sutûr: satırlar, yazı dizileri.

suûbet: zorluk, güçlük.

suûd: yükselme.

suver: sûreler, sûretler.

sûz: "yakan, yakıcı, bozucu" mânâsında son ek.

sûzan: yakıcı.

sûznâk: yakıcı.

Sübhan: eksikliklerden uzak ve mükemmel sıfatlar sahibi olan Allah.

sübhanallah: "Allah eksikliklerden uzaktır" mânâsında bir tabir.

sübjektif: şahsî görüşe göre olan, indî.

sübût: sabit oluş, kesinleşme.

sübûtî: sabit olmakla ilgili.

sücud: secde etmek.

süeda: saidler, mutluluğa erenler.

süfeha: sefihler, kıt akıllılar, günahkârlar.

süflî: aşağı, adi.

süfliyât: aşağı şeyler.

süfliyet: aşağılık, adilik.

Süfyan: âhirzamanda gelen ve kendisi gibi münafıklara "ulu önder"lik ederek dini yıkmaya çalışan dehşetli bir dinsiz, islâm deccalı.

Sühâ: pek küçük görünen bir yıldızın ismi.

süheyl: kolay, uygun, yumuşak, bir yıldız.

sühûlet: kolaylık.

sühûnet: sıcaklık, hararet.

sükna: oturacak yer.

sükûn: durgunluk, dinme.

sükûnet: sakinlik, durgunluk.

sükût: susma, konuşmama, sessizlik.

sükûtî: susma ile ilgili.

sülâle: soy.

süleha: sâlihler, iyi hâlliler.

Süleymanvârî: Süleyman aleyhisselâm gibi.

sülûk: bir yola girmek, manen yükselmek.

sülüs: üçte bir.

sümme: sonra.

sümmettedarik: elde edildikten sonra.

sünbül: başak, filiz.

sünbüllenmek: filizlenmek, başaklanmak, çoğalmak.

sündüs: süslü ipek kumaş.

sündüsmisal: ipekten yapılmış kumaş gibi.

sünen: sünnetler.

Sünnet: Peygamberimizin sözleri ve hâlleri.

Sünnetullah: yanlış olarak "tabiat kanunları" denilen ilâhî kanunlar.

sünnî: Peygamberimizin izinde giden, sünnete uyan.

sünûhat: kalbe gelen mânâlar, doğuşlar.

sürât: hız.

sürâtli: hızlı.

Süreyya: Ülker yıldızı, bir yıldız topluluğu.

sürûr: sevinç, neşe.

Süryânî: eski bir kavim.

sütre: perde, engel.

sütun: direk.

süvâri: ata binen, atlı asker.

süveydâ: siyahlık.

süyûf: kılıçlar.

Süyûtî: büyük bir fıkıh ve hadîs âlimi.





Ş

Şâbân: Arabî ayların sekizincisi.

şâd: şen, memnun.

şadırvan: etrafı musluklu kubbeli çeşme.

şafak: tan zamanı.

Şâfi: hastaya şifa veren Allah.

Şafiî: hak mezheplerden biri, onu kuran büyük âlimin ünvanı.

şâh: hükümdar, sultan.

şahab: gökteki ışıklı cisim.

şahâdet: şahitlik, Allah yolunda ölmek.

şâhâne: şaha yakışır şekilde.

şahbaz: doğan kuşu, çevik, yiğit.

şâhenşâh: şahların şahı.

şâheser: en üstün eser, baş eser.

şahıs: kişi, kimse.

şâhid: şahit, tanık, gören.

Şâhid: bütün zamanlardaki yaratıkları ve onların her hâlini gören Allah.

şâhik: yüksek, doruk.

şâhika: yüksek, doruk, zirve.

şahm: iç yağı.

şahmpâre: içyağı parçası.

şahs: şahıs, kişi, kimse.

şahsımânevî: insanların bir araya gelip oluşturdukları mânevî kişilik.

şahsî: kişiyle ilgili.

şahsiyat: kişilikler.

şahsiyet: kişilik.

şâibe: leke, kusur.

şaika: şevk verici, isteklendirici.

şairane: şairce.

şakî: yol kesen, haydut.

şâkir: hâlinden memnun olup şükreden.

şâkirâne: şükreden gibi.

şâkird: talebe, öğrenci.

şakk: yarık, yarılma, yarma.

Şakkıkamer: Peygamberimizin ayı iki parçaya ayırması mûcizesi.

şâkul: düşeyliği ölçme âleti.

şâkulî: düşey.

şâm: akşam.

şamar: tokat.

şâmil: kaplayan.

şamme: koklama duyusu.

şân: şeref, nam, hâl, iş.

şap: tuza benzer bir madde.

şape: çığ.

şarab: şarap, içki, bu isim helâl içkileri de kapsar.

şâre: saç, kıl.

şârık: doğudan çıkan, doğan, parlayan.

Şârî: şeriatı ortaya koyan, Allah.

şârih: şerheden, açıklayan.

şark: doğu.

şarkışimâlî: kuzeydoğu.

şarkiyât: islâm dünyasında araştırma yapma çalışması.

şarlatan: yalancı, aldatan, yüksekten atan.

şart: mutlaka gerekli olan, durum, yemin.

şartiye: şart olan.

şaş: şaşı.

şâşaa: parlaklık, gösteriş.

şâşaapâş: gösterişli görünen.

şatâhat: mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler.

şavk: ışık, parıltı.

şâyân: yaraşır, uygun, layık.

şâyeste: uygun, lâyık.

şâyet: eğer, olur ki.

şâyia: söylenti, yayılma, duyulma.

şâz: kaide dışı, istisna.

Şâzelî: Şazeliye tarikatını kuran büyük velî, bu tarikattan olan.

şeâir: islâmî alâmetler, semboller, âdetler.

şeâmet: uğursuzluk, kötülük.

şeb: gece.

şebab: genç.

şebabet: gençlik.

şebabiyet: gençlik, tazelik.

şebeke: örgülenmiş, örgüt.

şebih: benzer.

şebnem: çiy, nem.

şebnemmisâl: çiy gibi.

şecâat: yiğitlik, öfke duygusunun normal derecesi.

şecer: ağaç.

şecere: ağaç, soy ağacı.

şecî: yiğit, kahraman.

şedâid: şiddetliler, şiddetli belâlar.

Şeddâd: Ad kavminin ulu önderi olan ünlü bir kâfir.

şedde: harfi iki kere okutan işaret.

şedîd: şiddetli.

şedîdâne: şiddetlice.

şef: çift, baş.

şefâat: af için vasıta olmak.

şefâatçi: af için vesile olan.

şefe: dudak.

şeffaf: saydam.

şeffafât: saydam olanlar.

şeffafiyet: saydamlık.

şefî: şefaatçı.

şefik: şefkatli.

şefikâne: şefkatlice.

şefiülmüznibin: günah işleyenlerin şefaatçısı.

şefkat: acıyarak karşılıksız sevme.

şefkaten: şefkatten dolayı, şefkat bakımından.

şefkatkâr: şefkatli.

şefkatkârâne: şefkat edercesine.

şefkatperver: şefkat etmeyi seven.

şefkatperverane: şefkat etmeyi severcesine, severek.

şehâdât: şahitlikler, şehitlikler.

şehâdet: şehitlik, şahitlik.

şehâdetnâme: diploma.

şehâmet: akıllıca yiğitlik.

şehbaz: çevik, cesur, beyaz doğan kuşu.

şehd: bal.

şehevânî: şehvetle ilgili.

şehevât: şehvetler.

şeheviye: şehvetle ilgili olan.

şehîd: şahit olan, Allah için ölen.

şehîk: hıçkırıkla karışık iç çekme.

şehir: büyük yerleşim birimi, kent.

şehîr: ünlü, tanınmış.

şehlâ: elâ göz, tatlı şaşı.

şehnâme: padişahların maceralarını anlatan eser.

şehnâz: ışıldayan, parlayan.

şehr: ay, şehir, kent.

şehrâyin: şenlenmiş şehir, şenlik.

şehrî: ay ile ilgili, aylık.

şehristân: memleket.

şehriyâr: hükümdar, padişah.

şehvânî: şehvetle ilgili.

şehvet: nefsin arzusu, cinsî istek.

şehvetengiz: şehvet uyandıran.

şek: şüphe.

şekâvet: sıkıntı, azap, işkence.

şekil: biçim.

şekl: şekil, biçim.

şekûr: çok şükreden.

şekvâ: şikâyet, sızlanma.

şekvânâme: şikâyet mektubu, yazısı.

şelâle: çağlayan.

şem: mum, ışık.

şemâ: ışık, çıra.

şemâtet: başkasının başına gelene sevinmek.

şemâtetkârâne: başkasının başına gelene sevinircesine.

şemm: koklamak.

şemme: koklama.

şems: güneş.

şemsüşşümûs: güneşlerin güneşi.

şemta: kocakarı.

şên: iş, hâl, tavır, hâdise.

şenâat: kötülük, alçaklık.

şenî: kötü.

şer': dinî kanunlar.

şer: kötülük, kötü.

şerâfet: şereflilik.

şerâit: şartlar.

şerân: şeriata göre, dinî kanunlar bakımından.

şerârât: kıvılcımlar.

şerâre: kıvılcım.

şerâret: şerlilik, kötülük.

şerâyi: şeriatlar, ilâhî emirler.

şerâyin: atardamar.

şeref: yücelik, büyüklük, değer.

şerefbahş: şeref veren.

şerefe: minarenin ezan okunan yeri.

şerefşiar: şerefli.

şerefyâb: şereflenen.

şerh: açıklama.

şerî: şeriatla ilgili, dinî.

şerîat: din, ilâhî kanunlar, Allahın emirleri ve yasakları.

şerîatıfıtrîye: Allahın tabiata koyduğu kanunlar.

şerid: şerit, zincir.

şerîf: şerefli.

şerîfeyn: şerefli iki şey, Mekke ve Medine.

şerik: ortak, rakip.

şerir: şerli, kötü.

şerriyet: kötülük.

şerûr: çok şerli, pek kötü.

şeş: altı.

şetâret: şenlik.

şetm: sövme, kötü söz söyleme.

şevâhık: doruklar.

şevâhid: şahitler.

şevk: şiddetli istek.

şevkengiz: isteklendiren.

şevkengizane: isteklendirircesine.

şevket: heybet, böyüklük.

Şevval: Arabî ayların onuncusu.

şey: nesne.

şeyâtin: şeytanlar.

şeydâ: tutkun.

şeyh: pir, tarikat önderi, ihtiyar.

şeyheyn: iki şeyh

şeyhûhet: ihtiyarlık.

şeyhülislâm: Osmanlılarda en büyük din görevlisi.

şeyn: kusur.

şeytân: insanı azdırmaya çalışan görünmez yaratık.

şeytânât: şeytanlıklar.

şeytânet: şeytanlık.

şeytânî: şeytanca, şeytanla ilgili.

şeytânkârâne: şeytanca.

Şıkk: adeta yarım adam gibi olan ünlü bir kâhin.

şıkk: yarı, yarım, şık.

Şia: Şiiler, Hazreti Ali sevgisini meslek kabul edenler.

şiar: timsal, sembol, parola.

şiddet: sertlik, katılık, aşırılık.

şifâ: hastalıktan kurtuluş.

şifâbahş: şifa veren.

şifâdâr: şifalı.

şifâdârâne: şifalıca.

şifâhen: ağızdan, sözle.

şifâhî: sözlü.

şifâkâr: şifalı.

şifâresân: şifa veren.

şifâyâb: şifa bulma.

şifre: gizli işaretlerle yazılan yazı.

şihâb: şahap, akanyıldız, gök cismi.

Şiî: Hazreti Aliye aşırı taraftarlık gösteren kimse.

şikâf: "yırtan, parçalayan" mânâsında son ek.

şikâk: ayrılma, bölünme.

şikâr: av.

şikâyât: şikâyetler.

şikâyet: yakınma, derdini söyleme.

şikemperver: midesini seven, obur.

şiken: "koparan, kıran" mânâsında son ek.

şimâl: sol, kuzey.

şimâligarbî: kuzeybatı.

şimâlişarkî: kuzeydoğu.

şimendifer: tren.

şinik: on litrelik kap.

şîr: aslan.

şirâ: alım satım.

şirin: tatlı, sevimli.

şirk: Allahtan başka ilâh kabul etme.

şirkâlûd: şirk bulaşmış.

şirket: ortaklık, ortaklaşa kurulan iş kurumu.

şirret: geçimsiz, huysuz.

şita: kış.

şitab: koşmak.

şîve: söyleyiş, naz.

şöhret: ün, tanınırlık.

şöhretgîr: ün salma.

şöhretperest: şöhret düşkünü.

şöhretperverâne: şöhretsevercesine.

şöhretşiar: meşhur, ünlü.

şuâ: ışın, ışık teli.

şuâât: ışınlar.

şuarâ: şairler.

şûbe: bölüm, kısım.

şuh: şen, oynak.

şuhûd: şahit olma, gözlemleme.

şuhûdî: görme ile ilgili, görülebilen.

şuhûr: aylar.

şuhûruselâse: üç aylar.

şûle: alev, ışıltı.

şûledâr: alevli, ışıltılı.

şûlefeşân: ışık saçan.

şûm: uğursuz.

şûra: danışıp konuşmak için toplanılan yer.

şûre: çorak.

şûristân: çorak yerler.

şurût: şartlar.

şuûn: işler, fiiller.

şuûnât: işler, hâller.

şuûr: anlama, hissetme, farkında olma.

şuûrâne: anlayarak, bilerek.

şuûrdârâne: şuurlu bir biçimde.

şuûren: şuur ile.

şuûrkârâne: şuurlu bir biçimde.

şuvaz: kızgın ateş.

şübeh: şüpheler.

şübehât: şüpheler.

şühedâ: şehitler.

şühübât: ateş parçaları.

şükr: şükür, nimete karşı memnuniyetini gösterme.

şükrân: şükür hissi.

şükûfe: tomurcuk.

şükûfmisâl: tomurcuk gibi.

şükûk: şüpheler.

şükür: şükr, nimete karşı memnunluk göstermek.

şümûl: kapsam.

şümûs: güneşler.

şürb: içmek.

şürekâ: şerikler, ortaklar.

şürûr: şerler, kötülükler.

şüyû: yayılma, yayılmış.

şüyûhât: şeyhler.

şüzûz: istisna, kural dışı.

şüzûzât: istisnalar, kural dışı olanlar.


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...