4/13/2010

LÜGAT-G


G

gabâvet: anlayışsızlık, kalın kafalılık.

gabî: anlayışı kıt.

gabn: hileli alışveriş.

gadab: öfke, gazap.

gadabiye: öfkeyle ilgili.

gaddâr: acımasız.

gaddârâne: acımasızca.

gadir: haksızlık etme.

gadr: haksızlık.

Gaffâr: günahları affeden ve bağışlayan Allah.

gafil: habersiz, kul olduğunu hatırlamadan yaşayan.

gafîr: kalabalık.

gaflet: olup biteni sezmeme, kul olduğunu unutma hâli.

gafletkârâne: gaflet edercesine.

Gafûr: günahları daima ve pek çok affeden, Allah.

gâh: arasıra, bazan.

gâh: "yer" mânâsında son ek.

gaib: görünmeyen.

gaibâne: görünmeksizin.

gaile: üzüntü veren belalı iş.

gait: pislik.

gaiyye: gayeye ait.

galâ: pahalılık.

galat: yanlış.

galatât: yanlışlar.

galebe: yenme, üstün gelme.

galeri: sanat eserlerinin sergi yeri.

galeyan: kaynama, coşma.

galî: kıymetli.

gâlib: galip, üstün, yenen.

galibâ: sanılır ki.

galibâne: galip şekilde.

galiben: çok zaman, üstün olarak.

galibiyet: üstünlük, yenme.

galîz: çirkin.

gam: tasa, kaygı.

gamgama: haykırma.

gamgîn: gamlı, kaygılı.

gamız: derin ve gizli olan.

gamıza: kolay anlaşılmayan, derin.

gammaz: söz taşıyıcı.

gamnâk: gamlı, tasalı.

gamz: süzgün bakış.

gamze: çene veya yanak çukuru.

ganâim: savaşta elde edilen mallar.

gangren: bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık.

Ganî: sonsuz zengin olan Allah.

ganîmet: savaşta elde edilen mal.

gâr: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek.

gar: mağara.

garâbet: gariplik.

garâib: garip şeyler.

garâibperest: garip şeylere pek düşkün.

garâm: canlı duygu, arzu.

gârât: yağmalar.

garaz: gaye, kötü niyet.

garazkâr: garazcı.

garazkârane: garaz edercesine.

garb: batı.

gardiyan: hapistekileri bekleyen görevli.

garet: yağma, talan, çapul.

garetgîr: yağmacı.

garetkâr: çapulcu.

gareyn: alt ve üst çene, yani ağız.

garib: batan.

garîb: garip, yabancı, kimsesiz, yâd ellere düşmüş, yadırganan şey.

garîbane: garipçe.

garîbe: garip şey.

garîbem: garibim.

garîbüzzaman: zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan.

garîk: batmış, boğulmuş.

garîm: alacaklı.

garîze: yaradılıştan olan.

gark: batma, boğulma.

garnizon: askerî birliklerin bulunduğu yer.

garra: parlak.

gars: fidan dikme.

gasb: hakkı olmayanı zorla alma.

gasıb: zorla alan.

gasıbane: zorla alırcasına.

gasl: yıkama, gusül.

gaşiye: perde, kıyamet, bir sûre.

gaşy: kendinden geçme.

gavâmız: anlaşılması zor bilmeceler.

gavî: çok azgın.

gavr: çukurun dibi.

Gavs: Abdülkadiri Geylanî hazretleri.

gavs: büyük evliya.

gavsiyet: büyük evliyalık.

gâvur: kâfir, îmansız.

gavvas: dalgıç.

gâyât: gayeler.

gayb: gizli, görünmeyen, belirsiz.

gaybâşinâ: gaybı bilen.

gaybbîn: gaybı gören.

gaybet: orada bulunmama.

gaybî: görünmeyenle ilgili.

gaybîyâne: görünmeyenle ilgili olarak.

gaybîyât: görünmeyenler.

gaybîye: görünmeyen.

gaybûbet: görünmeme, orada bulunmama.

gaye: erişilmek istenen sonuç.

gayet: pek çok.

gayetsiz: sınırsız.

gaylûle: sabah uykusu.

gayr: diğer, başkası.

gayret: çaba, çalışma arzusu, kıskanma duygusu.

gayretullah: Allahın gayreti, hakkı koruma sıfatı.

gayrimeşrû: helâl olmayan, yasak.

gayrimüslim: müslüman olmayan.

gayrimütenâhî: sonu olmayan.

gayriresmî: resmî olmayan, sivil.

gayrullah: Allahtan başkası, yaratılanlar.

gayyâ: cehennem kuyusu.

gayyur: gayretli, çalışkan.

gayz: hınç, öfke.

gazâ: din uğruna savaş.

gazab: gazap, öfke, kızgınlık.

Gazâlî: büyük bir islâm âlimi.

gazanfer: kahraman, iri aslan.

gâzât: gazlar.

gazel: bir şiir türü.

gazevât: gazalar.

gazî: gaza eden.

gazve: savaş.

gedâ: fakir, kimsesiz.

gem: idare etmek için atın ağzına takılan demir.

genc: hazine, define.

ger: eğer.

ger: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek.

gerçi: her ne kadar.

gerdân: boyunla göğüs arası.

gerdendâde: boyun eğme.

gergedan: vahşi bir hayvan.

germ: sıcak, kızgın.

geven: dikenli bir bitki.

gevher: akıl, edep, asıl, cevher.

Geylânî: kerametleriyle ünlü büyük bir velî.

gıbta: imrenme.

gıdâ: besin.

gılâf: kılıf, kın.

gıllugış: karar verememe, gönül sıkıntısı.

gılman: cennet genci.

gınâ: zenginlik.

gıpta: imrenme.

gıptakârâne: imrenircesine.

gışâvet: göz perdesi.

gıtâ: örtü, perde.

gıyâb: göz önünde bulunmama.

gıyâben: görmeyerek.

gıyâbî: görmeziye.

gıyâs: yardım isteyene yardım eden.

gıybet: orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma.

gidişât: gidişler, işlerin yürüyüşü.

gîr: "yapan, tutan" mânâsında son ek.

gîrân: ağır, bıktırıcı.

girdab: suların dönerek aktığı tehlikeli yer.

girift: karışık, girişik, çapraşık.

giriftâr: tutulmuş.

girive: içinden çıkılmaz karışık durum.

girizgâh: giriş yeri.

giryân: ağlayan.

girye: gözyaşı.

Goethe: Almanların ünlü şairi.

gonce: tomurcuk.

görenek: görüp özenme.

gramer: dilbilgisi.

granit: bir çeşit sert taş.

gubâr: toz.

gudde: bez.

gufrân: af.

gulâm: genç, esir, çocuk.

gulât: coşmalar, taşkınlıklar.

gulûv: taşkınlık.

gûlyabânî: masallarda sözü edilen hayâlî varlık, umacı, dev.

gûnagûn: çeşit çeşit.

gurbet: yabancı memleket, yâd el.

gurbetzede: gurbete düşen.

gurebâ: garipler.

guremâ: alacaklılar.

gurre: ışıldama.

gurûb: batma.

gurûr: kendini beğenme duygusu, böbürlenme.

gurûrkârâne: gururlu bir biçimde.

gusn: dal, budak.

gusse: üzüntü, tasa, gam.

gussedâr: gusseli, tasalı.

gusül: bedenin her yerini yıkamak biçimindeki temizlik.

gûyem: diyorum.

guyûb: görünmeyenler, gizliler.

guzât: gaziler, din için savaşanlar.

güfte: şarkı sözü.

güftügû: dedikodu.

gülbank: toplulukça söylenen dua ve tekbir.

güldeste: gül demeti, seçme.

gülistân: gül bahçesi, güller ülkesi.

gülle: top mermisi.

gülşen: gül bahçesi.

gülzâr: gül tarlası.

güman: zan, şüphe.

gümrah: günahkâr, gür, bol.

günâh: dince suç olan şey.

gürûh: topluluk.

gürültühâne: gürültülü yer.

güyâ: sanki.

güz: sonbahar.

güzâf: boş söz.

güzerân: geçme, geçiş.

güzergâh: geçilecek yer.

güzeşte: geçen, geçmiş.

güzîde: seçkin, seçilmiş.


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...