4/13/2010

LÜGAT-D


D

dâ: hastalık.

daavât: dualar.

dâbb: kertenkele.

dâbbe: yürüyen yaratık.

dâbbetülarz: âhirzaman alâmeti olan bir yaratık.

dâcin: bir nevi kuş.

dâd: vergi, ihsan.

dâdıezel: Allah vergisi.

dâdıhak: Hak vergisi.

dâfi: defeden, savan.

dâfia: defetme, savma.

dâğdağa: gürültü patırtı.

dâğdâr: yanık, yaralı.

dağvârî: dağ gibi.

dâhî: üstün yetenekli.

dâhil: iç, içeri, içinde.

dahîl: yabancı, sığıntı.

dahîlek: sana sığınırım.

dâhilî: içe ait, içle ilgili.

dâhiliye: içle ilgili olan, iç işleri.

dâhiyâne: dahice, gayet zekice.

dahiye: felâket, büyük belâ.

dahiye: üstün yetenekli kimse.

dahl: girme, etki.

dâî: duacı, çağıran.

dâil: sapıtmış, azgın.

dâim: devam eden, süren.

dâima: devamlı olarak.

daimî: devamlı, sürekli.

dâir: ilgili, devreden.

dâire: saha, alan, geometrik şekil, resmi kurum.

dâirevârî: daire gibi.

dâirevî: daire şeklinde.

dakik: pek ince.

dakika: pek ince olan, zaman birimi.

dalâl: sapıklık, haktan ayrılık.

dalalet: sapkınlık, islâmdan ayrılma, şaşkınlık.

dalaletâlûd: sapkınlık karışık.

dalaletpîşe: sapkınlık yolunu tutmuş.

dalkavuk: menfaati için hoş görünmeye çalışan, yağcılık ve soytarılık eden.

dâll: delil olan, yol gösteren.

dall: sapan, sapıtan.

dalle: sapanlar, sapıtanlar.

dallîn: sapkınlar.

dâlliyet: delil olma, yol gösterme.

dâm: tuzak, hile, tavan.

damar: kan borusu, yaradılış, huy.

dâmen: etek.

damga: işaret, bellik.

dânâ: bilgili, âlim.

dâne: tane, tohum.

dantela: tentene, dantel.

dâr: yer, ev, yurt.

darağacı: idam sehpası.

darb: vurma, çarpma.

darbe: tek vuruş.

darbhane: para basılan yer.

darbımesel: atasözü.

dâreyn: her iki dünya.

dârıharb: savaş yeri, düşman ülkesi.

dâri: acı bir bitki.

dârib: vuran, döven.

dârülfünûn: fenler yeri, üniversite.

dârülharb: savaş yeri, düşman ülkesi.

Dârülhikmet: Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş.

dârülhizmet: hizmet yeri.

dârülikab: azap yeri, cehennem.

dârülislâm: Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer.

Dârüsselâm: kurtuluş ve güven yeri, cennet.

dâsıtân: destan, meşhur hikâye.

dâsıtâne: destan gibi olan.

dâussılâ: vatan hasreti.

dâva: savunulan düşünce, hak talebi, önemli mesele.

dâvet: çağrı.

dâvetname: davet mektubu.

Dâvûd: büyük bir peygamber.

Dâvûdvârî: Davut alehisselâm gibi.

dâye: dadı, çocuk bakıcısı.

debdebe: gösteriş gürültüsü, görkem.

debretmek: kımıldatmak.

deccâl: kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse.

deccâlâne: deccal gibi.

deccâliyet: din yıkıcı deccalın ilkeleriyle hareket edenlerin oluşturduğu mânevî şahsiyet.

def: savma, savuşturma.

defâ: kez, kere.

defâât: defalar, kereler.

defâin: defineler.

defâten: birdenbire.

defî: bir anda.

defîne: yere gömülmüş kıymetli eşya.

defn: gömme.

defnetmek: gömmek.

defterdâr: defterci, defter tutan.

dehâ: üstün zekâ.

dehâlet: girme, sığınma.

dehân: ağız.

dehlîz: dar ve uzun geçit.

dehr: zaman, devir.

dehrî: zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci.

dehriyye: dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu.

dehriyyûn: zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler.

dehşet: ruhu birden kaplayan korku.

dehşetengiz: korku verici.

dejenere: bozulma, soysuzlaşma.

dek: hile, oyun.

dekaik: incelikler.

dekk: ufalanma.

delâil: deliller, kanıtlar.

delâlat: delâletler, delil olmalar.

delâlet: delil olma, yol gösterme.

delâleten: delil olarak, yol göstererek.

delîl: yol gösterici, kanıt.

dellâl: yüksek sesle ilan eden, duyuran.

delv: kova burcu.

dem: kan, zaman, konu, kıvam.

demâ: her zaman.

demâdem: zaman zaman.

demagoji: güzel sözlerle halkı kandırma siyaseti.

dembedem: zaman zaman.

demdeme: vızıltı, ses.

demode: modası geçmiş.

demokrasi: yöneticilerin halk tarafından seçildiği idare şekli.

demvurmak: söz etmek.

denâet: alçaklık.

denî: alçak.

deniye: alçak olan.

depresyon: ruhî çöküntü.

der: "içine, içinde" mânâsında ön ek.

derâkab: hemen, derhâl.

derârî: parlak yıldızlar, renkli şeyler.

derc: içine alma, sokma.

dercân: canına sokma, içine alma.

derd: dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele.

derdmend: derdi olan.

derecât: dereceler, yukarı katlar.

derece: gitgide yükselen durumların her biri, kerte.

derekab: hemen ardından.

derekât: derekeler, aşağı katlar.

dereke: gitgide alçalan durumların her biri.

dergâh: makam, tekke.

derhâtır: hatırlama.

derk: anlama, kavrama.

derketmek: anlamak, kavramak.

dermân: ilaç, çare, güç.

dermeyân: ortada, ortaya.

derpey: ardı sıra.

Dersaadet: istanbul.

dershane: ders okunan yer.

dersiâmm: herkese ders verebilen hoca.

deruhte: üzerine alma, yüklenme.

derûn: iç, gönül.

derûnî: içle ilgili, içten.

derviş: yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse.

derya: deniz.

desâis: desiseler, hileler, oyunlar.

desâtir: düsturlar, ilkeler.

desîse: hile, oyun.

dessas: hileci, oyuncu, aldatıcı.

dessasâne: hileci, aldatıcı gibi.

dest: el.

destan: kahramanlık hikâyesi.

destbedest: el ele.

deste: demet, tutam.

destek: dayanak.

destgâh: tezgâh, işyeri.

destûr: izin.

dev: masallarda geçen korkutucu varlık.

devâ: ilaç.

devâen: ilaç olsun diye.

devâhî: büyük belâlar, üstün zekâlılar.

devâir: daireler, işyerleri.

devam: sürüp gitme.

deverân: dönme, dolaşım.

devir: dönme, dolaşma, aktarma.

devlet: ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî topluluk.

devr: devir, dönem, dönme, dolaşma, aktarma.

devran: felek, talih.

devre: dönem.

devriye: dönen, dolaşan.

deyn: borç.

Deyyan: herkesin hakkını en iyi bilen ve veren Allah.

Dıhye: bir sahabe.

dırahşan: parlayan.

dıyk: darlık.

dibâce: önsöz, başlangıç.

didar: göz, görme, görünme.

dîde: göz.

dîdebân: gözcü, gözleyen.

dîk: ince, dar.

dikkat: duygu ve düşünceyi bir noktada toplama, uyanıklık, incelik.

dikta: zorbalık.

diktatör: devleti keyfine göre idare eden "ulu" önder.

dil: gönül, kalb.

dilber: gönül alan güzel.

dilşâd: gönlü hoş olmuş.

dimağ: beyin.

dimdik: gaga.

din: peygamberin bildirdiği biçimde kulluk görevlerini belirleyen ilâhî nizam.

dinamik: hareketli.

dinar: eskiden kullanılan bir para.

dindarâne: dindarca.

dindaş: aynı dinden olan.

dinperver: dini seven.

dinsizdârâne: dinsizce.

diplomat: ülkenin dış işleriyle uğraşan memur.

dirâyet: yetenek, beceri, sezgi.

direktif: yönlendirici emir.

direm: dirhem.

dirhem: üç gramlık ağırlık ölçüsü.

diritnavt: diritnot.

diritnot: büyük savaş gemisi.

disiplin: uyulması gereken kuralların tamamı, sıkı düzen.

divan: şiir kitabı, yüksek idare meclisi, mahkeme, sedir.

divâne: aklı tam olmayan, kaçık.

divânece: divane gibi.

divanhâne: geniş sofa, salon.

divânıharb: askeri mahkeme.

diyânet: dindarlık, din işleri.

diyâneten: dindarlık bakımından.

diyar: ülke, yer.

diyet: kan bedeli, can pahası.

diyk: darlık, sıkışıklık.

dogma: tartışılmayan kesin fikir.

dogmatizm: bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe.

doktrin: bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti.

donanma: kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik.

dost: samimi arkadaş.

dostâne: arkadaşça.

duâ: Allaha yalvarma, yakarış, isteme, dileme.

dûçar: tutulmuş, yakalanmış.

duhâ: kuşluk vakti.

duhan: duman.

duhûl: girme.

dumûr: körelme, kuruma.

dûn: aşağı.

dûnhimmet: gayreti az.

dûr: uzak.

dûrendiş: ilerisi için kaygılanan.

dûrendişâne: ilerisi için kaygılanırcasına.

durûbuemsâl: atasözleri.

dûş: omuz.

dûşâb: pekmez.

dü: iki.

düello: şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması.

dühât: dahiler, üstün zekalılar.

dükkân: öteberi satış yeri.

Düldül: Peygamberimizin Hazreti Aliye hediye ettiği binek hayvanı.

dülger: marangoz.

dümdâr: ordunun arkasında giden gurup.

dünyâ: içinde yaşadığımız âlem.

dünyâdâr: dünyalı.

dünyâperest: taparcasına dünyaya yönelen.

dünyevî: dünya ile ilgili, dünyalı.

dürbîn: dürbün.

dürer: inciler.

dürr: inci.

Dürriyetim: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm.

dürûs: dersler.

dürüst: doğru, düzgün.

düstûr: ilke, kural.

düşâb: pekmez.

düşeş: iki altılık.

düşvâr: zor, güç.

düvel: devletler.

düyûn: borçlar.


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...