Tebbet Suresini indirmek için burayı tıklayın.
tebbet yeda ebi lehebbin ve tebbe suresinin İniş Sebebi
İhlas süresinin önemine dikkat çekmek için Peygamberimiz bir hadislerinde "Her kim kulhuvallah süresini okursa Kur'an'ın üçte birini okumuş gibi olur" buyurmuşlardır.
İhlas süresinin nuzül sebeplerine baktığımızda; tarih boyunca çok tanrılı değişik dinlere rastlamaktayız. Görevleri ve özellikleri farklı olan ve birbirleriyle baba-oğul gibi akrabalık bağları da olabilen ve heykellerle tasvir edilen Eski Roma ve Eski Yunan dinlerinden, tabiat kuvvetlerini, Güneş'i, Ay'ı, yıldızları tanrı olarak kabul eden dinlere kadar, tevhit inancından uzak bir sürü dinler var olmuştur.
İslamiyetin doğduğu sırada da Arabıstan'da Yahudiler, Hristiyanlar ve Putperestler yaşamaktaydı. Yahudiler Üzeyr'i, Hristiyanlar İsa'yı Allah'ın oğlu olarak kabul ediyorlar, Putperestlerse, her birinin başka bir adı olan sayısız putlara tapıyorlardı.
İhlas süresinin, bu sapık inançları reddetmek sebebi dışında, bir de özel sebebi olduğu söylenmektedir. Buna göre Mekke Müşrikleri Hz. Muhammed'e Amir ibn-i Tüfeyl'i elçi olarak göndermişlerdir. Amir Hz Muhammed'e: Sen bizim asamızı yardın yani bizleri tefrikaya düşürdün ve tanrılarımıza sövdün, babalarımızın dinine karşı çıktın, eğer sen fakir isen seni zengin kılalım, mecnun isen tedavi ettirelim, bir kadına düşkünsen onu alalım, demiştir. Hz Muhammed de bunları reddederek: Ben Allah'ın Resuluyum, sizi putlara tapmaktan kurtararak Allah'a ibadete davet ediyorum, cevabını vermiştir. Bunun üzerine Amir tekrar gelerek: Sen kendi mabudunun cinsini bize beyan et; o altından mıdır, yoksa gümüşten midir, diye sormuştur. İşte bunun üzerine İhlas süresi nazil olmuştur:
De ki: O Allah birdir.
Allah bütün yaratılmışların kendisine yöneleceği ve sığınacağı eşsiz bir varlıktır.
O dogurmadı ve doğurulmamıştır.
Ve ona hiçbir şey denk olmamıştır.
Allah'ın birliğini, yüksek vasıflarını en mükemmel ve halisane bir şekilde bildirdiği için bu süreye İhlas süresi adı verilmiştir.
İhlas süresi, döneminin sapık inanışlarını temelden reddettiği ve onları hükümsüz kıldığı için o dönemde bu süreye karşı çıkanlar olduğu gibi tarih boyunca da karşı çıkanlar olmuştur ve olacaktır da...
İhlas süresinde anlamını bulan tevhit inancına ve bu inancı tebliğ eden Hz Peygambere karşı çıkanların akibeti Tebbet süresinde anlatılmıştır.
Tebbet süresiyle İhlas süresi arasında bu şekilde derin bir münasebet olduğu için Kur'an'da Tebbet süresinden hemen sonra İhlas süresi gelmektedir.
Tebbet süresinde bir simge isim olarak Ebu Leheb'in başına gelenler anlatılmaktadır.
Tebbet süresinin nüzül sebebi hakkında Sahih-i Buhari'de ve tefsirlerde şöyle deniliyor: "En yakın aşiretini korkut" mealindeki ayet-i kerime nazil olunca Resul-i Ekrem Safa tepesine çıkmış ve Kureyş kabilesini çağırmış, onlar da gelip toplanmışlar, Ebu Leheb de gelmiş idi. Hz. Peygamber buyurdu ki: Size bir düşmanın sabahleyin ya da akşamleyin gelip hücum edeceğini haber versem, beni tastik eder misiniz? Onlar da dediler ki: Evet, tastik ederiz. Çünkü hepsi de Resul-i Ekrem'in "Muhammed-ül Emin" olduğunu bilip itiraf ederlerdi. Onların arasında yüksek bir ahlak ile yetişmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki: Ben sizi ilerideki bir azaptan dolayı korkutucuyum. Yani öyle bir azaba uğramamak için İslam dinini kabul ediniz. Bu ihtarı dinleyen Ebu Leheb hemen inkara başladı: "Tebbenlek" (Vay sana!), sen bizleri bunun için mi davet ettin, dedi. Hz. Muhammed'e hakaret ederek oradan ayrıldı. İşte bu hadise üzerine Tebbet süresi nazil olmuştur:
Ebu Leheb'in iki eli helak oldu, kendisi de hüsrana uğradı.
Ona ne malı bir zenginlik verdi ve ne de kazandığı şey.
Bir alevli ateşe girecektir.
Odun yüklenmiş karısı da. (Odun yüklenme ifadesi fitne çıkaran insanlar için kullanılan bir deyimdir)
Boynunda bükülmüş bir ip olduğu halde -ateşe atılacaklardır-
Bu sürenin bir ve ikinci ayetlerinde dili geçmiş zaman ekleri kullanılmıştır. Allah-u teala mutlak ilmiyle Ebu Leheb'in başına gelecekleri kablel vuku, yani olmadan önce olmuş gibi bildiriyor. Ebu Leheb ve karısı İslam'a karşı çıkmanın, engellemenin dışında Peygamberimize başkaca birçok eza ve cefa yapmışlardır. Nitekim Ebu Leheb, Tebbet süresinde bildirildiği gibi; Bedir savaşından yedi gün sonra bir küçük sivilceyle başlayan kötü bir hastalığa yakalanmış, geçici olduğu ve bütün vücudu da koktuğu için çoluk çocuğu bile yanına yaklaşamamış ve feci bir şekilde ölmüştür. Üç gün sonra defnedilebilmiştir. Yani Tebbet süresinde bildirildiği gibi; çoluk çocuğu ve zenginliği ona bir fayda getirmemiş, hüsranla helak olup gitmiştir.
Ebu Leheb Peygamberimizin amcasıydı. Öksüz yeğeninin peygamberlik gibi yüce bir makama layık görülmesi sebebiyle gururlanması ve ona destek olması gerekirdi. Bu olmadı, hiç değilse sesini çıkarmaması ve ona hakaret etmemesi gerekirdi. Onun amca sıfatıyla bu tutumunun psikolojik ve sosyolojik etkileri diğer insanlara göre mutlaka farklı olmuş ve peygamberimizi de daha derinden incitmiştir.
Muhtemelen bu nedenle olacaktır ki; Ebu Leheb'den başka o dönem müşriklerinden hiçbirinin adı Kur'an'da geçmemektedir. Sadece Ebu Leheb. Ve Ebu Leheb adı İslam dininin yakınından, içinden çıkan ve ona düşmanlık eden bir simge isim olarak kalmıştır...
İnananlarla inanmayanlar olduğu sürece Ebu lehebler de hep var olacaklardır.
Amcası olması sebebiyle Ebu Leheb Hz. Muhammed'i fazladan ne kadar üzmüşse, incitmişse, bir İslam ülkesinde, İslam'ı inkar edenler, İslam'la alay edenler ve İslam'a hakaret edenler de bizleri o derece üzmekte ve incitmektedir.
En son MB'da bir yazarın İhlas süresindeki Samet kelimesinden (bütün kainatın ona muhtaç olduğu eşsiz varlık) yola çıkarak, buna inanmanın kul olmayı gerektirdiğini ve kul olmanın da birey olmayı engellediğini ve bir sürü olumsuz sonuçlara yol açtığını yazdı!
"Ne alaka" dercesine Doğu'daki töre olaylarının, sendikasız işçilerin, toplu sözleşme hakkı olmayan memurların, talep patlaması yapan hayat kadınlığının sorumluluğunu gitti İhlas süresine yükledi!
Yazdıkları arasında hiçbir mantıksal izdüşüm, hiçbir illiyet rabıtası bulunmamaktadır. Hakaret kastı o kadar açık ki... Gelen yorumlara verilen cevaplar da bu kastı doğrulamaktadır.
Şaşkınlık içerisinde okudum. Yazının hiçbir tutulacak tarafı yok, neresinden tutup, nasıl cevap vereceğimi, inanın bilemedim...
"Eğer bir varlığa muhtaçsanız birey değilsiniz" diyor...
İslam inancına göre her şeyi yaratan bir "külli" irade vardır ama bunun yanında her insanın sahip olduğu bir "cüz'i" irade de vardır. Öyle olmasaydı eğer insanlara sorumluluklar yüklenmezdi, emir ve yasaklar konmazdı, günah ve sevap, cennet ve cehennem olmazdı. Nasıl olsa her şeyi Allah yaratıyor o halde tek sorumlu da Allah'tır, denirdi...
Demek ki, cüz'i iradeyi insan yönetiyor, yani İslam'a göre insan, Allah'a kulluğun yanında aynı zamanda bireydir.
İnsanlığın o ilkel döneminde İslamiyet "Meşveret" kurumunu yani ortaya çıkan olaylar ve yeni durumlar hakkında insanların görüşlerini almayı ve öylece karar oluşturmayı getirmiştir. Buna Peygamberimiz de dahildir. Yine Peygamberimizden sonra dört halife seçimle tayin edilmişlerdir. Bütün bunlar bireysellik değil midir?
Töre ve devlet uygulamalarının kudret sahibi bir Allah'a inanmayla ne ilgisi olabilir?
Allah'ın zinayı yasakladığını düşünecek olursak, hayat kadınlığındaki talep patlaması bir kulluk mudur yoksa bir bireysellik midir?
Arkadaşa şu soruyu sormak istiyorum:
Dinin yasaklandığı Sövyetler Birliğinde, milliyetçiliği öne çıkaran Hitler'in Almanya'sında, Mussolini'nin İtalya'sında ya da Atatürk dönemi de dahil, 1950'ye kadar Türkiye'de yaşamış insanlar çok mu bireydiler?
Hala, istediğiniz partiyi iktidara getirmediler diye, özgür iradeleriyle oy kullanan yani birey olmaya çalışan insanlara olmadık hakaretler yapıyorsunuz!
Müesses nizamı israrla savunmakla, aslında sizler kulluğu savunup, kapı kulları istemiyor musunuz?
Yazar yazısının sonunda bireyselliğin adresi olarak Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözüne ve "Kardelenler"e atıfta bulunmuş...
Peki, Atatürk ilim demiş de asırlar öncesinden Hz. Muhammed ne demiş: İlim Çin'de de olsa gidip alın, demiş.
Kur'an, sayısız ayetlerde "düşünmez misiniz, akıl etmez misiniz?" uyarılarına ilaveten bir ayette "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" demiş...
Ve yine Hz. Ali, bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum, demiş...
Bu sözler sonucudur ki, Avrupa Ortaçağ karanlığını yaşarken, gerçek İslam'ın uygulandığı o dönemde, büyük bir İslam medeniyeti doğmuş ve bugünkü fen ilimlerinin temeli atılmıştır...
Bir Farabi, bir Biruni, bir İbn-i Rüşt, bir İbn-i Sina ve daha niceleri, yüce bir Allah'a kul olmanın dünya işlerinde birey olmaya engel olmadığının en açık göstergeleridir.
Arkadaş bu yazdıklarıyla kendisini Galileo'ya benzetmiş ve yalancı pehlivanlığa soyunmuş...
Galileo dünyanın döndüğünü söylediği için "Afaroz" edilmişti. Siz ne söylüyorsunuz ki!
Yoksa tevhit inancına karşı çıkarak, Gök Tengri'li, Yer Tengri'li ya da çoluk çocuklu "geniş aile" tanrıları olan bir dini mi savunuyorsunuz?
Çok merak ediyorum; mübarek Ramazan ayında, müslüman bir ülkede, inanan insanların inançlarini aşağılayıp sonra da o insanlara "Hayırlı Ramazanlar" demek nasıl bir duygudur acaba!
Kaynak: Ömer Nasuhi bilmen'in Kur'anı Kerim'in Türkçe Mealisi ve Tefsiri, Cilt: 8
tebbet yeda ebi lehebbin ve tebbe suresinin Anlamı
1- Ebu Leheb'in elleri kurusun (yok olsun o), zaten yok oldu ya.
2- Ne malı ne de kazandığı onu kurtaramadı.
3- (O), alevli bir ateşe girecektir.
4- Karısı da odun hamalı olarak (onunla beraber girecektir).
5-Boynunda da hurma lifinden bir ip olacaktır.
tebbet yeda ebi lehebbin ve tebbe suresinin Arapçası
سورة المسد (111) ص 603
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ {1} مَا أَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا
كَسَبَ {2} سَيَصْلَى نَاراً ذَاتَ لَهَبٍ {3} وَامْرَأَتُهُ
حَمَّالَةَ الْحَطَبِ {4} فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِّن مَّسَدٍ {5}
tebbet yeda ebi lehebbin ve tebbe suresinin Fazileti
düşmanın helaki için 1000 defa okunur
Tebâb, helâk ve helâke götüren hüsrân, emegi boşa çıkıp murâdına ermemek, yâni muvaffakiyetin zıddı olan „yüf olmak, yûh olmak, berbâd olmak" ma´nâlarina gelir. „Tebben leke, tebben lehü" ta´birleri, „yüf ona, yûh sana" gibi kötüleme ve bedduâ makaminda kullanilir
1. Ebû Leheb, Peygamber efendimizin (S.A.V.) amcası idi. Adı Abdul Uzza idi. Yanaklari pek kırmızı oldugu için ateşe benzetilerek bu lâkab kendisine verilmiştir. Ebû Leheb "Ateş babasi" anlamindadir. Peygamber efendimizin (S.A.V.) en azılı düşmanlarındandı. O´nun ardısıra yürür, Peygamber efendimiz (S.A.V.) bir şey söyleyince hemen O´nu yalanlardı. Bu sebeple Cenab-i Allah onun cezasini anlatarak söyle buyurdu: O, kadrini ve evsafini ancak Yaraticisinin bilebilecegi bir atese girecektir. Alevli bir atese girip orada yanacaktir. O ve karisi olan odun hamali Ümmü Cemil, bu alevli ateste yanacaklardir.
Rivâyete göre o kadin Peygamber efendimizin (S.A.V.) yoluna, toplamis oldugu dikenleri birakirdi. Peygamberle insanlar arasina düsmanlik tohumlari ekmek icin son derece caba sarfederdi. Fitne atesinin odunlarini toplar, insanlarla Peygamber arasinda bu atesi tutustururdu. Cenab-i Allah onun suretini daha cirkin bir sekilde tasvir etmek icin bakiniz ne buyuruyor: "Boynunda hurma lifinden örülmüs bir ip vardir." O kadinin bir gerdanligi vardi, Rasûlullah´in davetini engellemek ve O´na kötülük yapmak ugruna masraflari karsilamak üzere gerdanligini satmaya yemin etmisti. Iste Cenab-i Allah o gerdanligin yerine boynuna, saglam ipli bir gerdanlik gecirdi ki, boynunu iyice sIksIn. Cehen-nem atesinde o bagdan kurtulamasin. Denildi ki, bu mana onu tahkir etmek ve onu odun hamali sûretinde tasvir etmek icindir. Cünkü onunla kocasi son derece tekebbürlü olup Peygamber efendimizin (S.A.V.) yoluna tas koyuyorlardi.
tebbet yeda ebi lehebbin ve tebbe suresinin Tefsiri (fizilal'i Kuran)
111-Tebbet
111-Tebbet
1- Ebu Leheb'in iki eli kurusun, kurudu da!
2- Malı ve kazandığı kendisine fayda vermedi.
3- Alevli ateşte yanacaktır.
4- Karısı da odun hamalı olarak.
5- Boynunda sağlam hurma lifinden örülmüş bir ip bulunacaktır.
Ayette geçen "tebab" kavramı helak, yıkılış ve kopmak anlamına gelir. Ayet-i kerimedeki birinci "tebbet" bedduadır. ikinci "tebbe" kelimesi ise bu bedduanın
gerçekleştiğini ifade etmek içindir. Surenin girişindeki kısa bir ayet hem bedduayı hem de onun gerçekleştiğini ifade etmektedir. Böylece savaş sona ermekte
ve perde kapanmaktadır.
Giriş ayetinden sonra gelen kısım ise meydana geleni tasvir edip anlatmaktadır.
"Malı ve kazandığı kendisine fayda vermedi."
Elleri kurudu ve helak oldu. Kendisi kurudu ve helak oldu. Fakat buna rağmen ne malı ne de çabası kendisine bir fayda sağlamadı. Helakını ve yıkılışını
başından savamadı."
Bu onun dünyadaki hali idi. Ahirete gelince o:
"Alevli ateşte yanacaktır." Burada ateşin alevli olarak ifade edilişi, ateşin durumunu tasvir edip canlandırmaktadır. Onun alev alev yanışı ve yükselişini
çağrıştırmaktadır.
"Karısı da odun hamalı olarak" Bu ateşe onunla birlikte karısı da girecek-tir. Odun taşıdığı halde.
"Boynunda sağlam hurma lifinden örülmüş bir ip bulunacaktır." Bu iple o ateşte bağlanacaktır veya bu ip kendisinin odun taşıdığı iptir. Ayetin gerçek manası
verilip bunun diken olduğu söylenirse, bu ip de onun odun taşıdığı ip olur. Yahut mecazi mana verilir, bu durumda odun taşımaktan amaç kötülüğü taşımak,
eziyet ve fenalık uğrunda çaba sarf etmek olur.
Surenin ifade üslubunda derin bir ahenk bulunmaktadır. Atmosferine ve konusuna da uygun bir ahenk. Bu konuyu biraz açmak için "Kuran'da Kıyamet Sahneleri"
adlı eserimizden birkaç satır aktarıyoruz. Böylece bu surenin bizzat Ümmü Cemil'in üzerinde nasıl bir şok tesiri yaptığını ve onu nasıl şaşkına çevirdiğini
görmek istiyoruz:
"Ebu Leheb, alevli bir ateşe atılacaktır. Odun hamalı olan karısı da hurma lifinden örülü bir iple oraya atılacaktır."
Hem sözcükler arasında hem de tabloda bir ahenk var. Buradaki cehennem alevli bir ateştir. Ateşin babası Ebu Leheb ona yuvarlanmaktadır. Odun taşıyarak,
Muhammed'in yoluna diken atan ve böylece O'na eziyet etmeye çalışan karısı da (ifadenin gerçek ya da mecazi anlamı ile). Odun kendisi ile alevin meydana
geldiği nesnedir. Kadın odunları bir iple deste yapmaktadır. Orada alev alev yanan liften dokunmuş bir iple boynundan bağlanmasıdır. Herkes yaptığının
karşılığını görsün ve tablonun yalın içeriği tamamlansın diye. Odun ve ip, ateş ve alevin babası olan Ebu Leheb'in ve onun taşıyıcısı olan karısının oraya
yuvarlanışı!
Burada kelimelerin tonunda ve vurgusunda da başka bir ahenk görülmektedir. Sözcüklerden elde edilen sesle odun yüklerinin sıkılması ve boynun liften bir
iple çekilmesinden çıkan ses arasında bir uyum vardır. Burada odun demetlerini bağlamaya benzeyen bir sertlik bir sıkma görülmektedir. Aynı şey boyna ipin
takılıp çekilmesi için de söylenebilir. Ayrıca surenin tümüne yayılmış olan boğma ve tehdid atmosferi ile de uyum sağlamaktadır.
Böylece konuyu anlatan kelimelere yayılmış musiki, olayın tasviri ile ilgili tablolar bütün parçaları ile ve bölümleri ile bir uyum içine girmektedir. Sözler
arasındaki cinaslı uyumda, ifade tarzında, her şeyi dengiyle eşleştirme sanatında bu uyum gözükmektedir. Surenin atmosferi ve nüzul sebepleri ile de bir
ahenk içine girmektedir. İşte bütün bu sanatkar Kur'an'ın beş kısa bölümden oluşan en kısa surelerinin birinde ifadesini bulmaktadır.
İfadedeki bu güçlü ahenk nedeni ile Ümmü Cemil Hz. Peygamberin kendisini bir şiirle hicvettiğini zannetmiştir. Özellikle bu sure yayılıp içindeki tehdidi
yergiyi ve özellikle Ümmü Cemil'i aşağılayıcı tasvir edişiyle bu zan daha da kuvvetlenmiştir. Bu tasvir kendini beğenen, soyluluğu ve zenginliği ile övünen
bir kadını aşağılayıcı bir şekilde ortaya koymakta ve onun şu tablosunu çizmektedir: "Boynunda hurma lifinden örülmüş bir ip bulunacaktır." Hem de araplar-da
yayılan bu güçlü üslub ile.
İbni İshak der ki: Bana nakledildi ki: "Odun taşıyıcısı olan Ümmü Cemil kendisi ve kocası hakkında Kur'an'ın inen ayetlerini duyduğunda Hz. Peygambere geldi.
Bu sırada Peygamber Mescid-i Haram'da Kabe'nin yanında Ebu Bekir ile oturuyordu. Elinde avucunu dolduran koca bir taş bulunan Ümmü Cemil Peygambere ve
Ebu Bekir'e yaklaştığında yüce Allah onun Peygamberi görmesi engelledi. Sadece Ebu Bekir'i görüyordu. `Ey Ebu Bekir arkadaşın nerde? Onun beni hicvettiğini
duydum. Allah'a andolsun ki: Eğer O'nu görürsem bu taşı O'nun ağzı üzerine indiririm. Allah'a yemin ederim ki ben de şairim!' deyip sonra şu beytini okudu:
Karalayan birine baş kaldırdık. Kaçtık O'nun emirlerinden.
Sonra dönüp gitti. Ebu Bekir: "Ey Allah'ın Rasulü O seni görmedi mi?" diye sordu. Peygamber: `Beni görmedi. Allah beni onun gözünden sakladı.' karşılığını
verdi."
Hafız Ebu Bekir Bezzar -isnadı ile- ibni Abbas'tan şöyle bir rivayet aktarıyor: "Ebu Leheb'in elleri kurusun, kurudu da." suresi indiğinde Ebu Leheb'in
karısı geldi. Hz. Peygamber Ebu Bekir'le birlikte oturuyordu. Ebu Bekir O'na dedi ki; `bir kenara çekilsen de seni bir şeyle rahatsız etmese' dedi. Hz.
Peygamber şöyle buyurdu: `Onunla arama perde gerilecektir.' Kadın geldi. Ebu Bekir'i gördü. `Ey Ebu Bekir! Arkadaşın bizi hicvetmiş' dedi. Ebu Bekir: `Bu
binanın Rabbine andolsun ki hayır. O şiir söylemez ve böyle şeyleri ağzına almaz' dedi. Kadın, `Şüphesiz sen doğru söylüyorsun' dedi. Kadın gittiğinde
Hz. Ebu Bekir: `Seni görmedi mi?' diye Hz. Peygambere sordu. Hz. Peygamber, `Hayır, bir melek o gidinceye kadar beni ondan sakladı' buyurdu."
İşte kadın şiir zannettiği bu sözün etkisi ile bu kadar öfkelenmiş ve tıkanmıştı. (O sırada hiciv ancak şiirle yapılıyordu.) Ebu Bekir doğru olarak böyle
bir şeyin olmadığını ifade etmişti Ona! Fakat surenin ayetlerinde hakim olan hafife alma, bir duyguyu harekete geçiren aşağılayıcı tablo ebedi kitaba kaydedilmişti.
Artık varlığın sayfalarına da geçilmişti. Bütün bu varlık artık Ebu Leheb ve karısına Allah'ın ve Peygamberinin davasına karşı kurdukları tuzak yüzünden
Allah'ın gazabını ve onlarla savayı dile getiriyordu. Allah'ın davasına karşı tuzak kuranların dünyadaki cezası yıkım ve helak, aşağılanma ve alaya alınma,
ahrette ise ateşti. Bu tam onların yaptıklarına uygun bir cezaydı. Bunlara ilave olarak hem dünya hem de ahirette zillete işaret eden ipin verdiği eziyet
vardır.
Herhangi bir yanlışlık gördüğünüz zaman lütfen uyarınız. Şimdiden teşekkürler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder