10/23/2010

hz.ali

Hz. ALI B. EBU TÂLIB (r.a.)


Resulullah'in amcasinin oglu, damadi, dördüncü halife. Babasi Ebû Talib, annesi Kureys'ten Fâtima binti Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'i Hasan ve Ebû Tûrab (topragin babasi), lâkabi Haydar; ünvani Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrica 'Allah'in Arslani' ünvaniyla da anilir.


Hz. Ali küçük yasindan beri Resulullah'in yaninda büyüdü. On yasinda islâm'i kabul ettigi bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müslümanligi ilk kabul eden odur. Hz. Peygamber ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye Peygamberimiz sirkin kötülügünü, tevhidin manasini anlattiginda Hz. Ali hemen müslüman olmustu. Mekke döneminde her zaman Resulullah'in yanindaydi. Kâbe'deki putlari kirmasini söyle anlatir: "Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çikmak istedi. Kalkmak istedigim zaman kalkamiyacagimi anladi, omuzumdan indi, beni omuzuna çikardi ve ayaga kalkti. Kendimi istesem ufuklari tutacak saniyordum. Kâbe'nin üzerinde bir put vardi, onu sagdan soldan ittim. Put düstü, parça parça oldu. Resulullah'in omuzlarindan indim. ikimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 384).



Resul-u Ekrem, en yakin akrabasini uyarmak ve hakki teblig etmek hususunda Allah'u Teâlâ'dan emir alinca onlari Safa tepesinde toplayip ilâhî emirleri teblig edince, Kureys müsrikleri onunla alay etmisti. ikinci toplantiyi yapmasini Hz. Ali (r.a.)'ye birakti, Ali de bir ziyafet hazirlayarak Hasimogullarini davet etti. Resulullah yemekten sonra: "Ey Abdülmuttalibogullari, ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmis bulunuyorum.


Içinizden hanginiz benim kardesim ve dostum olarak bana bey'at edecek" dedi. Yalniz Ali (r.a.) kalkti ve orada Resulullah'a onun istedigi sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem, "Kardesimsin ve vezirimsin " diyerek Hz. Ali'yi taltif etti.


Hz. Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Ali'ye birakti ve o gece Hz. Ali, Resulullah'in yatagini da yatarak müsrikleri sasirtti. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber'i öldürmeye gelen müsrikleri oyalayarak onun yerine hayatini tehlikeye atmis, bu suretle Peygamber'e hicreti sirasinda zaman kazandirmistir. Hz. Ali, Peygamberimiz'in kendisine biraktigi emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamli yaninda bulundu, bütün cihat harekâtlarina katildi, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardi. Ayni zamanda kesif kolunun basindaydi; hakim noktalari tesbit ederek Hz. Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler isgal edilerek, Bedir'de önemli bir savas harekâtini basariya ulastirdi. Bedir gazasinin baslamasindan önce, Kureysliler'le teke tek dövüsen üç kisiden biriydi. Bu dögüste, hasmi Velid b. Mugire'yi kilici ile öldürdügü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardimina kostu ve onun hasmini da öldürdü. Kendisine "Allah'in Arslani" lâkabi ve Bedir ganimetlerinden bir kiliç, bir kalkan ve bir de deve verildi.


Hz. Ali, Bedir savasindan sonra Hz. Peygamber'in kizi Hz. Fâtima ile evlendi. Nikâhini Hz. Peygamber kiydi. O zamana kadar Resulullah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra ayri bir eve tasindi. Hz. Ali'nin, Hz. Fâtima'dan üç oglu, iki kizi dünyaya geldi. Hicret'in üçüncü yilinda Uhud savasinda, müslüman okçularin hatasi yüzünden müsrikler müslümanlarin üzerine saldirmislar ve Hz. Peygamber de yaralanarak bir hendege düsmüs ve düsman onun öldügünü yaymisti. Halbuki o sirada dögüse dögüse gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber'in içine düstügü hendege ulasarak, onu korumaya almisti. Iki tarafin da kazanamadigi bu savasta Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.


Uhud savasindan sonra Hz. Ali "Benu Nadr" Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapilan savasi bizzat idare etti. Bütün çarpismalarda Hz. Ali kahramanca dögüsmüs ve müsriklerin en meshur savasçilarini öldürmüstür. Hudeybiye barisinda sulh sartlarinin yazilmasinda o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya söyle basladi: "Bismillâhirrahmânirrahîm . Muhammed Resulullah...." Ancak müsrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, "Resulullah" yerine "Muhammed b. Abdullah" yazmasini Hz. Ali'ye söylemis fakat Hz. Ali "Resulullah" ifadesinin yaziminda israr etmistir.


Hz. Ali Mekke'nin fethi sirasinda yine sancaktardi. "Keda" mevkiinden Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte Kâbe'deki bütün putlari kirdilar.


Mekke'nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da bedevî olmalarindan, "müslüman olduk" anlamindaki "eslemna" kelimesi yerine "sabbena" dedigi için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayi duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayi telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin diyetini ödeyip magdur olanlarin zararlarini telâfi etmisti.


Huneyn gazasinda müslümanlar bir ara bozulup dagildilar. Sayilari binleri buldugu halde içlerinden ancak birkaç kisi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savasta yalniz sabirla tahammül etmekle kalmayarak gösterdigi yigitlik ve kumandanlikla islâm ordusunun kendi safinda toparlanmasini sagladi.


Resulu Ekrem hicretin 9. yilinda Tebük seferine çikarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazasi için Medine'de birakti, ancak bu sefere katilamadigi için müteessir oldu. Bunun üzerine Resulullah: "Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karsi o olmak istemez misin?" dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.


Berae suresinin ayetleri nazil olunca, Resulullah Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir müsrikin artik Kâbe-i serîfi bundan sonra haccedemeyecegini bildirdi.


bundan sonra haccedemeyecegini bildirdi. Yemen bölgesinin islâm'a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali "Bu çok güç bir is" dedi. Resulullah da "Ya Rabb, Ali'nin dili tercümani, kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak alarak Yemen'e gitti, kisa süren irsadlari sayesinde Yemen'in bütün Hemedan kabilesi müslüman oldu.


Hz. Peygamber'in vefati sirasinda, hücresinde bulunanlarin basinda geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife seçildigi sirada Hz. Ali Resulullah'in hücresinde tekfin ile mesgul idi.


Hz. Ömer devrinde devletin bütün hukuk isleriyle ilgilenip adeta islâm devletinin bas kadisi olarak görev yapti. Hz. Ömer'in sehâdeti üzerine yine devlet baskanini seçmekle görevlendirilen alti kisilik sûra heyetinde yer alip, bu alti kisiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.


Hz. Osman'in hilâfeti döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte islâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen sikayetleri hep Hz. Osman'a bildirmis ve ona hâl çareleri teklif etmisti. Hz. Osman'i muhasara edenleri uzlastirmak için elinden gelen gayreti sarfetti.


Hz. Osman'in sehâdetinden sonra islâm'in ileri gelen sahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah'in bir takdiri olarak son derece karisik bir dönem oldu. Hilâfete geçtiginde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karsi karsiya kaldi. Bu karisikliklar Cemel ve Siffin gibi iç çatismalari dogurdu. islâm devleti bünyesindeki bu ihtilâflari giderme konusunda büyük fedakârlik ve gayretler gösterdi.


Nihayet, Kûfe'de 40/661 yilinda bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafindan sabah namazina giderken yaralandi. Bu yaranin etkisiyle sehid oldu.


Hz. Ali devamli olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yaninda bulundugu için Tefsir, Hadîs ve Fikihta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah'in tabiri ile "ilim beldesinin kapisi" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanlari hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmis ve hilâfet dönemi iç karisikliklarla dolu olmasina ragmen islâm'in ögretilmesi ve ögrenilmesi hususunda büyük katkilari olmustu.


Medine'de duruma hakim olup yönetimi tam olarak eline aldiktan sonra ögretim için merkezde bir okul kurdu. Arapça gramerin ögretilmesini Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve ögretme isini Abdurrahman esSülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda ögretmenlik görevini Kümeyl b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyati konusunda çalisma yapmak üzere de Ubade b. esSamit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve hizmetlerini; maliye, ordu, tesrî ve kaza gibi bölümlere ayirarak yürütüyordu. Malî isleri, dagitma ve toplama diye iki kisma ayirmazdi.


Ümmetin malini ümmete dagitirken de son derece titiz davranirdi. Kendisine bir pay ayirma noktasinda gayet dikkatli olup, kimsenin hakkina tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi. Kendisini Kûfe'de görenler, kisin sogugunda ince bir elbisenin altinda tir tir titreyerek camiye gittigini aktarirlar. Devlet yönetici ve memurlarinin nasil davranmalari gerektigi konusunda su yönetmeligi hazirlamisti.


1. Halka karsi daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayin ve onlari azarlamayin .


2. Müslüman olsun olmasin herkese ayni davranin. Müslümanlar kardesleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandir.


3. Affetmekten utanmayin. Cezalandirmada acele etmeyin. Emriniz altinda bulunanlarin hatalari karsisinda hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .


4. Taraf tutmayin, bazi insanlari kayirmayin. Bu tür davranislar sizi zulme ve despotluga çeker.


5. Memurlarinizi seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemis ve devletin suçlarindan ve zulümlerinden sorumlu olmamis bulunmalarina dikkat edin.


6. Dogru, dürüst ve nazik kisileri seçin ve çikar ummadan ve korkmadan aci gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.


7. Atamalarda arastirma yapmayi ihmal etmeyin.


8. Haksiz kazanç ve ahlâksizliklara düsmemeleri için memurlariniza yeterince maas ödeyin.


9. Memurlarinizin hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiginiz samimi kisileri kullanin.


10. Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.


11. Halkin güvenini kazanin ve onlarin iyiligini istediginize kendilerini inandirin .


12. Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.


13. Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yigmalarina izin vermeyin.


14. El islerine yardim edin; çünkü bu yoksullugu azaltir, hayat standardini artirir.


15. Tarimla ugrasanlar devletin servet kaynagidir ve bir servet gibi korunmalidir.


16. Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak oldugunu hiç aklinizdan çikarmayin. Memurlariniz onlari incitmesin, onlara kötü davranmasin. Onlara yardim edin, koruyun ve yardiminiza ihtiyaç duyduklari her zaman huzurunuza çikmalarina engel olmayin .


17. Kan dökmekten kaçinin, islâm'in hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.


Hz. Ali bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Bes yillik halifeligi çok önemli olaylarla, savas ve sikintilarla geçmisti. Fitnelere karsi sonuna kadar dogru yoldan sabirla mücadele etmek istedi sonunda sehid oldu.


Hz. Ali Islâm'in bütün güzelliklerine vakifti. Çünkü o, Resulullah'in daima yaninda bulunmustu. Vahiy kâtibiydi, hâfiz, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den bes yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâmin nazariyatindan çok amelî keyfiyetine bakardi: "Halka anladiklari hadisleri söyleyiniz. Allah ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" (Buhârî, ilim) demistir.


Hz. Ali'nin, Hz. Fâtima'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adli ogullari ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adli kizlari oldu.


Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarisan, takva sahibi ve son derece cömertti. Medine'de müslümanlarin durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip, Resulullah'a gitti. Resulullah kiziyla damadinin arasina girerek: "Ben size hizmetçiden daha hayirlisini haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin" buyurdu. Yine bir gün yiyecek çok az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturduklari sirada kapilarina bir dilenci geldi, onlar da yemegi dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra su ayet-i kerime indi: "süphesiz en iyiler mizaci kâfur olan bir tastan içerler. Allah'in kullarinin tasira tasira içecegi bir kaynak. Adagi yerine getirirler ve serri yaygin olan bir günden korkarlar. içleri çektigi hâlde yiyecegi, miskine, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak Allah'in rizasi için doyuruyoruz, sizden bir karsilik ve tesekkür beklemiyoruz. Dogrusu biz oldukça asik suratli zorlu bir günden dolayi Rabbimizdan korkuyoruz' derler. Allah da bu günün serrinden onlari korur. Onlara parlaklik ve sevinç verir." (Insan, 5/11)


Hz. Ali'nin "Zülfikâr" adi verilen meshur bir kilici vardi. Kilicin agzi iki çatalli idi ve Hz. Ali'ye Resulullah tarafindan hediye edilmisti. Hz. Ali'nin cömertligi, insanîligi, Resulullah'a olan yakinligiyla edindigi büyük manevî miras onu yüzyillardir halk inançlarinda destani bir kisilige büründürmüstür. Bir gün onun dört dirhemi vardi. Birini açiktan, birini gizliden birini gündüz, birini de gece infak etti ve hakkinda su ayet-i kerime indi: "Mallarini gece ve gündüz, gizli ve açik olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katinda karsiliklari vardir ve üzülecek de degillerdir." (el-Bakara, 2/274).


Hz. Ali'nin peygamberimizden rivayet ettigi bazi hadis-i serifler: "Günah isleyen biri pisman olur, abdest alir namaz kilar ve günahi için istigfar ederse Allah'u Tealâ Nisâ suresinde 'Biri günah isler veya kendine zulmeder sonra pisman olup Allah'u Teâlâ'ya istigfar ederse Allah'u Teâlâ'yi çok merhametli ve af ve magfiret edici bulur' buyurmaktadir."


"Üzerinde farz namaz borcu olan kimse, kazasini kilmadan nafile kilarsa bos yere zahmet çekmis olur. Bu kimse, kazasini ödemedikçe Allah'u Teâlâ onun nafile namazlarini kabul etmez. "


"Malinizin zekâtini veriniz. Biliniz ki, zekâtini vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin namazi, orucu, hacci ve cihadi ve imani yoktur. "


Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Ali'ye buyurdu: " Ya Ali, altiyüzbin koyun mu istersin, yahut altiyüzbin altin mi veya altiyüzbin nasihat mi istersin ? " Hz. Ali dedi: "Altiyüzbin nasihat isterim." Peygamberimiz buyurdu: "su alti nasihate uyarsan altiyüzbin nasihata uymus olursun: 1. Herkes nafilelerle mesgul olurken sen farzlari ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri sünnetleri, müstehaplari ifa et. 2. Herkes dünya ile mesgul olurken sen Allah'u Teâlâ'yi hatirla. islâm'a uygun yasa; islâm'a uygun kazan; islâm'a uygun harca. 3. Herkes birbirinin ayibini arastirirken sen kendi ayiplarini ara. Kendi ayiplarinla mesgul ol. 4. Herkes dünyayi imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir. 5. Herkes halka yaklasmak için vasita ararken, halkin rizasini gözetirken sen Hakk'in rizasini gözet; hakka yaklastirici sebep ve vasitalari ara. 6. Herkes çok amel islerken sen amelinin çok olmasina degil, ihlasli olmasina dikkat et."


Hz. Ali buyurdu:


"Kisi dili altinda saklidir. Konusturunuz, kiymetinden neler kaybettigini anlarsiniz."


"Insanin yaslanip Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsiz Cennet'e girmesinden daha hayirlidir. "


"Kul ümidini yalniz Rabbi'ne baglamali ve yalniz günahlari kendini korkutmalidir. "


"Cahil, bilmedigini sormaktan utanmasin. Âlim, içinden çikamayacagi bir meselede en iyisini Allah'u Teâlâ bilir' demekten sakinmasin."


"Sizin için korktugum seylerin en basinda, nefsinin istegine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alikoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. "


"Amellerin en zoru üçtür. Bunlar; nefsin hakkini verebilmek, her halde Allah'u Teâlâ'yi hatirlayabilmek, kardesine bol bol ikramda bulunabilmektir. "


"Takva, hataya devami birakmak; aldanmamaktir . "


"Kalpler, kaplara benzer. Hayirli olani, hayirla dolu olanidir."


"Bana bir harf ögretenin kölesi olurum. "


Hz. Ali bu ümmetin en ileri gelenlerinden biri olarak isllâm'in bize kadar gelmesinde büyük rolü olan sahabelerdendir .


Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi






------------------------------------------------------------------------






Hz. Ali r.a.'in hilafet hakkindaki görüsü


Hz.Peygamber (s.a.s.). vefat edince, Müslümanlar kendilerini idâre etmek üzere Hz.Ebû Bekir r.a'i Devlet Baskanligina getirdiler.


Bilindigi gibi, Hz.Peygamber (s.a.s.), iki görevi birden üstlenmisti: Birisi, Allah'tan gelen vahyi, yâni ilâhi emirleri insanlara teblig etmek; ikincisi, bu vahiy hükümlerine göre, baskani bulundugu devleti yönetmekti.


Onun vefatiyla sadece vahiy degil, Peygamberlik de son buldu. Artik Peygamber gelmiyecek, inanan insanlar, son peygamber vasitasiyla gelen Kur'an'la ve bu son peygamber'in Sünnetiyle kendi yasamlarina yön verecek, düzenlerini kuracaklardir. Baska deyiçle, inanmak isteyen insanlar, yâni Müslümanlar, yasantilarinin her yönünü bu iki kaynaga göre tanzim edecekler, bu iki kaynaga ters düsen hayat kanunlarini tanimayacaklardir.


Bu iki kaynagin özü olan Islâm'i Allahu te'âlâ tek nizam kabul etmis ve bunun disinda kalan sistemleri tanimayacagini söyle ferman buyurmustur:


"Kim Islâm'dan baska bir din (top yekün bir hayât nizami) ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara ugrayanlardandir"(1)


Hz.Peygamber (s.a.s.)'in vefatiyla, kanun degil, kanunun tatbikçisi olan Hz.Muhammed (s.a.s.). Müslümanlar arasindan ayrilmistir. Dolayisiyle, onun ölümünden sonra, Müslümanlar yeni kaynaklara degil; zaten mevcut olan kaynaklari tatbik edecek bir insana, bir idâreciye muhtaçtilar. Yâni vakia, kanun boslugu veya yoklugu degil, lider yokluguydu; bu lideri bulmak lazimdi ki, bu ihtiyaci da, baslarina "Halife dedigimiz devlet baskanlarini getirerek giderdiler.


Halife seçimi


Hz.Peygamber (s.a.s.). kendi vefatindan sonra, Müslümanlari yönetmek üzere, sarahaten bir halife seçmek istemediginden çünkü buna yeteri kadar vakti vardi, halife seçim isi Müslümanlarin insiyatiflerine birakilmis; onlar da, Peygamber'lerinin vefatindan sonra, kendilerini yönetmek üzere Hz.Ebû Bekir r.a'i seçip biat' etmislerdir.


Hz.Ebû Bekir r.a'a biat etmis olmasina ragmen, daha sonraki senelerde, bazi grublar Hz.Ali r.a'i ona karsi göstermek istemisler ve maalesef bu sekilde baslatilan ihtilâf asirlarca sürmüs, binlerce Müslümanin ölümüyle neticelenen savaslara sebebiyet vermistir. Halbuki bunlar, dava arkadasi, cihâd ve siper ortaklariydilar. Bunlar, hayatlarini Allah'a hizmette yaristirmis olan insanlardi.


Iste, bu konuyu en güzel bir sekilde tahlil ettigine inandigimiz, Hz.Ali r.a'in bir konusmasiyla açiklamak istiyoruz.


Hz.Osman r.a'in sehid edilmesiyle baslayan ve Islâm tarihinde "el fitnet'ül kübrâ" (en büyük fitne) diye adlandirilan hareketten sonra, halife seçilmis olup, hilâfetini tanimayanlarla savasmak üzere Basra'ya gitmis olan Hz.Ali La'a, Ibnu'l Kevva' ve Kays b. Ibâd Basra'ya gidisinin sebebini sorup söyle dediler:


Bu konuda Resulullah'in bana bir ahdi yoktur


"Müslümanlarin karsi karsiya gelip birbirlerini öldürecekleri bu gelisin, Resulullah (s.a.s.)'in sana olan bir ahdi veya emriyle midir?" Hz.Ali r.a. su cevabi verdi:


"Bu konuda Resulullah (s.a.s.)'in bana bir ahdi olup olmadigini soruyorsunuz. Bana verilmis böyle bir ahid yoktur. Vallahi ona ilk inanan ben oldugum gibi, ona ilk defa yalan isnâd eden ben olmayacagim. Sayet bu konuda Resulullah (s.a.s.)'in bana bir ahdi olsaydi, Ebû Bekir ve Ömer'in onun minberine çikmalarina müsaade etmezdim, elimle onlarla savasirdim (Resulullah (s.a.s.)'in emri oldugu için. Fakat Resulullah (s.a.s.). ne öldürüldü, ne de aniden öldü. Hastaligi bir kaç gün ve gece devam etti. Müezzin ona namaz vaktini bildirmek içín geldiginde, O Müslümanlara namaz kildirtmak için Ebû Bekir'e emrederdi. Kaldi ki, benim orada oldugumu da görüyordu. Hanimlarmdan birisi (2) Hz. Peygamber (s.a.s.)'e, bu görevi Ebû Bekir'den almasini söyleyince kizdi ve "siz kadinlar Hz. Yusufun basini derde sokanlarsiniz, Ebû Bekir'i geçirin Müslümanlara namazi kildirsin!" dedi. Allah, Peygamberinin ruhunu alinca, isimize baktik ve Resulullah (s.a.s.)'in dinimiz için lâyik gördügünü dünyamiz için seçtik. Namaz, Islâm'in aslidir; o dinin emri, dinin diregidir. Biz (bunun için) Ebû Bekir'e biat ettik ve o bu isin ehliydi. Içimizden iki kisi dahi ona muhalefet etmedi. Ebû Bekir'e hakkmi edâ ettim ve ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri için de cihad ettim. Bana verdigini aldim, savasa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarini kendi kamçimla yerine getirdim. Ölünce, yerine Ömer geldi ve arkadasinin (yâni Ebû Bekir'in) yolunu takib etti, onun gibi hareket etti. Böylece Ömer'e biat ettik ve içimizden iki kisi dahi ona muhalefet etmedi. Hiç birimiz de baskasini ona tercih etmedik. Ömer'e hakkim edâ ettim ve


ona itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihad ettim. Bana verdigini aldim, savasa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarini kendi kamçimla yerine getirdim. Ölünce Hz. Peygamber (s.a.s.)'e olan akrabaligimi, Islâm'da önceligimi ve selefiyyetimi ve bu ise liyâkatimi düsünerek bu konuda baskasinin bana tercih edilmeyecegini sandim. Öldükten sonra, onun yüzündcn halifenin bir günah islememesi ve kendini mesuliyetten kurtarmak için Ömer hilâfeti çocuguna yasakladi ve yeni halifeyi seçmek üzere alti kisilik bir heyet seçti ki ben onlardan biriyim. O isteseydi oglunu seçebilirdi; yapmadi.


Heyet toplaninca, kimsenin bana tercih edilmeyecegini sandim. Abdurrahman b. Avf, kimi halife tayin ederse (3) ona kesinlikle itaat edilecegine dair bizden söz aldiktan sonra Osman b. Affan'in elini tutarak, eline vurdu ve biat etti. Ben de isime baktim. Ona itaatim ise, biatimdan önce oldu. Böylece Osman'a biat ettik. Ona hakkini edâ ettim ve itaat etmesini bildim. Onunla beraber askerleri içinde cihâd ettim. Bana verdigini aldim, savasa gönderince gittim; onun emriyle had cezalarini kendi kamçimla yerine getirdim.


Vurulunca, kendi isime baktim. Resulullah (s.a.s.)'in iki halifesi gitmis, birisi de vurulmustu. Haremeyn'deki (Mekke ve Medine'deki) ve iki bölgedeki Müslümanlar bana biat ettiler. Bunun üzerine birisi ortaya atildi ki, dengim degil; ne Resulullah (s.a.s.)'e olan akrabaligi benimki kadar yakin, ne ilmi benim ilmime denk ve ne de Islâm'daki önceligi benimki gibi eskiydi. Dolayisiyle ben bu ise ondan (yâni Muaviye'den) daha lâyiktim!"(4)


Degerlendirme


1. Hz. Peygamber (s.a.s.)., hilâfet konusunda kesin bir tavir takinmamis, kimseyi halife seçmemistir. Nitekim Hz. Ali'nin yukarida buyurdugu gibi, o bu konuda bir emir vermis olsaydi, onun emri kanun oldugundan, mutlaka yerine getirilirdi.


2. Namaz Islâm'm aslidir. Asilsiz, yâni temelsiz hiç bir sey düsünülemedigi gibi, namazsiz bir Islâm tasavvur edilemez. Hz.


Ali r.a. bunu delil kabul ederek, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in namaz için seçtigi imâmi, yâni devlet baskani olarak kabul ediyor.


3. Hz. Ali, kendinden önce biat ettigi halifelere kesin bir itaatla baglidir.


4. Hz. Ali, Hz. Muaviye'den de kendisine ayni sekilde itaat istiyor ve hilâfete kendisinin lâyik oldugunu söylüyor.


5. Asirlardir Müslümanlara kabul ettirilmeye çalisildigi gibi, Hulefayi rasidin birbirine düsman degillerdir. Öyle olsaydi, yâni Hz. Ali, Hz. Ömer'i sevmeseydi ona kizi Ümmü Gülsüm'ü verir miydi? Allah'in aslani olan Hz. Ali'nin korkudan "takiyye" yapip kizini Hz. Ömer verdigini düsünmek en azindan haksizlik olur.


6. O örnek halifelerin bir tek endisesi vardi: Islâm'in geregi gibi tatbiki!


Dipnotlar:






(1) Kur'ani Kerim, Ali Imran suresi, 85






(2) Hz. Ebû Bekir'in kizi Hz. Aise






(3) Abdurrahman b. Avf adayliktan çekildigi için, ona halifeyi seçme yetkisini sura vermisti






(4) Suyûti, Tarihu'l-Hulefâ, el-Kahire, 1964, s. 177-178






Kaynak: Prof. Ihsan Süreyya Sirma, Tarih suuru, Seha yayinlari






------------------------------------------------------------------------






HAKEM OLAYI


Hz. Ali ve Hz. Muaviye taraftarlari arasinda meydana gelen Siffin savasinda daha fazla müslüman kaninin akitilmamasi amaciyla düsünülen, Hz. Ali'nin Ebû Musa el-Es'âriyi Hz. Muaviye'nin ise Amr b. el-Âs hakem olarak tayin ettikleri ve adi geçenlerin H. Ramazan 37/M. Subat 657 tarihinde ortak bir karara varmak amaciyla biraraya gelip bu konuda hüküm vermek üzere anlastiklari olayin adi.


Hz. Osman'in sehid edilmesiyle ortaya çikan karisikligin, Hz. Ali'nin halife tayin edilmesiyle nisbeten hafifledigi görülmüs ve müslümanlar çogunlukla Hz. Ali'ye bey'at etmislerdi. Hz. Aise, Zübeyr, Tâlha ve Sam valisi Muaviye, Hz. Ali'ye bey'at etmeyenlerin basinda geliyorlardi. Bunlarin Hz. Ali'ye bey'at etmemelerinde Osman'in öldürülmesi olayinin Hz. Ali taraftarlarinca gerçeklestirildigi görüsü rol oynuyordu. Ancak Hz. Ali bu olaylarla uzaktan yakindan bir iliskisinin olmadigini, hatta zorla, istemedigi halde tahdit sonucu halife seçilmis oldugunu ileri sürülerek kendisine bey'at etmeyenlerin müslümanlar arasina nifak soktuklarini ifade etti. Hattâ daha sonra meydana gelecek olan Cemel vak'asinda dahi savastan eser yokken, gece vakti nifakçilarin Hz. Aise tarafina saldirmalari neticesi savas çikmis, Hz. Ali bu savasta sehid olan Hz. Zübeyr'e; "Ey Zübeyr, hatirlamiyor musun bir gün Ganemogullari mahallesinde beraberken Hz. Peygamber (s.a.s)'le karsilasmistik. Bize söyle demisti; "Ey Zübeyr bir gün Ali b. Ebî Talib'le savasacaksin ve o savasta sen ona karsi haksiz durumda bulunacaksin". Bunun üzerine Hz. Zübeyr, 'Vallahi hatirladim, seninle savasmayacagim' diyerek savastan vaz geçmeyi düsünmüs, ancak oglu Abdullah Onu zorlamisti (Ibnül-Esîr, el-Kâmil Fit-Tarih, terc. Ahmed Agrakça, III, 284, 349; Ebu'l-Fidâ, el-Muhtasar fî ahbâri'l-Beser, I, 173). Bundan da Hz. Ali'nin bu olayda hakli oldugu ve kendisine beyat edilmesinin gerektigi sonucu çikmaktadir. Nitekim Hz. Aise de bu savastan sonra gerçegi anlayarak Medine'ye evine dönmüstür.


Cemel Vak'asindan sonra Hz. Ali, Cerir b. Abdullah el-Becili'yi, kendisine bey'at etmeyen Muaviye'ye beyat almak amaciyla göndermis ve müslümanlarin Cemel vak'asindaki durumundan örnekler vererek kan dökülmemesini istemistir. Muaviye, Cerir'i bir süre oyalayarak Sam halkinin görüslerine basvurdu. Samlilar Hz. Osman'in kanini dökenlerle savasincaya kadar uyumayacaklarina ve intikam almaya dair yemin etmis olduklarini söylediler. Diger taraftan Muaviye Hz. Osman'in kanli gömlegini Dimask'ta mescide asarak halka teshir etti. Muâviye, danismani Amr b. el-Ass ve Sam ileri gelenleriyle görüserek Hz. Ali'ye beyat etmeyecegini söylemis ve Cerir b. Abdullah'i geri göndermisti (Ibn Kesîr, el-Bidâye, VII, 254).


Cerir, Hz. Ali'ye gelerek olanlari anlatti. Muaviye'nin kendisi aleyhine hazirlik yaptigini hatirlatarak Hz. Ali'yi bu konuda uyardi. Bunun üzerine Hz. Ali Medine'deki müslümanlari ve onlara tabi olanlari toplayarak Muaviye üzerine hareket etti. Iki ordu Siffin ovasinda karsilastilar. Hz. Ali, Besir b. Amr el-Ensârî, Saîd b. Kâys el-Hemdâni ve Sebes b. Rabî' et-Temimi'yi göndererek itaat etmesini bildirmelerini söyledi. Ancak Muaviye, itaate yanasmayarak diretti. Hicri 36 yili zilhicce ayina kadar savas öncü birlikler ve mübarezeler seklinde devam etti (Ibnü'l-Esîr, a.g.e, III, 285; Ebu'l Fida, el-Muhtasar, I,175). Haftalarca karsilikli elçi gönderme seklinde geçen olaylar Hz. Ali'nin Muaviye'nin beyat etmeyecegine kanaat getirerek muharrem ayindan sonra hakka su ilani yaptirmasiyla son buldu: "Mü'minlerin emiri der ki: Hakk'a dönmeniz ve ona yönelmeniz için sizi tesvik etmek istedim. Size, Allah'in kitabiyla delil getirdim ve ona davet ettim. Siz ise taskinliktan, azginliktan vazgeçmediniz. Hakk'a icabet etmediniz. Ben de size ayni sekilde ahdimi bozdum. Zira Allah hâinleri sevmez" (Ibnu'l-Esir, a.g.e, III, 298). Bu ilan sonunda Sam halki emir ve reislerine sigindilar.


Yüzon gün boyunca devam eden bu bekleyis, safer ayinin dördüncü günü baslayan savasla son bularak Hz. Ali taraftarlarinin saldirisiyla alevlenmisti. Ester en-Nehâî'nin basarisi Hz. Ati taraftarlarinin Muaviye'nin karargâhina kadar varmalarini saglamis ve beyat edenleri üstün bir duruma geçirmisti. Bu sirada Ammâr b. Yâsir Sehid düsmüs, bunu Veysel el-Karanî izlemisti. Bunlarin sehid oldugunu duyan Muaviye'nin bas komutani Amr b. el-Ass, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in "Ammâr âsîler tarafindan öldürülecek" (Buhârî, Salât 63; Müslim, Fiten 70, 72, 73; Tirmizî, Menâkib 34) hadisini hatirlayarak savastan vazgeçmeyi düsündü. Ancak Muaviye'nin baskisiyla vazgeçti ve Muaviye ona sonlarinin kötüye gittigini, Hz. Ali'nin kendilerini öldürecegini söyleyerek derhal bir seyler yapip Ali safindaki müslümanlari durdurmasini söyledi: "Haydi bakalim maharetini göster ey Ibnü'l-Ass, yoksa mahvolduk demektir" diyerek Amr'i önledi. Bunun üzerine Amr da Muaviye askerlerine "Ey nâs! Kimin yaninda Mushaf varsa mizraginin ucuna takarak havaya kaldirsin" diye hitab etti (Hasan Ibrahim Hasan, Târih'ul-Islâmü's-Siyâsî, I, 400). Amr, bu hareketinin Hz. Ali taraftarlari üzerinde büyük bir etki gösterecegini biliyordu ve nitekim öyle oldu. Müslümanlar Kur'ân'a karsi gelemezlerdi. Basra kurrâsindan Mis'ar b. Fedeki ile el-Esas b. Kays'in baskanliginda bir grubun baskisiyla Hz. Ali de savasi birakmak zorunda kalmisti. Hatta tehdit edilerek kendisine söyle denildi: "Allah'in kitabina çagrildiginda ona uy, yoksa seni kalabaliga birakiriz veya Osman'a yaptigimiz gibi yapariz!..."


Bunun üzerine Hz. Ali "Ey Allah'in kullari: Hakkinizi almaya ve dogru olan isinizi yapmaya devam edin. Zirâ Mu'âviye, Amr bin-Ass, Ibni Ebi Muaye, Habib b. Mesleme, ibni Ebi Seher ve Dahak b. Kays dine ve Kur'ân'a sahip ciddi ve samimi insanlar degillerdir. Ben onlari sizden daha iyi bilirim..." Fakat bu tür konusmalari bir fayda vermedi. Askerler: "Biz Kur'ân'a karsi kendimizi ortaya atip meydan okuyamayiz, Hz. Ali'nin sözlerini kabul edemeyiz" diyerek savasmaktan vazgeçtiler (Ibnu'l-Esîr a.g.e. 321, 322, Dogustan günümüze büyük Islâm tarihi, II, s. 244; Irfan Abdulhamit, Islâm'da itikâdî mezhepler ve Akaid esaslari, tic. M. Saim Yeprem s., 82).


Böylece sulhun akdedilmesi konusunda, Kurrâ ehlinin büyük tesiri olmustur. Kurrâ ehli, müslümanlarin arasindaki sorunun çözümünde Kur'ân'i hakem olarak kabul ve tavsiye ediyorlar, herkesi de bu görüse göre yönlendirerek Hz. Ali'nin de bu görüsü benimsemesi için ona baski yapiyorlardi. Sonunda Hz. Ali, Muâviye'ye elçi olarak gönderdigi komutani Ester'i geri çagirarak; "yaziklar olsun! Ester'e söyleyin geri gelsin. Zira fitne çikti: Artik harbi birakmaktan baska çare yok" diyerek sulhe ister istemez razi oldu... Sonra Muaviye'ye Es'as b. Kays'i göndererek ne istedigini ögrenmesini söyledi. Hz. Muâviye gelen elçiye; "Siz ve biz Allah'in kitabinda emrettigi seye dönecegiz. Sizden, razi oldugunuz bir kisiyi gönderiniz, biz de bir kisi göndeririz ve bu kisilerin Allah'in Kitabinda olan hükümle karar vermelerine, Kitaptan sasmamalarina dair onlardan söz aliriz. daha sonra da anlastiklari seye uyariz (Ibnü'l-Esîr a.g.e; 323), diyerek planini açikladi. Es'as bu teklifi alarak disariya çikti ve bazen bizzat kendisi okumak suretiyle bazen de halka verip okutmak suretiyle ilân etmeye basladi. Nihayet Temim ogullarindan bir gruba götürdü. Aralarinda Urve b. Üdeyye'nin de bulundugu bu grup, sözkonusu mektubu okuyunca Urve b. Üdeyye "Allah'in emri dururken tutup ta baska sahislari mi hakem tayin ediyorsunuz? Oysa Allah'tan baska hiç kimsenin hüküm verme yetkisi yoktur" (La hükme illa lillah) dedi.


Hakemlerin seçimi konusunda Muâviyenin tayin edecegi kisi belli idi ki bu Amr b. el-Âs'dan baskasi olamazdi. Ancak Hz. Ali taraftarlarindan Es'as ve ona tabi olanlar da "biz Ebû Musa el-Esâri'ye raziyiz" dediler. Bunun üzerine Hz. Ali "siz daha isin basinda bana isyan ettiniz, su an bana karsi gelmeyiniz" diyerek Ebû Musa hakkindaki endisesini açikladi ve onlara ihtarda bulundu. Hz. Ali'ye göre Ebû Mûsa el-Es'ârî insanlari Muâviye tarafina yönlendirerek kendi sirlarini onlara anlatiyordu Ancak taraftarlari Ebû Musa üzerinde direttiler. Hz. Ali de bunlarin görüslerine istemeyerek de olsa uymak zorunda kaldi. Hz. Ali'nin bu kanaati ise Hâricilerin ortaya çikmasi neticesinde dogrulanmis oluyordu. Onlarin da yanlis davranislari hem yeni bir sapik firkanin dogmasina hem de bir çok kimsenin itikadinin bozulmasina yol açti (Taberî III; Ibnü'l-Esir a.g.e 330-331). Iki taraf, arasinda hakem tayini ile ilgili sözlesmeyi yazarak bunun kabul ve tasdikini garanti altina aldilar. Sözlesmenin özeti söyle idi: "Bismillahirrahmanirrahim". Bu, üzerinde Ali b. Ebi Talib ve Muâviye b. Ebi Süfyan'in anlastigi bir metindir, Allah'in hükmüne ve Kitabina göre hareket edecegiz. Bizi Allah'in kitabindan baskasi birlestiremez. Allah'in Kitabi bastan sona kadar elimizde oldugundan, onun dirilttigini bir de diriltir; terkettigini biz de terkederiz. Her türlü hükmünü kabul ederiz. Iki hakem; Ebû Musa Abdullah b. Kays el-Es'ârî ve Amr b. el-Âs el-Kureysî, Allah'in kitabinda ne bulurlarsa onunla amel edeceklerdir. Allah'in kitabinda bulamadiklarini, bir araya getirici âdil sünnette arayacaklardir. Ali ve Muâviye, Allah'a karsi ahid ve misak içindedirler. Her biri derler ki: "Ben bu sahifedeki seye raziyim." Abdullah b. Kays el-Es'arî ve Amr b. el-Âs, Allah adina yemin etmislerdir. Karâri Ramazan ayina ertelemislerdi. Sonra ikisi, bu sayfada olan sey üzerine: bu husuta zulüm ve saptirmak isteyen ve bu sahifede olan seyi terkeden kimseye karsi sâhitlerin yardimci olacaklarina dair sehadetlerini yazarlar. Onbes safer, hicrî 37."


Iki hakem yetkilerini gösteren sahifeleri alarak Ramazan 37 H. (M. 657)'de bir araya geldiler. Erzuh'ta Dumetü'l-Cendel'de her iki taraftan dörtyüzer kisilik birer grup hakem kararini almak üzere toplantiya katildi. Iki hakem önce niçin toplandiklarini konusarak karara vardilar. Bunun amaci halkin arasindaki gerginligi azaltmakti. Önce Amr söz aldi. "Hz. Osman'in haksiz olarak öldürdügü fikrine katiliyor musun?". Ebû Musa "evet" diyen Amr, el-Isrâ suresi 33. âyette haksiz yere insan öldürülemeyecegini gösteren delilini ileri südü. O halde ey Ebû Musa! Seni Hz. Osman'in velisi Muâviye'ye karsi çikaran nedir? O Kureystendir deyince Amr da Hz. Ali'nin Peygamber (s.a.s.)'in soyundan oldugunu ve damadi olarak Muâviyeden önce geldigine isaret etti. Bu tür çekismeler uzun bir süre daha devam etti. Onlar sulhün böyle devam edemeyecegini, hem Hz. Ali hem de Muâviye'ye bey'at edilmemesi gerektigine inanarak fikir birligine vardilar. O halde yeni halife müslümanlar tarafindan seçilmeliydi. Simdi yapilacak is bu kararlarini müslümanlara bildirmeye gelmisti. Bu karari cemaate açiklamak üzere Ebû Musa minbere çikti ve Allah'a hamd ve senadan sonra "Ey nas! Biz ümmetin durumunu düsünüp bir formül bulmakta epey zorlandik. Hem benim, hem de Amr'in görüsü sudur: Hz. Ali ve Muâviye'yi hilâfetten uzaklastirmak ve ümmetin kendisinin istedigi birisini hafife tayin etmelerini saglamak gerekir. Bundan dolayi ben, Hz. Ali ve Muâviyeyi hilâfet görevinden aliyorum" dedi. Sira Amr'a gelince O da minbere çikti ve söyle konustu; "Süphesiz Ebû Musa'nin söylediklerini duydunuz. O Ali'yi görevden almistir. Ben de onun yerine Muâviye'yi halife tayin ettim" deyince herkes saskinliktan ne yapacagini, ne diyecegini bilemedi. Bu karara Ebû Musa derhal itiraz ederek " Sana ne oluyor ki anlasmaya ihanet ediyorsun, sen facir oldun. Allah seni basariya ulastirmasin" diyerek orayi terketti. (Ibnü'l-Esîr a.g.e 340).


Ebû Musa bu olaydan duydugu utanç ve üzüntü üzerine insanlardan uzaklasmak amaciyla Mekke'ye giderek orada yalniz basina yasamayi tercih etti. Bu olay üzerine müslümanlar dagilmis, Muâviye kendisini mesrü halife ilan ederek Islâm tarihinde çift halife dönemi baslamistir. Bu durum Hz. Hasan'in elinden halifeligin alinmasina kadar devam etmistir. Ancak Hz. Ali hiç bir zaman Muâviye'yi mesru halife olarak tanimamis, sehîd edilinceye kadar Sam hariç bütün müslümanlarca halife olarak kabul edilmistir.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...