Resul-i Ekrem (s. a. a) mescide (Medine Mescidi) girdi. Gözü her biri halka şeklinde oturmuş iki gruba ilişti. Birinci grup ibadet ve zikirle, diğeri ise öğrenmek ve öğretmekle meşguldü. Her iki gurubu gözden geçirdi; onları görmekten sevindi, hoşnut oldu. Kendisiyle beraber olanlara dönerek şöyle buyurdular:...“Lakin ben öğretmek için gönderilmiş bulunuyorum.” Hemen sonra kendisi, öğrenmek ve öğretmekle meşgul olan topluluğa doğru yaklaşarak onların oluşturduğu halka arasına oturdu.
Medine mescidi, İslamın başlangıç devrinde, yalnız namaz farizalarının edası için değil, ayni zamanda müslümanların dini ve içtimai hareket ve faaliyetlerinin de merkezi olan bir camiydi. Her zaman halkın toplanması gerektiğinde halkı mescide hazır olmaya davet ederlerdi ve halk her önemli haberden, orada haberdar olurdu. Yeni bir karar alındığında orada halka ilan edilirdi. Müslümanlar, Mekke’de bulundukları zaman her türlü hürriyetten ve toplumsal faaliyetlerden mahrumdurlar. Ne dinlerinin gerektirdiği şeyleri rahatça yapabiliyorlar, ne de dini talimatlarını hürce öğrenebiliyorlardı.
Bu durum, islamın, Arabistan’ın diğer hassas bir noktasına nüfuz etmesine kadar devam etti. Adı Yesrib olan bu yer, sonraları Medine tün nebi yani Peygamber şehri olarak bilindi. Peygamber-i Ekrem, o şehir halkının teklifiyle ve verdikleri sözle bu şehre hicret buyurdu. Diğer müslümanlar da bu şehre tedricen hicret ettiler. Müslümanların faaliyetlerinin serbestliği bu zamandan itibaren başladı. Resul-i Ekrem’in hicretten sonraki ilk işi bir yeri seçerek dostların ve ashabının yardımıyla bu mescidi orada kurmak oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder