4/13/2010

LÜGAT-U-Ü-V-Y-Z


U

ubûdiyet: ibadet, kulluk etme.

ubûdiyetkârâne: kulluk edercesine.

ubûr: geçme.

ucb: ibadetiyle gururlanma.

ucûbe: şaşılacak şey.

udûl: yoldan çıkma, sapma.

ufk: ufuk.

ufkî: ufka ait, yatay.

ufûl: batma, kaybolma.

ufûnet: pis koku, iltihap.

uhde: sorumluluk, söz verme.

uhdûd: hendek, yarık.

uhrâ: başka, diğer, sonra.

uhrevî: âhiretle ilgili.

uhrevîye: âhiretle ilgili olan.

Uhud: Hicazda bulunan mübarek bir dağ.

uhûd: yeminler, anlaşmalar.

uhuvvet: kardeşlik.

uhuvvetkârane: kardeşcesine.

ukad: ukdeler, düğümler.

ukalâ: akıllılar, akıllılık taslayanlar.

ukbâ: öbür dünya.

ukde: düğüm, bilmece.

ukke: tulum, deri kap.

ukubât: cezalar.

ukuk: ana babaya isyan.

ukul: akıllar.

ûlâ: ilk, birinci.

ulemâ: âlimler.

ulemâüssû: kötü âlimler, dünya için dinini feda eden bilginler.

ulûfe: yeniçeri maaşı.

ulûhiyet: ilâhlık, kısaca "ibadet edilmeye lâyık olan yegâne mabud bütün varlıkları yaratan Allahtır" diye ifade edilebilen hakikat.

ulûm: ilimler.

ulülazm: pek büyük zatlar.

ulülemr: Müslümanların idarecisi.

ulüvv: büyüklük, yücelik.

ulüvvücenâb: büyüklük ve yücelik.

ulvî: yüce.

ulvîye: değeri yüce.

ulvîyet: yücelik.

ulyâ: pek yüce.

umde: ilke, temel fikir.

umman: derya, okyanus.

umrân: medenilik.

umre: farz olmayan hac.

umûm: bütün, herkes.

umûmî: genel, herkesle ilgili.

umûmîyet: genellik.

umûr: işler, emirler, hususlar.

unf: sertlik, kabalık.

unsur: parça, element, madde, kök.

unsurculuk: milliyetçilik, ırkçılık.

unsurî: unsurla ilgili.

unsûriyet: unsurluk, ırkçılık.

unsûriyetperver: milliyetçi, ırkçı.

unzur: nazar et, bak!

urba: elbise.

urbân: çöl Arapları.

urcun: kurumuş hurma dalı.

urefâ: ârifler.

urgan: ip, halat.

urûc: yükselme, çıkma.

urûk: ırklar, kökler.

urve: tutulacak yer, kulp.

urvetülvüska: sağlam kulp, islâmiyet.

usâre: özsu.

usr: zorluk.

usûl: tarz, metod, yol, düzen, temel, asıl, esas.

usûlî: usûlle ilgili.

usûlüddin: dinin temelleri.

uyûb: ayıplar.

uyûn: pınarlar.

uzlet: yalnızlık.

uzlethâne: yalnız kalınan yer.

uzmâ: büyük.

uzuv: organ.

uzv: uzuv, organ.

Uzza: islâmdan önce Kâbede bulunan putlardan biri.



Ü

ücrâ: uzak, pek uçta.

ücret: işin karşılığı.

üdebâ: edebiyatçılar.

üftâde: düşkün, çaresiz.

ülfet: alışma, alışkanlık.

ümem: ümmetler, milletler.

ümerâ: emirler, beyler.

ümid: umut.

ümidkârâne: ümit edercesine.

ümidvâr: ümitli.

ümm: anne.

ümmehât: analar.

ümmet: bir peygambere inanan topluluk.

ümmetî: ümmetim!

ümmî: okuma yazma bilmeyen.

ümmîyet: ümmilik.

ünsiyet: alışkanlık, dostluk.

ünsiyetkâr: birbirine alışmış.

ünsiyetkârâne: birbirine alışmışçasına.

ünûset: dişilik.

ünvân: nam, lâkap.

üryan: çıplak.

üserâ: esirler.

üslûb: anlatım biçimi.

üslûbperest: üslûba aşırı düşkün.

üslûbşiken: üslûbu bozan.

üss: esas, kök, temel.

üssülesâs: esasların esası.

üstad: ilimde ve sanatta üstün olan kimse, büyük muallim.

üstadane: üstad gibi.

üstûre: efsane, uydurma hikâye, mitoloji.

Üzeyir: Kurânda adı geçen mübarek bir zat.



V

vaad: söz verme.

vaaz: dini konuşma.

vâbeste: bağlı.

vâcib: mecburi, farza yakın hüküm.

Vâcibülvücûd: varlığı zaruri olan Allah.

vâcid: zaruri varlık.

vâd: vaad, söz verme.

vâde: belirli süre.

vâdî: iki dağ arası uzun çukur.

vâesefa: esefler olsun, yazık!

vâfi: tam, yeter.

Vâfî: vefalı, kendini seveni unutmayan, ilgisini kesmeyen.

vaftiz: Hıristiyanların dine gireni kutsal suya sokma merasimi.

vâha: çöl ortasında yeşillik.

vahamet: güçlük, tehlike.

vâhasretâ: ah özledim!

vahdânî: "bir" olmakla ilgili.

vahdâniyet: Allahın "bir" olması.

vahdet: birlik, teklik.

vahdetişuhûd: görüşte birlik.

vahdetivücûd: varlıkta birlik.

Vahhabîlik: dinin bazı konularında aşırılıkları olan bir anlayış.

vâhî: mânâsız, saçma.

vâhib: bağış yapan, veren.

vâhid: yalnız, tek.

vâhidikıyâsî: birim, "metre" gibi.

vâhidiyet: birlik, teklik.

vahîm: korkutucu, tehlikeli.

vahîme: kuruntu veren his.

vahiy: Alah tarafından peygambere bildirilen kesin bilgi.

vahşet: ürkütücü yabanilik.

vahşetâbâd: korku veren yabani yer.

vahşetengiz: vahşet veren.

vahşetgâh: korkutucu yer.

vahşetzâr: vahşet yeri.

vahşî: yabanî, ürkek, merhametsiz.

vahşîyane: vahşice.

vahy: vahiy, ilâhî makamdan peygambere inen yüce mânâlar.

vaîd: cezalandıracağını söyleme.

vâiz: vaaz eden, öğüt veren.

vakâ: olup biten, hâdise.

vakâhat: arsızlık, utanmazlık.

vakahet: ibadet.

vakânüvis: resmî tarih yazarı.

vakar: ağırbaşlılık, ciddiyet.

vakayi: olaylar, vakalar.

vakf: alıkoyma, bağış.

vakfe: durak.

vakfetmek: Allah için vermek.

vakıa: olmuş, var olan.

vakıat: olanlar, olmuşlar.

vakıf: hayır kurumu, malı.

vâkıf: bilen, Allah için veren.

vâkıfane: derinlemesine bilerek.

vâki: olan, var olan.

vakit: zaman.

vakt: vakit, zaman.

vaktaki: ne zaman ki.

vakûr: ağırbaşlı.

vâlid: baba.

vâlide: ana, doğuran.

vâlideyn: ana ile baba.

vallâhi: Allah için.

varak: yaprak.

varaka: yaprak, kâğıt parçası.

vâreste: affedilmiş, kurtulmuş.

vârî: "gibi, benzer" mânâsında son ek.

vârid: erişen, gelen, gelir.

vâridât: gelirler.

vâris: mirasa konan.

varta: uçurum, tehlike.

vasat: orta hâlli, normal.

vasatî: ortalama.

vasf: vasıf, sıfat, nitelik.

vasfetmek: özelliklerini saymak.

vasıf: sıfat, nitelik.

vâsıl: kavuşan, ulaşan, erişen.

vâsılîn: kavuşanlar, erişenler.

vâsıt: ortada bulunan.

vâsıta: araç.

vasî: geniş.

vasîa: genişçe.

vasiyet: kişinin öldükten sonra yapılmasını istediği şey.

vasiyetname: vasiyet yazısı.

vasl: kavuşma.

vassaf: özellikleri tanıtan.

vatan: yurt.

vatanperver: vatansever.

vâveyla: çığlık, yaygara.

vaz: koyma, bırakma.

vâz: vaaz, dinî öğüt.

vazetme: koyma, bırakma.

vazıh: açık, belli.

vazıhan: açık açık.

vazife: görev, yapılacak iş.

vazifedâr: vazifeli, görevli.

vazifedârâne: vazifeli gibi.

vazifeperver: görevini seven.

vazifeşinâs: görevini seve seve yapan.

vazifeten: görevli olarak.

vaziyet: durum, hâl, duruş.

vebâ: bir salgın hastalık.

vebâl: şiddet, ağırlık, günah.

vecd: ilâhî aşka dalarak kendinden geçme.

vech: vecih, yüz, tarz, ön, alın, sebep, ilgi.

veche: yan, taraf, yüz.

vecîbe: borç hükmünde vazife.

vecih: güzel, hoş, uygun.

vecih: yön, yüz.

veciz: zengin mânâlı kısa söz.

vecîze: zengin mânâlı kısa söz.

vêd: kız evladı diri diri toprağa gömüp öldürme âdeti.

vedâ: ayrılık.

vedânâme: veda yazısı.

vedîa: emanet.

Vedûd: çok sevilen, Allah.

Vedûdiyet: sevilir olma, kendini sevdirme.

vefa: sözünde durma, kendini seveni unutmama, ilgiyi kesmeme.

vefadâr: vefalı, dostluğu devamlı.

vefadârâne: vefalı olarak.

vefakâr: vefalı.

vefakârâne: vefa göstererek.

vefat: ölüm.

veffakakümüllah: Allah başarılı kılsın.

vefik: arkadaş, uygun.

vefiyât: vefatlar, ölümler.

vehâmet: güçlük, tehlike.

vehbî: Allah vergisi.

Vehhâb: çok ihsan eden, bağışlayan, Allah.

Vehhâbî: Vehhabilik anlayışından olan.

Vehhâbîlik: bazı konularda aşırılıkları olan dinî bir anlayış.

Vehhâbîyet: Allahın bol bol ihsan etmesi ve bağışlaması.

vehham: vehimli, kuruntulu.

vehim: belirsiz korku, kuruntu.

vehm: vehim, kuruntu.

vehmî: vehimle ilgili.

vehn: gevşeklik.

vekâlet: vekillik, bakanlık.

vekâleten: başkası adına.

vekâletnâme: vekil etme yazısı.

vekayî: vakalar, olaylar.

vekezâ: ve bu da öyle.

vekîl: başkası adına iş gören.

velâdet: doğma, dünyaya gelme.

velâyât: velîlikler.

velâyet: velîlik, ermişlik.

veled: oğul, yavru, çocuk.

velediyet: birinin çocuğu oluş, Hıristiyanların isa aleyhisselâma hata ile "Allahın oğlu" demeleri.

velehresân: şaşkınlık veren.

velev: olsa da, bile.

velhâsıl: sözün kısası.

velî: eren, ermiş, evliya.

velî: sahip, gözetici, koruyucu.

velîahd: padişah adayı.

velîme: düğün yemeği.

velînîmet: nimet veren.

velîyyullah: Allahın velî kulu.

velûd: pek verimli.

velvele: gürültü, patırtı, şamata.

verâ: günahtan şiddetle kaçınma hâli.

verâ: öte, arka, geri.

verâset: mirasçılık, irsiyet.

verese: varisler, mirasçılar.

vesâik: belgeler.

vesâil: vesileler, araçlar.

vesâir: ve diğerleri.

vesâit: vasıtalar, araçlar.

vesâyâ: vasiyetler, tavsiyeler.

vesâyet: başkası adına iş yapma.

Vesenî: yıldıza tapan.

vesika: belge, senet.

vesile: yol, hedefe ulaştıran şey.

vesm: damga, işaret, dağlama.

vesselâm: işte bu kadar!

vesvas: vesvese veren.

vesvese: kuruntu, gereksiz kaygı.

veyl: vay hâline, yazık!

vezaif: vazifeler, görevler.

vezin: ölçü, tartı.

vezir: padişah yardımcısı.

vezne: para alınıp verilen yer.

veznedâr: vezne memuru.

vicâhen: yüz yüze.

vicdân: insanın iyiyi kötüden ayırma hissi.

vicdânen: vicdan bakımından.

vicdânî: vicdanla ilgili.

vicdâniyat: vicdanla hissedilenler.

vicdânsûz: vicdanı rahatsız eden.

vifak: birbirine uyma.

vikaye: koruma.

vilâdet: doğuş.

vilâyât: iller.

vilâyet: il.

viran: yıkık, üzgün.

virâne: yıkıntı.

vird: devamlı okunan şey.

virdizebân: dil ile devamlı okunan.

visâl: kavuşma.

vizr: günah, hata, ağırlık.

vuhûş: yabanilik, yabaniler.

vukû: oluş, meydana gelme.

vukûât: oluşlar, hâdiseler.

vukuf: bilme, biliş.

vukufiyet: iyice bilme ve anlama.

vuslat: kavuşma.

vusta: orta.

vusûl: ulaşma.

vuzûh: açıklık, netlik.

vücûb: sınırsız gereklilik.

vücûd: vücut, varlık, gövde.

vücûdî: varlıkla ilgili, var olan.

vücûdpezir: var olma.

vücûh: vecihler, yüzler, yönler.

vükelâ: vekiller, bakanlar.

vürûd: geliş, gelme.

vürûd: toplardamarlar.

vüsât: genişlik.

vüskâ: sağlam.

vüsûk: sağlam inanç, güvenme.

vüsûl: kavuşma, erişme, ulaşma.

vüzerâ: vezirler.



Y

yâ: ey, hey!

yaban: çöl, sahra.

yabanî: alışmamış, yabansı.

yâbis: kuru.

yâd: anma, hatırlama.

yâdigâr: hatıra, hediye.

yafta: yakıştırma, damgalama.

yağız: esmer, yavuz, yaman.

yahu: ey falanca.

Yahudi: lânetli bir ırk.

yakaza: uyanıklık.

yakîn: kesin biliş.

yakînen: kesinlikle.

yakînî: kesin, kesin bilmekle ilgili.

yakînîyet: kesin olarak bilip inanma.

yaktin: bir tür bitki.

yakut: kıymetli bir süs taşı.

yakza: uyanıklık.

yakzan: uyanık.

yaldız: parlak sarı boya ile yapılan süs.

yâr: dost, sevgili.

yârabbenâ: ey Rabbimiz.

yârân: arkadaşlar, dostlar.

yâsub: arı beyi.

yatır: evliya mezarı.

yâve: boş söz, saçma.

yâver: yardımcı, memur.

Yâveriekrem: en kerim yaver, Peygamberimiz.

yavuz: şiddetli, pek sert.

Yêcüc-Mêcüc: Kurânda sözü edilen düzen tanımaz bir topluluk.

yed: el.

yedibeyzâ: beyaz el.

yedikudret: kudret eli.

yegâne: tek, bir.

Yehûd: Yahudiler.

yeis: ümitsizlik.

yek: bir.

yekçeşm: tek gözlü.

yekdiğer: bir başkası.

yeknesak: tekdüze, monoton.

yekpâre: tek parça.

yeksan: dümdüz, yerle bir.

yektâ: tek, eşsiz, yalnız.

yekûn: toplam.

yekvücud: tek varlık, bir kişi gibi.

yeldâ: uzun.

yelpez: yelpaze.

yemin: and, sağ, bereket, hayır.

yenabi: kaynaklar, çeşmeler.

yês: ümitsizlik.

yesar: sol el.

Yesrib: Medine.

yetim: babası ölmüş çocuk.

yetimane: yetim gibi.

yevm: gün.

yevmî: günlük.

yevmiye: gündelik.

Yezdan: Cenabı Hak.

yoldaş: yol arkadaşı.

yörük: göçer, göçebe.

Yunanî: Yunanlı.

Yunusvârî: Yunus alehisselâm gibi.

Yusûfiye: Yusuf aleyhisselâmın da hapis yatması ve mahpusların piri olması sebebiyle Bediüzzaman Hazretlerinin hapishaneye verdiği isim.

yümn: uğur, bereket.

yümün: uğur, bereket.

Yürîd: her fiilini kendi iradesiyle yapan Allah.

yüsr: kolaylık.

yütm: yetimlik.

Z

zaaf: zayıflık.

zaafiyet: zayıflık.

zâbıta: emniyet görevlisi.

zabıtnâme: tutanak.

zâbit: subay.

zâbitân: subaylar.

zabt: alma, tutma, bağlama.

zabtiye: polis veya jandarma.

zabturabt: tutma ve bağlama, disiplin.

zâd: azık.

zâde: oğul, çocuk.

zâdegân: asil, soylu.

zâf: zayıflık, kuvvetsizlik.

zafer: başarma, üstün gelme.

zaferyâb: zafer kazanan.

zâfiyet: zayıflık.

zâhib: giden, gidici.

zâhid: din için dünyayı önemsemeyen.

zâhidâne: din için dünyayı önemsemeyen kimse gibi.

Zâhir: "bütün varlıkların dış yüzünü yaratan ve dışına da hükmeden" mânâsında ilâhî isim.

zâhir: görünen, belli.

zahîr: yardımcı, arka çıkan.

zahîre: ambardaki tahıl, azık.

zahiren: görünüşe göre.

zahirî: görünüşte.

zahirperest: dış görünüşe kıymet veren.

zahmet: sıkıntı, zor, güç.

zahr: arka, sırt.

zâid: artan, fazlalık.

zâif: güçsüz, zayıf.

zâife: zayıf, güçsüz.

zâifem: zayıfım, güçsüzüm.

zâika: tadma duygusu.

zâil: geçici, son bulan.

zâilât: zailler, gelip geçiciler.

zâkir: zikreden, Allahı anan.

zakkum: bir bitki türü, cehennem ağacı.

zalâm: karanlık.

zâli: eğri, eğimli.

zâlik: bu, şu, o, böylece.

zalil: gölgeli, koyu.

zâlim: zulmeden, haksız.

zâlimane: zâlimce.

zâlimiyet: zâlimlik.

zallâm: çok zulmeden.

zalûm: pek zâlim.

zalûmiyet: zâlimlik, zulmetme.

zam: ekleme, artırma.

zamanen: zaman olarak.

zamanî: zamanla ilgili.

zamir: ismin yerini tutan kelime.

zân: sanma, sezme.

zanî: zina eden, çiftleşen.

zânnıgalib: kuvvetli zan.

zann: sanma, sezme.

zann: sanan, zanneden.

zannî: zanla ilgili.

zapt: tutma, alma, yazma.

zaptiye: subaylık, subay.

zarâfet: incelik, kibarlık.

zarardîde: zarar gören.

zarf: kab, kılıf.

zarfiyet: zarf olma.

zâri: ağlayıp sızlama.

zarif: ince, nazik, narin.

zarûret: çaresizlik, yoksulluk, mecburiyet.

zarûrî: mecburiyetle, ister istemez.

zarûriyât: zarurî olanlar.

zarûrîye: zarurî olan.

zarûrîyet: mecburiyet, zorda kalma.

zât: hürmete lâyık kimse, kendi, asıl, öz.

zâten: esasen, aslında.

zâtî: zatla ilgili, özel.

zâtîye: kendisiyle ilgili.

zâviye: açı, tekke, dergâh.

zâyî: elden çıkan, yitik.

zayîât: kayıplar, zararlar.

zebân: dil, lisan.

zebânî: azap melaikesi.

zebed: köpük.

zeberced: kıymetli bir taş.

zebh: kesme, boğazlama.

zebîb: üzüm.

zebîha: kesilecek hayvan.

zebûn: güçsüz, aciz.

zebûnküş: düşkünü ezen.

Zebûr: Davud aleyhisselâma inen ilahi kitap.

zecirkârâne: zorlarcasına.

zecr: sakındırma, zorlama.

zecren: zorlayarak.

zede: "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" mânâsında son ek.

zefir: hıçkırarak nefes verme, ağlama.

zehab: gitme, bir fikre kapılma.

zeheb: altın.

zehirbaz: zehirci, zehir yapan.

zehr: zehir.

zehrâ: parlak, berrak.

zehrâlûd: zehirle karışık.

zekâ: çabuk anlama kabiliyeti.

zekât: zenginlerin kırkta bir oranında fakirlere yaptığı yardım.

zekâvet: zekilik, anlayış çabukluğu.

zekî: çabuk anlayışlı, temiz.

zelîl: alçak, düşük.

zelîlâne: alçalarak, alçakça.

zelle: sürçme, yanılma.

zelzele: yer sarsıntısı, deprem.

Zemahşerî: Keşşaf isimli ünlü tefsiri yazan islâm âlimi.

zemân: zaman.

zembil: büyük sepet.

zemherir: zemheri, şiddetli soğuk devresi.

zemime: kötü hâl ve hareket.

zemîn: yer, yeryüzü.

zemm: kötüleme.

Zemzem: Kâbedeki mukaddes su.

zemzeme: hoş ses, nağme.

zenadıka: zındıklar, dinsizler.

zenav: havuz veya göl.

zenb: suç, günah.

zenberek: kurulan âlet.

zenberekvârî: zemberek gibi.

zencebîl: hoş kokulu bir baharat, zencefil.

zencî: siyah ırktan olan.

zendeka: dinsizlik.

zeneb: kuyruk.

zengâr: pas.

zer: ekme.

zerâfet: zariflik, incelik, güzellik.

zerdüşt: ateşe tapan.

zerk: hile, şırınga.

zerrât: zerreler, atomlar.

zerre: atom, molekül.

zerrece: zerre kadar.

zerrîn: altından yapılmış.

zevâhir: çiçekler, görünüşler.

zevâid: fazlalıklar.

zevâl: sona erme, silinme.

zevâlâlûd: zevalle karışık.

zevâlî: sonu ermesi yakın.

zevât: zatlar, kimseler.

zevc: koca, eş.

zevcât: zevceler, eşler.

zevce: kadın, eş, karı.

zevciyyet: karı kocalık.

zevil: sahibi, sahipler.

zevilervah: ruh sahipleri.

zevilhayat: hayat sahibi.

zevilidrâk: idrak sahibi.

zevilihsas: hissedebilen.

zevilukûl: aklı olanlar.

zevk: tatma, tad, haz.

zevkâlûd: zevkle karışık.

zevken: zevk olarak.

zevkî: zevkle ilgili.

zevkperest: zevke düşkün.

zevzek: geveze, münasebetsiz, hoppa.

zeyil: zeyl, ek.

zeyl: zeyil, ek, ilave, etek.

zeylen: ek olarak.

zeyn: süs, süsleme.

zeynab: gölcük.

zeyneb: gül.

zeyt: zeytin yağı.

zıd: zıt, aksi.

zıddeyn: iki zıt.

zıddiyet: zıtlık.

zıhar: kocanın karısına "sen anam gibisin" demesi.

zılâl: gölge.

zıll: gölge.

zıllî: gölgeli, gölge ile ilgili.

zıllîye: gölgeli.

zıllîyet: gölgelilik.

zımn: iç yüz, dolaylı anlatılan.

zımnen: dolayısıyle.

zımnî: saklı, gizli, örtülü.

zındık: dinsiz.

zındıka: dinsizlik.

zırh: savaş elbisesi.

zıvana: küçük boru.

zi: "den, dan" mânâsında ön ek.

zî: "sahibi" mânâsında ön ek.

zîakıl: akıl sahibi, akıllı.

zîb: kurt.

zibâ: güzel, süslü.

zîcemâl: güzellik sahibi.

zidergâh: dergahtan.

zifaf: gerdek.

zîfikir: fikir sahibi, düşünebilen.

zîhaşmet: haşmet sahibi, görkemli.

zîhayat: hayat sahibi, canlı.

zîhimmet: himmet sahibi.

zihin: "anlama, bilme, hatırlama, ezberleme" kabiliyeti.

zihniyyet: düşünce, anlayış.

zîidrâk: idrak sahibi, anlayabilen.

zikir: anmak, Allahı daima hatırlamak.

zikirhâne: zikir evi.

zikr: zikir, anma.

zikretmek: Allahı anmak.

zikriye: zikirle ilgili.

zikrullah: Allahı zikretmek, anmak.

zîkudret: kudret sahibi, güçlü.

zilâl: gölgeler.

zilhicce: Arabî onikinci ay.

zilkâde: Arabî onbirinci ay.

zillet: aşağılık.

zilliyet: bir malı elinde bulundurma hâli.

zimam: tercih, seçme.

zimmet: korumak zorunda kalma.

zimmî: anlaşma ile islâm ülkesinde yaşayan kâfir.

zinâ: nikâhsız cinsi münasebet, büyük bir günah.

zindân: karanlık yer altı hapishanesi.

zinde: dinç.

zînet: süs, bezek.

zinhar: sakın, asla.

zînnûr: nurlu, ışıklı.

zînnûreyn: iki nur sahibi.

zînur: nurlu.

zîr: alt, aşağı.

zîrâ: çünkü.

zirâ: kol uzunluğu, 75 santimetre kadar.

ziraat: tarım.

zîruh: ruh sahibi, ruhlu.

zîrüzeber: altüst, darmadağın.

zirve: doruk, tepe.

zîşân: şanlı.

zîşuûr: şuurlu, bilinci olan.

zîvücûd: vücut sahibi.

ziyâ: ışık, nur, aydınlık.

ziyâdâr: ışıklı, parlak.

ziyâde: artan, çok bol.

ziyâfet: bolca yedirip içirme.

ziyâfetgâh: ziyafet yeri.

ziyân: zarar.

ziyâret: görmeye gitme.

ziyâretgâh: ziyaret yeri.

ziyy: dış görünüş, kıyafet.

zuafa: zayıflar.

zuhr: öğle vakti.

zuhûr: görünme, ortaya çıkma.

zuhûrât: birden oluveren şeyler.

zulm: zulüm, haksızlık.

zulmânî: karanlık, sıkıntı.

zulmen: zulüm ile, haksız biçimde.

zulmet: karanlık.

zulüm: haksızlık, eziyet, işkence.

zulümât: zulmetler, karanlıklar.

zulümâtâbâd: karanlıklarla dolu.

zulümkâr: zulüm eden, zâlim.

zûm: yanlış zan.

zunûn: zanlar, sanmalar.

zurafâ: zarifler, kibarlar, nazikler.

zübde: öz, özet.

zübeyr: yazılı şey.

zücac: cam.

zücace: cam, şişe.

Zühal: bir gezegen.

zühd: din için dünyadan el etek çekme.

Zühre: Sabah Yıldızı, çiçek.

zührevî: frengi gibi hastalıklar.

zühûl: geciktirme, yanılma.

zühûr: çiçekler.

zükûr: erkekler.

zükûret: erkeklik.

zül: "sahibi" mânâsında ön ek.

zülâl: berrak, tatlı, güzel, soğuk, su.

zülcelâl: büyüklük sahibi.

zülcenaheyn: iki kanatlı, iki taraflı.

zülecniha: çok kanatlı, çok yönlü.

zülf: zülüf, saç lülesi.

Zülfikâr: Hazreti Alinin kılıcı.

Zülfikârmisâl: Zülfikâr gibi.

Zülkarneyn: eski bir hükümdar.

Zülkarneynmisâl: Zülkarneyn gibi.

züll: alçalma, horluk.

zümre: bölük, gurup.

zümrüt: bir süs taşı.

zünnâr: papaz kuşağı.

zünûb: günahlar, suçlar.

zürefâ: zarif kimseler.

zürriyet: soy, nesil.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...