4/10/2010

islami strateji

Mevsimsiz yapılan doğru, doğru bile olsa eğridir (yanlıştır)
Aşağıdaki çalışmada bir İslami hareketin fertten başlayarak, tırmanma şeridinde toplum katmanları arasında evrensele giderken geçirdiği aşamalarda izleyeceğe hizmet metodlarına Kurandan ve Efendimiz’in (sas) hayatından “naslar” ışığında deliller sunmaya çalışacağız.
İslami Hareketi bir çocuğun doğumu büyümesi ve gelişmesi şeklinde ele almalı ve yapılacak doğruları bu süreç içerisine serpip mevsimi geldiğinde yapmalıdır.
Mesela bir insanın evlenmesi çok doğrudur. Ama bunun çoçukken veya ihtiyarken yapılması bu doğruyu eğri yapar. Okula göndermek çok doğru, ama bu doğrunun ihtiyarlık zamanına kalması da çok eğridir. Yazda yapılan bir çok doğrunun kışta da aynen yapılmasının yanlış olacağı herkesin malumudur. Kıştakilerinde yazın yapılması da aynen...Buna bir çok şeyi kıyas edebiliriz. Öyle ise bir kanun olarak doğruyu yapmaktan ziyade , zamanında yapmak önemlidir. Doğruyu zamanında yapmama bir daha yapamama gibi bir ortama da sebebiyet verebilir.
Biz ilk olarak İslami tebliğin fertlerden toplum inşatına giderken ana hatlarını belirlemek istiyoruz.

Mekke dönemi
Mekke’nin siyasi ve dini yapısı
Gizli yayılma dönemi.
Yakınlara duyurma
Geniş dairede anlatma
Müşrik ileri gelenlerin himayesine girme
Hiç bir şekilde silah kullanmama
Putları kırıp sövmeme ama onlara hiç bir şekilde kullukta etmeme.
İnen ayetlerin sabır tavsiye etmesi. Hiç bir şekilde sıcak temasa girilmemesi.
Sürekli irşat ve tebliğ yapma ve yumaşak bir dil kullanma, yapılan işkenceler karşısında karşı koymayıp dayanılmaz hale geldiğinde hicret etme.

Medine Dönemi
İslam Topluluğu olarak tüzel kişiliğe geçiş yönünde ilk adımlar
Sürekli barıştan yana olma.
Saldırılırsa saldırma.
Tahrikten kaçınma
Bölücü guruplara (Yahudiler ve Münafıklar) karşı izlenen siyaset
Diğer dinlere karşı diyalog yolları arama
Savaşın ölçüsü
Hüdeybiye musalahası.
Gevşeme ve hafif gerileme
Caydırıcı güç bulundurma
"Çağımızda insanî doktirin merkezli sistemler oluşturan ve bir takım şeyleri o sistemlerin sembolü yaparak onlara kudsiyet veren toplumsal yapılanmaları, o  günkü müşrik toplumsal yapılanmalarından farklı göremeyiz. Fark sadece ..."
A) Mekke Dönemi
Mekke dönemdeki siyasi ve dini yapı.
Siyasi yapı: Mekke müşrikleri siyasi yönden Arap yarım adası ve daha uzak çevrede bir saygınlıkları vardı. Bu saygınlık kendilerinden daha ziyade Kutsal Kabe’den ileri geliyordu. Kabe Hz. İbrahim tarafından yapılmıştı. Her yıl insanlar onu ziyarete geliyorlardı. Bir de Ebrehe’nin ordusu ile gelip Kuşlar tarafından delik deşik edilmesi, Mekke’de oturanlara diğerlerinin gözünde bir mübareklik kazandırıyordu.
Dini yapı: Müşrikler Allah’a inanıyorlardı. Putları kendilerini Allah’a yaklaştıran şefaatçiler olarak görüyorlardı. Bu inanç şeklini alıpta asırlar üzerine birer şablon olarak koyduğumuzda, Allah’a imanla birlikte, insani sistemler oluşturan ve bir takım şeyleri o sistemlerin sembolü yaparak onlara kudsiyet veren sosyal yapılanmaları, o günkü yapılanmadan farklı göremeyiz. Fark, sadece şahıslarda, yerde ve tarihlerdedir. Düşüncede uygulamada çok büyük benzerlikler vardır.
Böyle dönemler için Peygamber Efendimiz'in  (sas) şuurlu fetlerden, tüzel kişilik olmaya varana kadar izlediği hizmet tarzını örnek almalı. Böyle bir hizmet tarzında izlenen yollar. Günümüzde şuurlu bir topluluklardan oluşan bir tüzel kişilik olamamış, insanî düşüncenin şekillendirdiği idare sistemlerin altında hizmet eden bütün Müslümanlar izleyebileceği yollar ve yöntemlerdir.
Bu yöntemin içinde kendi gibi düşünmeyelerle çatışmama, farklı düşünenlere baskı yapmama, sürekli ve samimi bir şekilde farklı düşüncelerin birlikte yaşayacağı tez ve teorileri hayata geçirme gayreti içinde olma önemlidir.

"Bu yol yabancı ve yaygın bir düşüncenin içinde doğan (müspet-menfi) her düşüncenin de izlemesi gereken fıtrî bir yoldur."
Mekke döneminin ilk başlarında Efendimiz (sas) gizli tebliğ ile emrolunmuş. Bu dönemde Daru-l Erkam denen yerde gizliden gizliye çalışma yürütmüştür. Bu dönemin özelliklerini Efendimiz’in hareket tarzından ve Sahabi Efendilerimizin tebliğde izlediği yöntemden anlıyoruz.
Böyle bir metodun izlenmesi, karşı taraftan korkmaktan kaynaklanmıyordu. Belki bu tedbirlerin sebebi, İslam’i duygu ve düşüncenin doğmadan ölmemesi için, onun gelişip kendi ayakları üzerinde duracağa güne kadar, gelişmesine engel olacak faktörlerden kaçınmak için bu yol izlenmişti. Bu yol yabancı ve yaygın bir düşüncenin içinde doğan (müspet-menfi) her düşüncenin de izlemesi gereken fıtrî bir yoldur. Bu yol Efendimiz’in ilk üç yılında izlediği yoldur.
Hz Ebu Bekir (r.a) Osman b. Affan’a tebliğ yaptıktan sonra bu bir sır olarak kalmalı diye de tenbihde bulunuyordu. Bu örneği Hz Ebu Bekir’in (r.a) ve diğer sahabilerin yaptıkları tebliğ çalışmasında da görebiliyoruz. Yine ilk dönemler itibarı ile namazlar açıktan kılınmıyordu. Burada bir noktayı belirtmek lazım; Bizim kıldığımız şekliyle namaz daha farz olmamıştı. Rivayetlere göre Efendimiz ve o zaman Müslüman olanlar Hz İbrahim’in (a.s) bakiyeyi dini üzere amel ediyorlardı.

"Bu noktada akraba olan insanlar düşünceyi kabul etmeseler bile, kan bağından dolayı destek çıkabilirler"
Davetin ikinci döneminin şu ayetler belirliyor. “(Önce) en yakın akrabanı uyar .Şuara 214” Efendimiz (s.a.s) Bu ayetlerin inişinden sonra yakın akrabalarını toplamış, onlara yemek vermiş, yüklendiği vazife gereği onlara anlatması gerekeni anlatmıştır. Bu ayet ve Efendimiz’in (s.a.s) izlediği metod, yine yabancı ve yaygın bir düşünce içinde doğan her yeni düşüncenin izlemesi gereken ikinci yoldur.
Akrabalık bağını inandığı dava ve düşüncenin yayılmasında ilk basamak olarak kullanmak gerekir. Bu noktada akraba olan insanlar düşünceyi kabul etmeseler bile, kan bağından dolayı destek çıkabilirler. Bu konuda Efendimiz’in amcası Ebu Talip onun oğlu Hz Ali ve diğer amcalarından, Hz Abbas ve Hz Hamza örnek verilebilir. Ama bu konuda o gün ve bu gün için aksi örneklerde çıkabilir. Mesela o gün için Ebu Lehep ve bu gün içinde birinci dereceden bazı yakınlar.
Not: Bu noktada devrimiz itibarı ile bu ayeti yanlış anlayanları da görüyoruz. Bazıları şöyle diyorlar “Ben akrabalarıma anlatamadım, başkasına anlatmak istediğimde, sen önce yakınalarına (oğluna-kızına) bak”. Bu bir yönüyle doğru ama ayeti “sen yakınlarına bak, onlara anlat ama onlar anlamazsa başkalarına anlatma” diye anlamak ayeti yanlış anlamak olur. Öyle olsa idi Efendimiz (s.a.s) bazı akarabalarıma anlatamadım veya onlar anlamdı diye, hiç kimseye anlatmaması gerekecekti. Bir kaç kişiye takılmak yüzünden bu gün bizimde içinde olduğumuz milyarlar hidayete ulaşmayacaktı. Bu gün vazifesini yaptıktan sonra anlamayan yakınlarına takılıp, bu işi anlatmayanlar ya kendi tenbellik, miskinlik, ölgünlük, solgunluk ve bilgisizliklerine mazeret buluyorlar, yada cehaletin zirvesinde yaşıyorlar. Bunun başka açıklaması yok.


Toprak altı dönemini bütün yönleri ile iyi hazırlayan, karanlıkta aydınlığın hesabını yapan tohum, toprağın üzerindeki aydınlık geleceğe doğru başını çıkardığında, dışın en korkunç şartlarını öze, içe, köke doğru derinleşmenin verdiği güvenle aşar.
Tefsirlerde bu şekilde açılıma mesnet gösterilen ayet Hicr süresinin (94) Sana emrolunanı açıkça söyle....” ayetidir. Bu ayetin nuzulu ile birlikte İslam’i tebliğ açıktan yapılmaya başlamıştır. Fakat bu açıktan yapılan tebliğde karşı taraf şiddet kullansa bile şiddet kullanmama insana zor gelse bile o gün için uyulması gereken bir metottur. Bu açılımın bazı şartları olacaktı. Bir kere bütün hareketleri vahiy belirleyecek. Karşı taraf ne yaparsa yapsın onlara karşı yapılacak her hareket Kuran kaynaklı olacaktı. Ve bu kaynak sürekli sabır diyordu. Çok zaman gelen Kuran ayetleri onların duygularının aksine geliyor ve öfkelerini kinlerini yutmak zorunda kalıyorlardı. Fiziki olarak çile cenderelerinden geçerken ilerideki yapacakları vazifelere uygun olacak iç eğitiminide böylece alıyorlardı.
Geniş dairede açılım temsil için çok önemlidir. Bu döneme gelene kadar hareketleri belirleyen gizlilikti. Yabancı ve yaygın bir düşünce içinde bir dava için aksiyon halindeki bir gizlilik dönemi ne kadar uzun olursa, geniş daireye açılımda o kadar sağlıklı olur. Toprak altı dönemini bütün yönleri ile iyi hazırlayan, karanlıkta aydınlığın hesabını yapan tohum, toprağın üzerindeki aydınlık geleceğe doğru başını çıkardığında, dışın en korkunç şartlarını öze, içe, köke doğru derinleşmenin verdiği güvenle aşar.


"Alt yapısı iyi hazırlanmamış açılımlarda olabilecek menfi durumlara hakkında bir kaç nokta;"
Bir davanın hedefine gidene kadar geçireceği süreci sağlıklı olarak tamamlaması için, o davayı temsil eden fertlerin fikir yönüyle çok iyi yetişmeleri gerekmektedir. İleride bütün dünya karşısına çıksa, dönmeyecek ruhların temeli bu dönemde atılır. Bu dönemi sağlıklı tamamlayamayanlar. Çıkışlarında akıldan daha çok hisleri esas alanlar hedefe giden yolun sonunu göremeden kendi sonlarını görürler. Daru-l Erkam bu işlevi görmüştür. Medine'de "saadet asrına taç koymaya" giden yolda Daru-l Erkam mektebi vazifesini tam yapmıştır.


“Zülme karşı daha fazla sessiz kalamayız” “Ölürsek te onurumuzla ölelim” “Ne olacak ki, ölürsem şehit, kalırsam gazi olacağım”. Bu sözler mevsiminde söylenirse güzeldir, yoksa mevsimsiz söylendiğinde güzellikleri geciktiren birer engeldir.

Gizlilik döneminde iyi hazırlanmamış çıkışların sahipleri, açık davet döneminde yaptıkları falsolarla bir çok zararlar verebilirler. Erken doğum sonucunda dıştan gelecek çeşitli baskılar dava fertleri içindeki mutahayyir veya henüz ham olan insanlar iyi yetişmedikleri için geri dönebilirler. Bu dönüş davanın içinde bulununları moralmen ters yönde etkiliyeceği gibi başka zayıf ruhlularında gelişine engel olur ve daha kötüsü bu durum hasımların bize karşı menfi propaganda sebebi de olabilir.
Aceleci ruhlar erken doğumlarına bazı sebepler bulup hamasi çıkışlar yapabilirler. “Zülme karşı daha fazla sessiz kalamayız” “Ölürsek te onurumuzla ölelim” “Ne olacak ki, ölürsem şehit, kalırsam gazi olacağım”. Bu sözler mevsiminde söylenirse güzeldir, yoksa mevsimsiz söylendiğinde güzellikleri geciktiren birer engeldir. Bu konuyu biraz açalım; Zülme dayanamayıp çevre şartlarını, hasımların güçlerini, kendinizin zayıflığını dikkate almadan Zülme ve zalime karşı çıktığınızda, duygusal davranmış olursunuz. Siz zayıf olduğunuz için düşman sizi kolayca ezer. Siz belki ezilmenin üzüntüsünü şehit olmakla sevince dönüştürürken, mazlumların durumu ne olacaktır. Bir ümit olarak siz vardınız sizde erken doğum nedeni ile öldünüz ama mazlumlar mazlum kalacak belki de arkadan gelecek nesillerinde kaderi mazlumluk olacak. Bu duruma düşmemek için, zalim karşısına her konuda ondan üstün olacağımız gün çıkmalı. Ezileceğini bile bile zülüm sisteminin karşısına çıkma, mazlumlarına karşı zalim kini arttırdığı gibi, arkadan zalime karşı gelecek oluşumlarında gözünü korkutup geciktirebilir.

"Şehit olmak güzel bir şey ama binlerin hidayetine vesile olmak ondan daha güzel bir şey olsa gerek."
Aceleci ruhlar erken çıkışları ile zülüm sisteminin karşısında eziliyorsa, bu ezilmişliği de, şehit oldum düşüncesiyle bir başarı gibi gösterip düşüncesine ve hareketine taraftar topluyorsa bu hareket daha güzelin yanında güzel düşmeyen bir harekettir. Nedir daha güzeli? Daha güzeli gözümde ne cennet sevdası ne cehennem korkusu diyen büyüğümüzün ifadeleri ile gözümüzde belki şehadet sevdası bile olmayacak.
Hasım dünyayı ürkütmeyen korkutmayan bir tarzda yaklaşmalı. Gelip makamımıza konacaklar, şimdi sevdiklerimizi ayaklar altına alacaklar düşüncesini karşı tarafta uyarıcı hareketlere girişmemeli. Belki bizim doğru hareketlerimiz karşısında gönlü yumuşayan o insanlar. Bizim dünyamızın güzelliği karşısında kendi dünyalarını kendi elleri ile yıkacaklar ve bize koşacaklar. Elverirki biz bize ait değerleri iyi temsil edelim. Zira Peygamber Efendmimiz (s.a.s) putlara kulluk etmiyordu ama onları kırmıyordu. Hasım dünyanın sevdiği değerlerini direkt kendine muhatap yapmıyordu. Böyle bir açılım sayesinde, hasım dünya müslümanlığın güzelliği karşısında kendinden geçmiş, dün toz kondurmadığı putlarını, Mekke’nin fethiyle kendileri kırmışlardır.
"Yabancı ve yaygın bir düşünce içindeki açılımda gelecek tepkilere karşı, yine sistemin içinden birilerini kullanarak onunla işbirliği yaparak onu sistemle kendi arasında bir tampon yapma, sistem senin kendi güzelliklerini görene kadar o şemsiye altında gelişip boy salma çok önemlidir."
Efendimiz (s.a.s) geniş dairede bir açılımda Müşrik sistemin içinde dokulmazlık zırhı sayabileceğimiz “aman dileyene, kılıç çekilmez” dusturunu çok iyi işletmiş ve davasının yayılması için gelecek yıldırımlara karşı onları bir paratoner gibi kullanmıştır.
Bugünkü insani düşüncenin mahsulü sistemler içerisinde hizmet eden müslümanların hizmet çizgilerine mesnet olabilecek yönlere de atıfta bulunmak için o günü, bu günün üslubu ile anlatalım.
Sistemin içinde Allah’a inanan ama o gün için taştan putlar, bugün için ise mahiyette aynı, şekilde farklı bir takım nesneleri Allah ile aralarına koyan, o bir takım nesnelerin çizgilerini hayat tarzları yapan, çeşitli zamanlarda o çizgiyi çizenin izinde olduklarını birilerine karşı vurgulama ihtiyacı duyan, Allah’a ayrı bir yer veren ve onun yetkilerini kısıtlayan, onun yetkilerinin bittiği yerde insani düşüncenin mahsulü olan nesnelerin biçimlendirdiği hayatı kendilerine hayat felsefesi yapan bir takım insanlar o günde vardı bu günde var. Bu inanç sistemi o günün Mekke'sinde hakim olan bir görüntüydü. İnsanlar müşrikti ama içlerinde fazilet sahibi olanlarda vardı. Onlara yapılacak bir iyilik, takınılacak yumuşak bir tavır, atılacak bir atım, onları on adım yaklaştıracaktı. Bu çerçevede Efendimiz (s.a.s) insanlık dışı muamelelere insani bir tavırla cevap vermesi, fazilet sahibi insanların da gönlünü İslam’a karşı ısındırıyordu. Küfredene küfretmiyorlar, işkence yapana, aynı cinsten karşılık vermiyorlar, sadece ama sadece dinlerinin gereği olan samimi duyguları yaşamak istiyorlardı. O gün için Mekke’nin idari ve siyasi yapısına talip değillerdi. Önlerine servetler konduğu halde inandıkları değerlerden hiç mi hiç taviz vermiyorlardı. İşte samiyetin meydana getirdiği bu sevgi bulutları, Mekke’de damlalar şeklinde gelirken, Medine’de gelecek sellerin habercisi olacaktı.
Bu dönemde Sistem içerisinde insani değerlerini kaybetmemiş insanların himayesine girildi. Bu insanlar içki içiyorlar, kumar oynuyorlar, tefecilik yapıyorlar ama her şeye rağmen insanlık yönü ile gerideki müşriklerden bir adım önde bulunuyorlardı. Bunların himayesine girildi. Bu tarz yabancı ve yaygın bir düşünce içindeki açılımda gelecek tepkilere karşı, yine sistemin içinden birilerini kullanarak onunla işbirliği yaparak onu sistemle kendi arasında bir tampon yapma, sistem senin kendi güzelliklerini görene kadar o şemsiye altında gelişip boy salma çok önemlidir. Burada samimiyet imtihanı çok önemli, size tampon olan insanları mahcup etmeme onlara “koynumuzda yılan beslemişiz imajının vermeme” çok önemlidir. Bize duyulan güveni boşa çıkarmamalıyız. Yoksa inandırıcılığımızı kaybederiz. Bu nokta da Efendimiz öylesine hassas dı ki, Hicret esnasında kendini yurdundan yuvasından eden insanların kendine güvenip de verdiği emanetleri, yatağına bıraktığı Hz. Ali’ye sahiplerine vermesini tenbih ederek ayrılması, Müslümanların kendilerine duyulan saygıyı karşı taraf saygısızlık yapsa bile bozmama adına çok önemli olduğu gösterir.
Bugünde belli sistem içerisinde saygınlığı olan çevrelerle ilişkiler kuruluyor. Bu insanlarla Aynı Allah’a farklı kul olma farklılığı gündeme getirilmeden aynı Allah’a inanma, aynı vatanı kullanma gibi asgari müştereklerde bir araya geliniyor. Ürkek ve endişeli çevrelere karşı bu insanlar garantör olarak kullanılyor. Onların vesayı altına Bu gün ürkenlerin ve korkanların bile kendilerine yer bulacakları, uzakta kalmışlıklarına levm edecekleri, biz bunları yani sizleri böyle bilmiyorduk diyecekleri günlerin gelmesine çalışıyoruz. Eğer sistem kötülüklerine karşı sert bir tavır alsak ilerde yeşerecek gülleri yeşermeden ezdireceğimiz gibi, sistem içindeki bize yakın insanları kendimizden uzaklaştırıp daha uzakların safında yer aldırıcağız. Bu doğmadan ölmek, gitmeden gelmek, başlamadan bitmektir.
"Her şey katlanmalı, geçicide olsa, zülme seyirci kalmalı, her gün kızılcık şerbeti içmeli ama gelcek nesillerin gelişini zorlaştırıcı, yolları daraltıcı, engelleri arttırıcı çıkışlardan kaçınmalı."
Efendimiz (sas) Mekke döneminde Amcası Ebu Talip’in himayesine girmişti. Bu insan müşrikti. Babası Abdulmuttalip ve kendi ahlakından kaynaklanan bir saygınlığı vardı. Efendimiz (sas) bu saygınlığı davası adına kullanıyordu. Bu konuda başka örnekte Ebu Talip’in ölümünden sonraki gelişen hadiselerin akabinde karşımıza çıkıyor. Ebu Talib’in ölümünü fırsat bilen müşrik ileri gelenleri Efendimiz’e yapmayı düşünüp yapamadıklarını da kaza ederecesine şiddetli bir baskı uyguladılar. Bu baskı hüzün senesine denk geliyordu. Dış ve iç baskı Efendimizi bunaltıyordu. Dışta Ebu Talip gibi bir kalenin yıkılması, içtede yine canı gibi sevdiği amcasının bir müşrik olarak ölmesi elinden bir şey gelmemesi ayrıca Hz Haticenin vefatı onu içten içede sarsıyordu. Biraz nefes alayım, Mekke’de dinletemedim belki başka bir yerde başka birilerini bulur Rabbimi anlatırım düşüncesi ile Taif şehrine gitti. Gitti ama istediği gibi olmadı. Bir zindandan başka bir zindana geçmiş gibi oldu. Taşladılar, hakaretler yaptılar. Efendimiz (sas) gittiğinden daha üzgün bir şekilde geri Mekke yakınlarına geldi. Ama Mekke’ye girmedi. 3 insana Mekke civarındaki çobanlarla haber gönderip onlardan kendisini himayelerine almalarını istedi. Burada durup düşünelim. Efendimiz (sas) neden “ne olursa olsun, ölürsemde şehit olur, özlemiyle yanıp tutuştuğum ahiret alemine giderim” deyipte himaysiz Mekke’ye girmiyordu. Haşa acaba korkuyor muydu. Hayır, Öyle bir şey olsa saha baştan kendisine kadının, kızın, malın, paranın ve şöhretin teklif edildiği dönemlerde dönerdi. Hayır, hayır O korkumuyordu. Bu dava uğrunda seve seve canını verirdi. Ama bir şey için endişe ediyordu. Biliyordu ki, onun ölümüyle temsil ettiği dava bitecekti. Güneş daha yükselmeden batacaktı. Milyonlar bu davaya gelmeden iş daha başında bir kaç damla ile kalacak, belki onlarda buhar olup uçacaktı. İşte bu ve benzeri düşünceler Efendimiz’i bir müşriğin himayesine girmeye sevk ediyordu. Haber gönderdiği üçüncü insan Mutim b. Adiyy Efendimiz’i himayesine almayı kabul etmiştir. Bunun korkaklıkla alakası yoktur. Bu tamamen gelecek güzellikler adına, geçicide olsa bir takım istemediği şeyleri kabullenme demektir. Şartları dikkate almadan bunun tersi bir davranış kendini düşünmedir. Ben kurtulayım sonrası ne olursa olsundur. Bu tür aceleci çıkışlar başkalarını kurtarmak için görünsede temelinde kendini kurtarma yatan duygusal çıkışlardır. Her şey katlanmalı, geçicide olsa, zülme seyirci kalmalı, her gün kızılcık şerbeti içmeli ama gelcek nesillerin gelişini zorlaştırıcı, yolları daraltıcı, engelleri arttırıcı çıkışlardan kaçınmalı. Buna benzer bir hadiseye Ebu Bekir (r.a)’da görüyoruz. Habeşistana giden kafile içinde bulunan Hz. Ebu Bekir (ra)’da Malik b. Daginne’nin himayesi ile Mekke’ye geri dönmüştü. Benzer hadiseleri diğer sahabi Efendilerimizde de görüyoruz. Müslümanların Habeşistan’a hicret etmeleri ve Hıristiyan’ların himayelerine girmeleri de bu sahanın başka bir örneği.
"İnsanlığı İslam dinine çağırken, onların geliş yollarında engel olma durumuna düşmek, bir müslümanın yaşayabileceği en büyük talihsizliktir. Saflığımızdan kaynaklanan, davranışlarımızın hasımlarımız tarafından ustaca bizim aleyhimizde değerlendirilmesine şaşmak ayrı bir saflık örneği olsa gerek."
Belki de konumuzun en hassas noktası burası. Biz düşüncede bize yakın olan ama hizmet metodumuzdan dolayı bizlere hasımlarımız kadar acımasız olan kardeşlerimiz tarafından en çok bu yönümüzle eleştiriliyoruz.
Faizci, laik kapitalist düzenin unsurlarına karşı düşmanca tavırlar içinde olmadığımız için, dostlarımız tarafından inanç sahamızın dışında yerlere layık görülüyoruz. Bizim yaptığımız onlarla kavga etmemek, kavga etmemek demek onların düşüncesini kabul etmek demek değildir. Toplumda saygınlığı olan insanlarla ortak müştereklerimizde bir araya gelmektir. Bunun çok faydaları görülmüştür. Dünden beri izlenen istikrarlı çizgi, bugün milyonları içine alan bir hidayet halkası meydana getirmiştir. Dün hasım olanlar, samimi davranışlar karşısında en azından takdir duygularını ifade etmişler, en çoğundan da bize düşün nedir dememişler. Dine ait en mükemmel örnek olan Hz. Muhammed’in bu yönünü anlamayan, bazı guruplar, marjinal kalmış ve hasımlar tarafından da dine giden yolda hep bir engel olarak takdim edilmişlerdir. İnsanlığı İslam dinine çağırken, onların geliş yollarında engel olma durumuna düşmek, bir müslümanın yaşayabileceği en büyük talihsizliktir. Saflığımızdan kaynaklanan, davranışlarımızın hasımlarımız tarafından ustaca bizim aleyhimizde değerlendirilmesine şaşmak ayrı bir saflık örneği olsa gerek. Durum böyle olunca Allahrasulunün davranışılarını dikkate almadan hakkımızda müsbet olmayan düşünceler besleyenler bir dönem itibarı ile müşrik yapı içerisinde yine müşrikler içinde saygınlığı olan insanların himayesine giren Efendimiz’e ve sahabilere ne diyeceklerini bilemiyoruz.
"...İşte bu ayetlerin indiği dönemi dikkate almayanlar, kuluçka dönemlerindeki saldırganlık gerekçelerini bu ayette dayandırırken, dönemi dikkate alıp önceki ayetlere bakıp ve Efendimizin (sas) Mekke dönemi stratejisini bugünkü hizmetlerinde öne çıkaran insanları kınama yoluna gidiyorlar."
Bu noktada insaflı olmak lazım. Efendimiz’in pratikte uyguladığı bu davranışlarına me’haz Kuran ayetlerine kulak verelim. Böyle bir kulak vermede sürelerin mekki olduğunu ifade etmeye gerek yok zannediryoruz. Olaylar baştan Medine dönemine kadar Mekke dönemi şartları içinde ele alınmalı ve anlaşılmalı.
Cenab-ı Hak Kafirûn süresinin sonunda Efendimiz’in diliyle şöyle diyor; “Sizin dininiz size benim dinim bana” başka bir ayette “10. 41. (Resûlüm! ) onlar seni yalanlarlarsa de ki: Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir.” Evet bu dönemin stratejisini bu ayetlerin çerçevesi belirliyordu. Bu ayetler pratikte onların düşüncelerine karışmama şeklinde kendini gösteriyordu. Ama onlar müslümanların dinine karışıyordu. Buna rağmen müslümanlar tek taraflı bozulan anlaşmayı bozmuyorlar, ve onların putlarını kırmıyorlardı. Yani onlar saldırsa bile saldırılmıyor, işkence yapsalar bile karşılık verilmiyordu. Bu noktada Medine dönemi ile Mekke dönemi arasındaki bariz farkı ortaya çıkaran şu ayetlere kulak vermeli. “2. 194 Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın.” “9. 36- müşrikler nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın ve bilin ki Allah (kötülükten) sakınanlarla beraberdir.” İşte bu ayetlerin indiği dönemi dikkate almayanlar, kuluçka dönemlerindeki saldırganlık gerekçelerini bu ayette dayandırırken, dönemi dikkate alıp önceki ayetlere bakıp ve Efendimizin (sas) Mekke dönemi Mekke dönemi stratejisini bugünkü hizmetlerinde öne çıkaran insanları kınama yoluna gidiyorlar.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...